Onlar sünneti diriltip bid’ati öldürenlerdi
Hz. Ali (a.s.) Sıffin’de şehit olanlar için buyurdu ki: “Ah! Kur’an okuyan, onu sağlam ve doğru şekilde anlayan, farzları araştırıp ikame eden, sünneti diriltip bid’ati öldüren, cihada davet edilip davete icabet eden, lidere güvenip itaat eden kardeşlerim!”
18.11.2024 11:02:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İmam Ali'nin (a.s) hükümetinin son günlerinde Sakife günü gerçekleşen sapmanın sonuçları somut olarak belirmeye başladı.
Muaviye ve onu izleyenler, İslâm'ın içinden İslâm'a karşı savaşmaya başladılar. İslâm toplumunu bir arada tutan son bağları da parçaladılar. İslâm toplumunu tahrip ettiler ve arzularına, ihtiraslarına uygun bir toplum oluşturmaya koyuldular. İmam'ın (a.s) fesadın kökünü kurutmak maksadıyla giriştiği kilometre taşı niteliğindeki savaşlardan sonra durum şu şekilde özetlenebilir:
İmam (a.s) ve ümmet, bilinçli, duyarlı seçkin sahabileri yitirme felâketini yaşadılar. Bunlar, toplum üzerinde son derece etkiliydiler ve risalet çizgisindeki İslâmî hareketi temsil ediyorlardı. İmam'ın (a.s) önderliğinde Kur'an ve sünnete uygun salih bir ümmeti oluşturacak nitelikte kimseler idiler.
Bunların kaybından dolayı İmam (a.s) büyük bir üzüntü yaşıyordu. Onların yasını tutarken söylediği şu sözlerden bu üzüntünün büyüklüğünü anlayabiliriz:
"Sıffin'de kanları dökülen kardeşlerimiz bugün yaşamadıkları, lokmalar yutmadıkları ve su içmedikleri için zararda değildirler. Allah'a yemin ederim ki, onlar Allah'a kavuştular ve Allah onların ecirlerini eksiksiz vermiş, onları, yaşadıkları korkulardan sonra güvenlik yurduna koymuştur...
Nerede yola dizilen ve hak üzere yürüyen kardeşlerim? Nerede Ammar? Nerede İbn-i Teyhan? Nerede Zü'ş-Şehadeteyn? Nerede onlar gibi samimi bir niyet üzere ahidleşen ve günahkârlara karşı başlarını ortaya koyan yiğitler?"
Sonra elini yüzüne koydu ve uzun uzun ağladı: "Ah! Kur'ân okuyan, onu sağlam ve doğru şekilde anlayan, farzları araştırıp ikame eden, sünneti diriltip bidati öldüren, cihada davet edilip davete icabet eden, lidere güvenip itaat eden kardeşlerim!" (Şerh-u Nehc'il Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/99).
Ordu serkeşliğe başlamış, dağılmış, zayıflık ve savaştan bıkkınlık alâmetleri belirmişti. Çünkü uzun süren savaşlarda Iraklılar çok ölü vermişlerdi ve İmam'ın (a.s) ordusunun iskeletini de Iraklılar oluşturuyordu. İmam'ın (a.s) hitap gücü, parlak hitabeti ve tartışılmaz kanıtları, halk tabanını savaşı sürdürmeye iletmeye, onları harekete geçmeye yetmez olmuştu.
Orduyu isteksiz hâle getiren unsurların başında, Muaviye'nin, dünya malına düşkün kabile reisleriyle olan münasebetlerini ve yazışmalarını kesmemesi geliyordu. Bu kabile reisleri, İmam'ın kuvvetlerini ve onu destekleyen halk kitlelerini zayıf düşürecek her eylemlerine karşı, Muaviye'den büyük maddî kazanç ve yüksek makamlar elde ediyorlardı.
Hatta bu yüzden İmam (a.s) Nehrevan Savaşı'ndan sonra, Nuhayle karargâhında orduyu Muaviye'ye karşı savaşmak üzere harekete geçirememişti. Askerlerin çoğu Kûfe'ye girmişlerdi ve İmam (a.s) savaşı ertelemek zorunda kalmıştı. (Tarih-i Taberî, 4/67).
Muaviye ve onu izleyenler, İslâm'ın içinden İslâm'a karşı savaşmaya başladılar. İslâm toplumunu bir arada tutan son bağları da parçaladılar. İslâm toplumunu tahrip ettiler ve arzularına, ihtiraslarına uygun bir toplum oluşturmaya koyuldular. İmam'ın (a.s) fesadın kökünü kurutmak maksadıyla giriştiği kilometre taşı niteliğindeki savaşlardan sonra durum şu şekilde özetlenebilir:
İmam (a.s) ve ümmet, bilinçli, duyarlı seçkin sahabileri yitirme felâketini yaşadılar. Bunlar, toplum üzerinde son derece etkiliydiler ve risalet çizgisindeki İslâmî hareketi temsil ediyorlardı. İmam'ın (a.s) önderliğinde Kur'an ve sünnete uygun salih bir ümmeti oluşturacak nitelikte kimseler idiler.
Bunların kaybından dolayı İmam (a.s) büyük bir üzüntü yaşıyordu. Onların yasını tutarken söylediği şu sözlerden bu üzüntünün büyüklüğünü anlayabiliriz:
"Sıffin'de kanları dökülen kardeşlerimiz bugün yaşamadıkları, lokmalar yutmadıkları ve su içmedikleri için zararda değildirler. Allah'a yemin ederim ki, onlar Allah'a kavuştular ve Allah onların ecirlerini eksiksiz vermiş, onları, yaşadıkları korkulardan sonra güvenlik yurduna koymuştur...
Nerede yola dizilen ve hak üzere yürüyen kardeşlerim? Nerede Ammar? Nerede İbn-i Teyhan? Nerede Zü'ş-Şehadeteyn? Nerede onlar gibi samimi bir niyet üzere ahidleşen ve günahkârlara karşı başlarını ortaya koyan yiğitler?"
Sonra elini yüzüne koydu ve uzun uzun ağladı: "Ah! Kur'ân okuyan, onu sağlam ve doğru şekilde anlayan, farzları araştırıp ikame eden, sünneti diriltip bidati öldüren, cihada davet edilip davete icabet eden, lidere güvenip itaat eden kardeşlerim!" (Şerh-u Nehc'il Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 10/99).
Ordu serkeşliğe başlamış, dağılmış, zayıflık ve savaştan bıkkınlık alâmetleri belirmişti. Çünkü uzun süren savaşlarda Iraklılar çok ölü vermişlerdi ve İmam'ın (a.s) ordusunun iskeletini de Iraklılar oluşturuyordu. İmam'ın (a.s) hitap gücü, parlak hitabeti ve tartışılmaz kanıtları, halk tabanını savaşı sürdürmeye iletmeye, onları harekete geçmeye yetmez olmuştu.
Orduyu isteksiz hâle getiren unsurların başında, Muaviye'nin, dünya malına düşkün kabile reisleriyle olan münasebetlerini ve yazışmalarını kesmemesi geliyordu. Bu kabile reisleri, İmam'ın kuvvetlerini ve onu destekleyen halk kitlelerini zayıf düşürecek her eylemlerine karşı, Muaviye'den büyük maddî kazanç ve yüksek makamlar elde ediyorlardı.
Hatta bu yüzden İmam (a.s) Nehrevan Savaşı'ndan sonra, Nuhayle karargâhında orduyu Muaviye'ye karşı savaşmak üzere harekete geçirememişti. Askerlerin çoğu Kûfe'ye girmişlerdi ve İmam (a.s) savaşı ertelemek zorunda kalmıştı. (Tarih-i Taberî, 4/67).