Büyük Ortadoğu Projesi'nin eksen ülkesi olarak tanımlanan Türkiye'nin bu coğrafyada hassasiyetleri elbette ki olacaktır ve olmak da zorundadır.
Bir Filistin, bir Irak, bir Kıbrıs bu hassasiyetlerin nirengi noktasını oluşturuyor.
Bölgede Filistin sorununa Türkiye'nin yaklaşımı yıllardan beri uygulanan hariciye politikalarıyla şekillenmiş durumda.
Filistin'den kopulmuyor, İsrail'den de vazgeçilmiyor.
Irak sorununda Saddam zamanında Saddamla ortak zemin arayışlarında bulunularak Türkmenler ve Kürtler'le ikili diyaloglar oluşturulmuştu.
Şimdilerde ise Irak'ın toprak bütünlüğünden kopulmak istenmiyor, Kürt ayrıcalıklarından ise huzursuzluk duyuluyor.
Kıbrıs sorununda gelinen nokta ise daha da ilginç bir seyir izliyor.
Rumlar'a taviz verilmiyor, KKTC topraklarından kopulmuyordu.
Şuan tam tersi bir pozisyon sözkonusu.
Rumlar'a hem siyasal hem de toprak tavizi verir durumdayız.
Direkt olarak al-ver şeklinde tecelli eder olmasa da Annan Planı adı altında sürdürülen müzakere süreci bu aşamaya getiriyor bizi.
Büyük ve Genişletilmiş bir Ortadoğu'da Türkiye'nin kendisine biçilen rolü mü oynayacağı yoksa kendi politik önceliklerini bu yeni projeyle hayata mı geçireceği şeklindeki tartışmalar bir yana; Kıbrıs sorununda alınan mesafe ve durulan konum Türkiye'nin bu projedeki yerini gösteriyor.
Türkiye'nin öne sürülmesine rağmen ikincil önemde yeralacağı pasifize edilmiş bir rol.
Türkiye'nin Irak, Filistin ve Kıbrıs'ta içerisine sokulduğu konum ortada.
Irak'ta kırmızı çizgiler silindi.
Filistin'de Türkiye'nin eli kolu bağlı.
Kıbrıs'ta inisiyatif yabancı misyon temsilcilerinde.
Kısacası; Irak, Filistin ve Kıbrıs gibi stratejik noktalarda Türkiye'nin etkisi her geçen gün daha da zayıflatılıyor.
Filistin dramını ve Çirkin Duvar sendromunun Adalet Divanı'na götürüldüğü sırada Türkiye'nin Filistin'e destek çıkamaması, İsrail saldıralarını önleyememesi,
Irak'ta Kürtler'e etnik ayrıcalıklar tanınırken Türkmen halka omuz verilememesi,
Hayati önemdeki Kıbsıs'ta egemenlik ve eşit statü gibi hususların Annan'a havale edilmeye kalkışılması nasıl bir politikanın göstergesi olabilir?
Temeli Clinton döneminde atılmaya başlanan Büyük Ortadoğu Projesi'ne AB ve NATO gibi uluslararası kuruluşlarla müdahil olarak kazanmaya çalışan Türkiye'nin aktif bir role soyunması da beklenemez.
Büyük(!) olduğu iddia edilen Ortadoğu Projesi'ne Suriye, Suudi Arabistan ve Mısır karşı çıkarak ellerini güçlendirmek isterlerken bölgenin en etkili ülkesi olarak nitelendirilen Türkiye'nin kendi pozisyonunu tam olarak tayin edememesi düşündürücü.
Ortadoğu'daki projelerde Türkiye adı ne olursa olsun yeralmak ve bu projelerde başat ülkelerden olmak zorundadır.
Başka ülkelerin biçtiği elbiseyi giyecek bir ülke olmak ne derece yakışıksız olursa, tarihi sorumlulukların dayattığı görevi itelemek o derece abes olacaktır.
Türkiye dahil olduğu ya da dahil edilmeye çalışıldığı projelerde kendi öz politikasını uyguladıkça güçlü ve etkili bir ülke olarak dünya denklemlerinde yeralacaktır.
Öncelikle de Kıbrıs'ta.
Bir Filistin, bir Irak, bir Kıbrıs bu hassasiyetlerin nirengi noktasını oluşturuyor.
Bölgede Filistin sorununa Türkiye'nin yaklaşımı yıllardan beri uygulanan hariciye politikalarıyla şekillenmiş durumda.
Filistin'den kopulmuyor, İsrail'den de vazgeçilmiyor.
Irak sorununda Saddam zamanında Saddamla ortak zemin arayışlarında bulunularak Türkmenler ve Kürtler'le ikili diyaloglar oluşturulmuştu.
Şimdilerde ise Irak'ın toprak bütünlüğünden kopulmak istenmiyor, Kürt ayrıcalıklarından ise huzursuzluk duyuluyor.
Kıbrıs sorununda gelinen nokta ise daha da ilginç bir seyir izliyor.
Rumlar'a taviz verilmiyor, KKTC topraklarından kopulmuyordu.
Şuan tam tersi bir pozisyon sözkonusu.
Rumlar'a hem siyasal hem de toprak tavizi verir durumdayız.
Direkt olarak al-ver şeklinde tecelli eder olmasa da Annan Planı adı altında sürdürülen müzakere süreci bu aşamaya getiriyor bizi.
Büyük ve Genişletilmiş bir Ortadoğu'da Türkiye'nin kendisine biçilen rolü mü oynayacağı yoksa kendi politik önceliklerini bu yeni projeyle hayata mı geçireceği şeklindeki tartışmalar bir yana; Kıbrıs sorununda alınan mesafe ve durulan konum Türkiye'nin bu projedeki yerini gösteriyor.
Türkiye'nin öne sürülmesine rağmen ikincil önemde yeralacağı pasifize edilmiş bir rol.
Türkiye'nin Irak, Filistin ve Kıbrıs'ta içerisine sokulduğu konum ortada.
Irak'ta kırmızı çizgiler silindi.
Filistin'de Türkiye'nin eli kolu bağlı.
Kıbrıs'ta inisiyatif yabancı misyon temsilcilerinde.
Kısacası; Irak, Filistin ve Kıbrıs gibi stratejik noktalarda Türkiye'nin etkisi her geçen gün daha da zayıflatılıyor.
Filistin dramını ve Çirkin Duvar sendromunun Adalet Divanı'na götürüldüğü sırada Türkiye'nin Filistin'e destek çıkamaması, İsrail saldıralarını önleyememesi,
Irak'ta Kürtler'e etnik ayrıcalıklar tanınırken Türkmen halka omuz verilememesi,
Hayati önemdeki Kıbsıs'ta egemenlik ve eşit statü gibi hususların Annan'a havale edilmeye kalkışılması nasıl bir politikanın göstergesi olabilir?
Temeli Clinton döneminde atılmaya başlanan Büyük Ortadoğu Projesi'ne AB ve NATO gibi uluslararası kuruluşlarla müdahil olarak kazanmaya çalışan Türkiye'nin aktif bir role soyunması da beklenemez.
Büyük(!) olduğu iddia edilen Ortadoğu Projesi'ne Suriye, Suudi Arabistan ve Mısır karşı çıkarak ellerini güçlendirmek isterlerken bölgenin en etkili ülkesi olarak nitelendirilen Türkiye'nin kendi pozisyonunu tam olarak tayin edememesi düşündürücü.
Ortadoğu'daki projelerde Türkiye adı ne olursa olsun yeralmak ve bu projelerde başat ülkelerden olmak zorundadır.
Başka ülkelerin biçtiği elbiseyi giyecek bir ülke olmak ne derece yakışıksız olursa, tarihi sorumlulukların dayattığı görevi itelemek o derece abes olacaktır.
Türkiye dahil olduğu ya da dahil edilmeye çalışıldığı projelerde kendi öz politikasını uyguladıkça güçlü ve etkili bir ülke olarak dünya denklemlerinde yeralacaktır.
Öncelikle de Kıbrıs'ta.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005