Onlar seçilmişlerin en üstünüydüler
Ehl-i Beyt’in mensupları, İslam dinini temsil edenler ve İslam’ın bariz ve açık hüccetleri, beşer fertlerinin en kâmili ve insanlık âleminin en seçkini ve seçkinlerinin en üstünleriydiler
01.08.2023 10:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





Mübahale ayetinde yer alan üç unsur hepsi de çoğul 'oğullarımız, nefislerimiz ve kadınlarımız' edatı ile beyan edilmiştir. Beyan ilmi âlimlerinin söylediği gibi cem (çoğul) bir kelime, başka bir kelimeye izafe edilince de "istiğrak" (tüm, umumi) manası anlaşılır. Binaenaleyh bu cümlelerin manası şöyledir: "tüm çocuklar, tüm nefisler ve tüm kadınlar." Hâlbuki Müslümanların çocuklarından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, nefislerinden Hz. Ali ve kadınlarından da Hz. Fâtıma'dan başka hiç kimse mübahalede bulunmalıdır. O halde neden bu büyükler hakkında cem (çoğul) ve umumu ifade eden edat kullanılmıştır?
Çoğul edatının onlar hakkında kullanılmasının sebebi şudur: Bu büyük şahsiyetler, İslam dinini temsil edenler ve İslam'ın bariz ve açık hüccetleri, beşer fertlerinin en kâmili ve insanlık âleminin en seçkini ve seçkinlerinin en üstünleriydiler. Masum yüzlerinden İslam ümmetinin diğer fertlerinden hiçbirinde görülmeyen bir ruhaniyet ve "maneviyat nuru" müşahede edilen kimselerdi bunlar. İbadet ve Allah'a kulluk makamında, mutlak manada halis bir kalp ve riyadan uzak bir gönüle sahip olanlar da yine bunlardı. Dolayısıyla da onların mübahale olayına davet edilmesi ve onların da katılması, tüm Müslümanların mübahaleye iştiraki anlamına geliyordu. Böylece onların duadan sonra "âmin" demesiyle, tüm Müslümanların âmin demesine gerek kalmıyordu.
İşte bu yüzden onlar hakkında, izafe edilince istiğrak manasını ifade eden çoğul edatı kullanılmıştır.
Kur'an'ın sırlarını inceleyen ve dikkatle araştıran herkes görür ki bahsedilen ayette, hemen hemen şu şiirde ifade edilen mana dile getirilmektedir: "İlahi kudretten değildir uzak/Toplasın âlemi tek bir şahısta."
Burada göze çarpan önemli nükteden biri de şudur: Zikredilen ayette Hz. Ali (a.s.) için de özel bir imtiyaz beyan edilmektedir. Hz. Ali'nin (a.s) diğer faziletleri içinde en büyük ve önemli olanı da budur aslında.
Bu ayet Hz. Ali'ye (a.s) Peygamber'in nefsi olarak hitap etmiştir. Gerçekten de bu çok büyük bir makam ve mevkidir ki dost ve düşman herkesi şaşırtmaktadır. Tüm insanların bu makama imrenmesi de gerçekten yerinde ve haklı bir şeydir.
"Bu Allah'ın bir fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu boldur. O her şeyi bilir." (Maide, 54).
Dikkat edilecek olursa, Kur'an'ın Ali'yi (a.s.) Peygamber'in (s.a.v) canı ve nefsi olarak tavsif etmesinin sebebinin, O'nun İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi ve bütün hayatında ve vefatından sonra da Hz. Peygamber'e en yakın bir şahsiyet olduğunu anlamakta zorluk çekmez.
Kur'an'da zikredilmekle ebediyet kazanan bu büyük fazileti Ehl-i Beyt dostları tasrih etmişler ve düşmanları da bunu inkâr edememiş ve görmezlikten gelememişlerdir. Hatta en şüphe götürmez gerçeklerde dahi şüphe icat eden ve esasen şüpheci bir özellik taşıyan Fahri Razi gibi bir şahıs bile, mezkûr ayetin, Hz. Ali'nin (a.s) faziletine delalet ettiğinde şüphe icat edememiştir.
(Kur'an ve Hadisler Işığında Hz. Fâtıma (a.s.), Abdulhüseyin Şerefuddin).
Çoğul edatının onlar hakkında kullanılmasının sebebi şudur: Bu büyük şahsiyetler, İslam dinini temsil edenler ve İslam'ın bariz ve açık hüccetleri, beşer fertlerinin en kâmili ve insanlık âleminin en seçkini ve seçkinlerinin en üstünleriydiler. Masum yüzlerinden İslam ümmetinin diğer fertlerinden hiçbirinde görülmeyen bir ruhaniyet ve "maneviyat nuru" müşahede edilen kimselerdi bunlar. İbadet ve Allah'a kulluk makamında, mutlak manada halis bir kalp ve riyadan uzak bir gönüle sahip olanlar da yine bunlardı. Dolayısıyla da onların mübahale olayına davet edilmesi ve onların da katılması, tüm Müslümanların mübahaleye iştiraki anlamına geliyordu. Böylece onların duadan sonra "âmin" demesiyle, tüm Müslümanların âmin demesine gerek kalmıyordu.
İşte bu yüzden onlar hakkında, izafe edilince istiğrak manasını ifade eden çoğul edatı kullanılmıştır.
Kur'an'ın sırlarını inceleyen ve dikkatle araştıran herkes görür ki bahsedilen ayette, hemen hemen şu şiirde ifade edilen mana dile getirilmektedir: "İlahi kudretten değildir uzak/Toplasın âlemi tek bir şahısta."
Burada göze çarpan önemli nükteden biri de şudur: Zikredilen ayette Hz. Ali (a.s.) için de özel bir imtiyaz beyan edilmektedir. Hz. Ali'nin (a.s) diğer faziletleri içinde en büyük ve önemli olanı da budur aslında.
Bu ayet Hz. Ali'ye (a.s) Peygamber'in nefsi olarak hitap etmiştir. Gerçekten de bu çok büyük bir makam ve mevkidir ki dost ve düşman herkesi şaşırtmaktadır. Tüm insanların bu makama imrenmesi de gerçekten yerinde ve haklı bir şeydir.
"Bu Allah'ın bir fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu boldur. O her şeyi bilir." (Maide, 54).
Dikkat edilecek olursa, Kur'an'ın Ali'yi (a.s.) Peygamber'in (s.a.v) canı ve nefsi olarak tavsif etmesinin sebebinin, O'nun İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi ve bütün hayatında ve vefatından sonra da Hz. Peygamber'e en yakın bir şahsiyet olduğunu anlamakta zorluk çekmez.
Kur'an'da zikredilmekle ebediyet kazanan bu büyük fazileti Ehl-i Beyt dostları tasrih etmişler ve düşmanları da bunu inkâr edememiş ve görmezlikten gelememişlerdir. Hatta en şüphe götürmez gerçeklerde dahi şüphe icat eden ve esasen şüpheci bir özellik taşıyan Fahri Razi gibi bir şahıs bile, mezkûr ayetin, Hz. Ali'nin (a.s) faziletine delalet ettiğinde şüphe icat edememiştir.
(Kur'an ve Hadisler Işığında Hz. Fâtıma (a.s.), Abdulhüseyin Şerefuddin).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.