Her nefis ölümü tadacaktır
İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kaza-kadere inanmaktır. Bu, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeyle iç içe bir durumdur. Bunu kabul etmeyenin adı Müslüman olamaz
17.11.2024 08:27:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kaza-kadere inanmaktır. Bu, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeyle iç içe bir durumdur. Bunu kabul etmeyenin adı Müslüman olamaz.
Ölümün en mühim özelliği her ân âhireti hatırda tutturması, kulu buna göre hazırlamasıdır. Bunun da yolu "ölümü tefekkür"dür.
İbâdet azalması, âhiret inancının zayıflamasını da beraberinde getirir. Çünkü alabildiğine bir başıboş koşuş neredeyse hepimizde vardır. İnsan böyle bir boşluğa düştüğü zaman, dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi olur.
Âhireti de unutur, hesabı da unutur. İnansa bile bunlar hayatta onu etkileyen şeyler olarak karşısına çıkmaz. Bu sebeple eğer kullukta ısrarlı isek, insanın ibâdet ve taatle içiçe olması lazımdır.
Peygamber Efendimiz şu ikazı yapar: "Hiç şüphe yok ki, şu kalpler paslanır. Ve yine hiç şüphe yok ki, onların cilası Kur'ân-ı Kerim okumak, ölümü hatırlamak ve zikir meclislerinde bulunmaktır."
Bir başka hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz; "Ölmeden evvel ölünüz" "Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz" buyurdu.
En güzel muhasebe de insanın "Nereden geldim, nereye gideceğim? Ben neydim, ne oldum? Ne yapıyorum?" diye kendini hesaba çekmesidir.
Bütün bunların insanın gönlünde yer edebilmesi için, âlemde geçici bir yolcu olduğunu çok iyi bilmesi, ölümü tefekkür etmesi lazımdır.
Hadis-i şeriflerde ibret alınması için ölüm ve kabir hâlleri anlatılmıştır: "Kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım fakat bundan sonra ziyaret edebilirsiniz."
Başka bir rivâyet ise şöyledir: "Kabirleri ziyaret etmek isteyen, ziyaret etsin; çünkü kabirleri ziyaret etmek insana âhireti düşündürür."
Ebû Saîd'den, "Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi), namazgâhına girince, cemaatin çokça konuştuklarını görerek şöyle buyurdu: 'Eğer siz lezzetleri yok eden (ölümü) ansaydınız, bu kadar çok konuşmazdınız. O lezzetleri yok edeni çokça anın! Kabir her gün şöyle konuşur: Ben gurbet eviyim. Ben içinde yalnız yaşanan bir evim. Ben içinde kurtlar ve zararlı haşaratın bulunduğu evim.
İnanmış bir kul defnedildiğinde kabir ona şöyle hitap eder: Merhaba, hoş geldin-safâ geldin! Sen üzerimde yürüyenlerin en sevimlisi idin. Artık bana kavuştun. Sana yapacağım iyiliği bizzat gözünle göreceksin.
Sonra genişler, genişler ve ona Cennet'e bakan bir kapı açılır.
Fâcir ve kâfir kula gelince, kabir ona şöyle seslenir: Sana ne merhaba, ne hoş geldin, ne de safâ geldin! Çünkü sen üzerimde yürüyen en nefret ettiğim kişiydin. Artık bana geldin, bana kavuştun, şimdi sana yapacaklarımı göreceksin.
Sonra, üzerine çullanacak, sıkacak, sıkacak kaburgaları birbirine girecektir.'
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) parmaklarını birleştirerek şöyle buyurdu:
'Ona doksan ya da doksan dokuz ejderha musallat edilecek. Onlardan birisi yere şöyle bir üfürse yerde hiçbir şey bitmez ve dünyada hayat da kalmaz. Hesap vermek için dirilinceye dek onun etinden koparıp onu sokacaklardır."
Ardından Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi), 'Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur' buyurdu."
Ölümü düşünmek lazımdır. Bunu yaptığımız zaman ibâdeti, zikri daha yerinde, zamanında ve de fevkinde edâ ederiz. Onun da feyzi-muhabbeti farklı olur.
İnsanın, "Dünyaya niye geldik?" diye sorması lazımdır. Allah kulunu deniyor. İnsanın kazanması için dediklerini yerine getirmesi lazımdır. Yüce Allah'ın dediklerini yerine getirmenin ve O'nun rızâsını gözeterek yaşamanın adı da ibâdettir. İbâdetler bizi Allah'a taşır. Bu sebeple, Allah'a ulaşmak, O'na kavuşmak isteyen insanın yaşantısında ibâdetler önemli bir yer tutar.
Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de Allah'a kavuşmayı ummayanlar ve dünya hayatına râzı olanların âkıbetini ikaz buyuruyor:
"Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına râzı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gâfil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!"
"Ama onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zâlimleri çok iyi bilir."
O kişiler Allah'a ulaşmayı ummadılar. Allah'a döneceklerine, O'na hesap vereceklerine ihtimal vermediler. Oysa Cenâb-ı Hakk, hem iyilik, hem de kötülük yönünden zerrenin hesabını soracaktır. Böyle bir şeyi hesaba koymayanlar ise, âyete göre dünya hayatına râzı olup onunla rahat bulanlardır.
Her nefis ölümü tadacaktır. Geriye kalacak olan sâlih amellerdir. O sebeple akıllı kul, sâlih amellere sarılmalıdır.
Ebû Zer'den (radiyallahu anh) rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyurulur: "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) mesciddeyken yanına girdim, şöyle buyurdu: 'Mescidin bir saygısı (tahiyyesi, selâmı) vardır.'
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! Mescidin saygısı nedir?'
"(Girince) kılacağın iki rek'at namaz' buyurdu.
'Allah sana, İbrahim ve Mûsâ'nın suhuflarında bulunanlardan hiçbir şey indirdi mi?' diye sorunca, bana;
'Ey Ebû Zer, şunu oku: 'İyi temizlenen ve Rabb'inin adını anıp namaz kılan kimse felaha ermiştir. Siz bilakis dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa âhiret daha iyi ve daha kalıcıdır.' Bu, ilk suhuf olan İbrâhim'in ve Mûsâ'nın suhuflarında da vardır' buyurdu.
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! İbrâhim ve Mûsâ'nın suhuflarında ne tür hikmetler vardı?' Cevaben şöyle buyurdu:
'Bunlarda ibretli şeyler vardı. Mesela, ölümü görüp de inandığı hâlde rahat olan kişiye şaşarım. Cehennem'in var olduğunu bilip de gülene şaşarım.
Dünyanın içinde yaşayanlarla beraber değiştiğini görüp de tatmin olan kişiye de şaşarım. Kadere inanıp da sonra (yorulup) durana şaşarım. Hesaba inanıp (gereğince) amel etmeyene de şaşarım.'" (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Ölümün en mühim özelliği her ân âhireti hatırda tutturması, kulu buna göre hazırlamasıdır. Bunun da yolu "ölümü tefekkür"dür.
İbâdet azalması, âhiret inancının zayıflamasını da beraberinde getirir. Çünkü alabildiğine bir başıboş koşuş neredeyse hepimizde vardır. İnsan böyle bir boşluğa düştüğü zaman, dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi olur.
Âhireti de unutur, hesabı da unutur. İnansa bile bunlar hayatta onu etkileyen şeyler olarak karşısına çıkmaz. Bu sebeple eğer kullukta ısrarlı isek, insanın ibâdet ve taatle içiçe olması lazımdır.
Peygamber Efendimiz şu ikazı yapar: "Hiç şüphe yok ki, şu kalpler paslanır. Ve yine hiç şüphe yok ki, onların cilası Kur'ân-ı Kerim okumak, ölümü hatırlamak ve zikir meclislerinde bulunmaktır."
Bir başka hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz; "Ölmeden evvel ölünüz" "Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz" buyurdu.
En güzel muhasebe de insanın "Nereden geldim, nereye gideceğim? Ben neydim, ne oldum? Ne yapıyorum?" diye kendini hesaba çekmesidir.
Bütün bunların insanın gönlünde yer edebilmesi için, âlemde geçici bir yolcu olduğunu çok iyi bilmesi, ölümü tefekkür etmesi lazımdır.
Hadis-i şeriflerde ibret alınması için ölüm ve kabir hâlleri anlatılmıştır: "Kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım fakat bundan sonra ziyaret edebilirsiniz."
Başka bir rivâyet ise şöyledir: "Kabirleri ziyaret etmek isteyen, ziyaret etsin; çünkü kabirleri ziyaret etmek insana âhireti düşündürür."
Ebû Saîd'den, "Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi), namazgâhına girince, cemaatin çokça konuştuklarını görerek şöyle buyurdu: 'Eğer siz lezzetleri yok eden (ölümü) ansaydınız, bu kadar çok konuşmazdınız. O lezzetleri yok edeni çokça anın! Kabir her gün şöyle konuşur: Ben gurbet eviyim. Ben içinde yalnız yaşanan bir evim. Ben içinde kurtlar ve zararlı haşaratın bulunduğu evim.
İnanmış bir kul defnedildiğinde kabir ona şöyle hitap eder: Merhaba, hoş geldin-safâ geldin! Sen üzerimde yürüyenlerin en sevimlisi idin. Artık bana kavuştun. Sana yapacağım iyiliği bizzat gözünle göreceksin.
Sonra genişler, genişler ve ona Cennet'e bakan bir kapı açılır.
Fâcir ve kâfir kula gelince, kabir ona şöyle seslenir: Sana ne merhaba, ne hoş geldin, ne de safâ geldin! Çünkü sen üzerimde yürüyen en nefret ettiğim kişiydin. Artık bana geldin, bana kavuştun, şimdi sana yapacaklarımı göreceksin.
Sonra, üzerine çullanacak, sıkacak, sıkacak kaburgaları birbirine girecektir.'
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) parmaklarını birleştirerek şöyle buyurdu:
'Ona doksan ya da doksan dokuz ejderha musallat edilecek. Onlardan birisi yere şöyle bir üfürse yerde hiçbir şey bitmez ve dünyada hayat da kalmaz. Hesap vermek için dirilinceye dek onun etinden koparıp onu sokacaklardır."
Ardından Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi), 'Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur' buyurdu."
Ölümü düşünmek lazımdır. Bunu yaptığımız zaman ibâdeti, zikri daha yerinde, zamanında ve de fevkinde edâ ederiz. Onun da feyzi-muhabbeti farklı olur.
İnsanın, "Dünyaya niye geldik?" diye sorması lazımdır. Allah kulunu deniyor. İnsanın kazanması için dediklerini yerine getirmesi lazımdır. Yüce Allah'ın dediklerini yerine getirmenin ve O'nun rızâsını gözeterek yaşamanın adı da ibâdettir. İbâdetler bizi Allah'a taşır. Bu sebeple, Allah'a ulaşmak, O'na kavuşmak isteyen insanın yaşantısında ibâdetler önemli bir yer tutar.
Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de Allah'a kavuşmayı ummayanlar ve dünya hayatına râzı olanların âkıbetini ikaz buyuruyor:
"Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına râzı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gâfil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!"
"Ama onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zâlimleri çok iyi bilir."
O kişiler Allah'a ulaşmayı ummadılar. Allah'a döneceklerine, O'na hesap vereceklerine ihtimal vermediler. Oysa Cenâb-ı Hakk, hem iyilik, hem de kötülük yönünden zerrenin hesabını soracaktır. Böyle bir şeyi hesaba koymayanlar ise, âyete göre dünya hayatına râzı olup onunla rahat bulanlardır.
Her nefis ölümü tadacaktır. Geriye kalacak olan sâlih amellerdir. O sebeple akıllı kul, sâlih amellere sarılmalıdır.
Ebû Zer'den (radiyallahu anh) rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyurulur: "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) mesciddeyken yanına girdim, şöyle buyurdu: 'Mescidin bir saygısı (tahiyyesi, selâmı) vardır.'
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! Mescidin saygısı nedir?'
"(Girince) kılacağın iki rek'at namaz' buyurdu.
'Allah sana, İbrahim ve Mûsâ'nın suhuflarında bulunanlardan hiçbir şey indirdi mi?' diye sorunca, bana;
'Ey Ebû Zer, şunu oku: 'İyi temizlenen ve Rabb'inin adını anıp namaz kılan kimse felaha ermiştir. Siz bilakis dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa âhiret daha iyi ve daha kalıcıdır.' Bu, ilk suhuf olan İbrâhim'in ve Mûsâ'nın suhuflarında da vardır' buyurdu.
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! İbrâhim ve Mûsâ'nın suhuflarında ne tür hikmetler vardı?' Cevaben şöyle buyurdu:
'Bunlarda ibretli şeyler vardı. Mesela, ölümü görüp de inandığı hâlde rahat olan kişiye şaşarım. Cehennem'in var olduğunu bilip de gülene şaşarım.
Dünyanın içinde yaşayanlarla beraber değiştiğini görüp de tatmin olan kişiye de şaşarım. Kadere inanıp da sonra (yorulup) durana şaşarım. Hesaba inanıp (gereğince) amel etmeyene de şaşarım.'" (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)