Onların ışığı, Hakk'a kulluktur
Allah yolcuları karanlığa ışıkla girerler. Onların ışığı, Hakk'a kulluktur. Onlar korku ve çekinme içinde olurlar. Sonlarının kötü gelmesi ihtimali onları korkutur. Hakk'ın ilmi acaba neyi gerektiriyor, malûmları değildir
10.07.2012 00:00:00
Oruç, namaz, zikir ve bütün tâat, Hak yolcusunun varlığına işlenmiştir. Bu hâller, onun etine, kanına karışmıştır. Bu hâli bulduktan sonra Hak onu cümle hâlinde esirger. Hüküm bağı o kulu bir an bile bırakmaz. O, bu hâlinde her şeyin ötesinde yaşar. Sanki o, hükmün gereğini taht yapıp üzerine oturmuş, Hakk'ın kudret denizinde yüzüyor. Evet, o kul, âhiret, lütuf denizi sahiline ve yakınlık iline varıncaya kadar böyle devam eder.
Bu yolculuğunda o kul bazen Hakk'a döner, bazen yaratılmışlara… Kullarla uğraşır, yorulur. Yaratan'a dönünce de rahat bulur.
Yazıklar sana, anlatılan işlerden senin haberin bile yok… Yaptığın işlerin hiç birinde bu hâlleri bulamıyorum. Ey ibadethanelerinde tek duranlar, hâlbuki halkı kalbinize doldurdunuz. Lehinizde ve aleyhinizde söylediğim hiçbir sözü duymaz oldunuz. Dilsiz ve sağırsınız. Kalkınız, bana geliniz. Yapmakta olduğunuz edep dışı hareketler dolayısıyla sizi sorguya çekmem. Allah'ın izni ile ve O'nun verdiği duygu gereğince size şefkat gösteririm; çünkü siz hastasınız. Sert sözlerim sizi korkutmasın ve sohbetimden kaçırmasın; bunlar benden değil, O ne konuşturursa onu konuşurum.
Ey evlat! Allah yolcuları karanlığa ışıkla girerler. Onların ışığı, Hakk'a kulluktur. Onlar korku ve çekinme içinde olurlar. Sonlarının kötü gelmesi ihtimali onları korkutur. Hakk'ın ilmi acaba neyi gerektiriyor, malûmları değildir. Sonları nice olur, bilmezler. Bütün bunları düşünerek karanlığı ibadet ışıkları ile delmeye çalışırlar. Çekinme, bazı zor işler, ağlamak, onların hâlidir. Namazlarını, oruçlarını, haclarını ve bütün ibadetlerini gerektiği gibi yaparlar. Hem dilleri, hem de kalpleri ile Hakk'ı zikrederler. Dünyadaki hâlleri böyle geçip gider. Sonra öbür âlemin en güzel yeri olan cennete giderler. Orada Hakk'ın rahmet yüzünü görür, iyiliğini bulur, bu hâllerine şükür ederler: “Allah'a hamd olsun, bizden kederi giderdi.” (el-Fâtır, 35/34)
Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar üstat sayılırlar. Ayrıca bunları yetiştiren şahlan, reisleri, emirleri, sahipleri de vardır. İşte bunlar, hep birlikte yukarıda beyan edilen duayı, öbür âleme göç etmeden burada da okurlar.
Hak Teâlâ'nın o yüce kulları O'nun kapısına vardıkları zaman kapıyı açık bulurlar. İlâhî süvariler onları orada bekler. Hepsi o yüce kulların gelmesini gözetliyordu zaten… Görünce selâm verir ve o sevgili kullar önünde baş eğer, emir beklerler.
Sâlih kullar, o kapıdan içeri girince hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşer kalbinin hatırlamasına imkân olmayan kutsî varlıklar görür, şöyle duaya başlarlar: “Allah'a hamd olsun; Zât'ından ayrı kalma üzüntüsünü bizden aldı. Aramızdaki perdenin verdiği kederi kaldırdı. Bizi Zât'ı için seçti, yakınlığına erdirdi. Bilhassa Zât'ından gayri şeylerle meşgul olma derdini bizden aldı. Bizi bütün fâni varlıklardan beri edip Zât'ı ile olmayı nasip ettiği için Allah'a hamd olsun; Rabb'imız hem Gafûr, hem de Şekûr'dur. Yaratan'ımız, hatalarımızı bize göstermeden siler ve yaptığımız az kulluğa karşı bol iyilik eder.”
Bu yolculuğunda o kul bazen Hakk'a döner, bazen yaratılmışlara… Kullarla uğraşır, yorulur. Yaratan'a dönünce de rahat bulur.
Yazıklar sana, anlatılan işlerden senin haberin bile yok… Yaptığın işlerin hiç birinde bu hâlleri bulamıyorum. Ey ibadethanelerinde tek duranlar, hâlbuki halkı kalbinize doldurdunuz. Lehinizde ve aleyhinizde söylediğim hiçbir sözü duymaz oldunuz. Dilsiz ve sağırsınız. Kalkınız, bana geliniz. Yapmakta olduğunuz edep dışı hareketler dolayısıyla sizi sorguya çekmem. Allah'ın izni ile ve O'nun verdiği duygu gereğince size şefkat gösteririm; çünkü siz hastasınız. Sert sözlerim sizi korkutmasın ve sohbetimden kaçırmasın; bunlar benden değil, O ne konuşturursa onu konuşurum.
Ey evlat! Allah yolcuları karanlığa ışıkla girerler. Onların ışığı, Hakk'a kulluktur. Onlar korku ve çekinme içinde olurlar. Sonlarının kötü gelmesi ihtimali onları korkutur. Hakk'ın ilmi acaba neyi gerektiriyor, malûmları değildir. Sonları nice olur, bilmezler. Bütün bunları düşünerek karanlığı ibadet ışıkları ile delmeye çalışırlar. Çekinme, bazı zor işler, ağlamak, onların hâlidir. Namazlarını, oruçlarını, haclarını ve bütün ibadetlerini gerektiği gibi yaparlar. Hem dilleri, hem de kalpleri ile Hakk'ı zikrederler. Dünyadaki hâlleri böyle geçip gider. Sonra öbür âlemin en güzel yeri olan cennete giderler. Orada Hakk'ın rahmet yüzünü görür, iyiliğini bulur, bu hâllerine şükür ederler: “Allah'a hamd olsun, bizden kederi giderdi.” (el-Fâtır, 35/34)
Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar üstat sayılırlar. Ayrıca bunları yetiştiren şahlan, reisleri, emirleri, sahipleri de vardır. İşte bunlar, hep birlikte yukarıda beyan edilen duayı, öbür âleme göç etmeden burada da okurlar.
Hak Teâlâ'nın o yüce kulları O'nun kapısına vardıkları zaman kapıyı açık bulurlar. İlâhî süvariler onları orada bekler. Hepsi o yüce kulların gelmesini gözetliyordu zaten… Görünce selâm verir ve o sevgili kullar önünde baş eğer, emir beklerler.
Sâlih kullar, o kapıdan içeri girince hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşer kalbinin hatırlamasına imkân olmayan kutsî varlıklar görür, şöyle duaya başlarlar: “Allah'a hamd olsun; Zât'ından ayrı kalma üzüntüsünü bizden aldı. Aramızdaki perdenin verdiği kederi kaldırdı. Bizi Zât'ı için seçti, yakınlığına erdirdi. Bilhassa Zât'ından gayri şeylerle meşgul olma derdini bizden aldı. Bizi bütün fâni varlıklardan beri edip Zât'ı ile olmayı nasip ettiği için Allah'a hamd olsun; Rabb'imız hem Gafûr, hem de Şekûr'dur. Yaratan'ımız, hatalarımızı bize göstermeden siler ve yaptığımız az kulluğa karşı bol iyilik eder.”
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.