Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Âdem Peygamberin "esmâ" ilmi, "kelâm ve mânâ toplayıcılığı" makamından kerameti zuhura gelince, melekler acz ve noksanlıklarını anladılar ve baş eğdiler. Yani, Allah-u Teâlâ öyle bir halife yaratmıştı ki, o halife meleklerden bile üstündü. Bu üstünlüğün sahibine de melekler baş eğdiler. Bu üstün ilk insan, ilk peygamberden sonra Allah'ın halifeleri ardı ardına yeryüzüne indiler. Herbirinin taşıdığı büyük emanet en son olarak bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizde karar kıldı. Her şey aslî sahibini bulmuş oldu. Böylece, insanın yaradılışından murâd olunan, O'nun gelmesi gerçekleşmiş oldu. Meleklerin, Âdem Peygambere secde etmelerinin de, alnındaki Muhammedî nur sebebiyle olduğu, Allah Resûlünün vücudunda hakikatini buldu.
Nitekim, bu hususu te'yid eden âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
"Allah ve melekler, Nebi'ye salât ederler". Meleklerin, Âdem Peygambere secdelerinde Allah'la beraber olmadıkları açıktır. Fakat Nebi'sine salatta, Allah, melekleriyle beraberdir.
İsim ve mânâların ilk olarak Resûller Resûlü'ne talim olunduğu bahsinde en büyük delil şu hadistir:
"Ezel âleminde bana ümmetimin yüzleri gösterildi ve bütün isimler talim edildi. Âdem Peygambere talim edildiği gibi...".
* Kâinatın Efendisine, hiçbir peygambere bahşedilmeyen nimetler ihsan olunduğu gibi diğer peygamberlere verilen nimetler de fazlasıyla bahşolunmuştur:
İdris Peygamber, göklere çıkarılarak şereflendirildi. Âlemin Fahri ise Mi'rac'da öyle bir yüksekliğe çıkarılmıştı ki, böylesi hiçbir peygambere nasip olmadı.
Nuh Peygamber, peşindeki mü'minlerle boğulmaktan kurtarılmıştı. Varlığın Nûru'na ise, öyle bir imtiyaz bahşolunmuştu ki, ümmeti, öbür topluluklara erişen belâlardan emin oldu: Gökten taş ve ateş yağması ve bir anda kahredici ses gelmesi tarzındaki azaplardan mahfuz kılındı.
İbrahim Peygambere ateşten kurtulmak mu'cizesi lâyık görülmüş ise, Mi'rac gecesi dünya semaının altında, bir ateş deryasından geçtikleri de rivayet olunan Kâinat Efendisine ise, bunların da fevkinde harp ve fitne ateşini söndürmesi ihsan olundu.
Hz. İbrahim'e dostluk makamı açıldıysa, O'na da Allah'ın habîbi olmak gibi misilsiz bir şeref bahşedildi.
Bir hadis, Hz. İbrahim'e şefaat için başvuranların şu cevabı aldıklarını kaydeder:
"Ben hicab perdesinden Allah dostu oldum. Başvurulması gereken, Allah'ın sevgilisidir". Ve yine Hz. İbrahim'e Kâbe'yi bina etmek nasip olduysa, Kâinatın Efendisine de Kâbe'nin makamındaki "Hacerü'l-Esved"i yerine yerleştirmek; yani, Kâbe'nin mânâsını tamamlamak nasib oldu.
Eğer Musa Peygamber, asasını ejderhaya çevirdi ise, O da, nice şeytanları yola getirdi.
Kâinatın Efendisi'nin Ay'ı ikiye bölme mu'cizesi, Musa Peygamberin Nil'i ikiye bölmesinden daha şaşkınlık vericidir.
Musa Aleyhisselâma verilen duaların kabulü özelliği, Varlığın Nûru'na hesapsız ve sınırsız olarak verilmiştir.
Yine O'nun parmaklarından su fışkırması, Musa Peygamberin kuru taştan su çıkarmasından daha üstündür.
Allah'ın sevgilisine verilen fesâhat ise, nebîler de dahil, insanoğluna verilen kelâm nimetlerinin üstünde ve başlı başına mu'cize olmaktadır.
Bazı sahabiler Allah'ın Resûlü'ne dediler:
- Ey Allah'ın Resûlü! Senden daha fesahatlisini görmedik.
Cevap:
- Nasıl fesahatlı olmayayım ki; Kur'ân benim konuştuğum dil üzerine nazil olmuştur!.
Davud Peygambere demiri yumuşatma kudreti verilmişti. Kâinatın Efendisi ise, ellerine kuru bir ağaç aldıkları zaman o cansız ağaç tazelenip filizlenmeye başlardı.
Hz. Süleyman'a hayvanları, cinleri ve rüzgârı teşhir etmek kudreti verilmişti. Fakat Kâinatın Efendisine fazlası bahşolundu. Taşlar O'nunla konuştular. O'na selâm verdiler ve mukaddes ellerinde tesbih ettiler.
Hz. Süleyman'a şeytanları zaptetme kâbiliyeti verilmişti. Allah'ın Resûlü ise, birgün Ramazanda, karşılarına geçen İblis'i mescid direğine bağladılar. Süleyman Peygamber cinleri kullanmak marifetine ermişti. Varlığın Nûru ise, cinleri Müslüman etti. Hz. Süleyman'a mülk ve saltanat verildi ama, O, saltanatların en büyüğüyle kulluk arasında serbest bırakıldığında kulluğu seçti ve 'kul peygamber' olmayı, 'sultan peygamber' olmanın üstünde tuttu.
Netice itibariyle, her peygambere verilen üstünlüklerin en üstünü yine O'na verildi.
* Kâinatın Efendisi, topyekûn insanlar içinde, ezel meclisinde "evet" cevabını veren ilk insan oldu.
Faziletlerinin başında, insan ve bütün kâinatın O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olması vardır. Allah tarafından bütün nebî ve resûllerden sevgilisine iman getirmeleri için ahd ve misak alınmıştır. Bu hakikat, Kur'ân nassıyla sabittir.
Allah Resûlü'nün faziletlerinden en önde gelen sıfat nebî ve resûller zincirinin son, toplayıcı ve tamamlayıcı halkası olmalarıdır.
Buhari ve Müslim yoluyla gelen hadis şöyledir:
"Bir insan düşünün ki; bir ev bina edip her tarafını güzel yapmış, fakat son taşını eksik bırakmış ve yerine koymamış. Halk da evi gezip beğenmiş, fakat son taşın eksikliğini görüp taaccüp etmişler ve: 'Ne olurdu, şu taş da yerine oturtulmuş olsaydı?', diye düşünmüşler. İşte ben, o son taşın ta kendisiyim, toplayıcı ve tamamlayıcıyım. Benden sonra nebî ve resûl gelmez."
* Allah Resûlü'nün faziletleri arasında, şeriatlerinin kıyamete kadar mu'teber ve bütün öbür şeriatleri neshedici, kaldırıcı mahiyette oluşu da yer almaktadır.
* Son olarak, bir hadis âlimine sorulan iki soru ve cevabıyla konuyu tamamlayalım.
Hadis âlimine sordular:
- O'nun semâ ehline üstünlüğü nereden gelir?
Cevap:
- Melekler hakkında Allah, tevhidden uzaklaşacak olsalar cehenneme düşerler buyurdu. Sevgilisi için de, O'na fetih verildiğini ve geçmiş, gelecek bütün günahlarının affedildiğini bildirdi.
Sordular:
- Ya öbür peygamberlerden üstünlüğü?
Cevap:
- Allah, O'nun topyekûn insan ve cinlere ve bütün kavimlere gönderildiğini ferman eyledi.
Yani, öbür peygamberler, yalnız bellibaşlı zamanlarda ve bellibaşlı kavimlere gönderilmişken, Allah'ın Resûlü, ebediyet kaydıyla bütün insanlığa gönderilmiştir.
Âdem Peygamberin "esmâ" ilmi, "kelâm ve mânâ toplayıcılığı" makamından kerameti zuhura gelince, melekler acz ve noksanlıklarını anladılar ve baş eğdiler. Yani, Allah-u Teâlâ öyle bir halife yaratmıştı ki, o halife meleklerden bile üstündü. Bu üstünlüğün sahibine de melekler baş eğdiler. Bu üstün ilk insan, ilk peygamberden sonra Allah'ın halifeleri ardı ardına yeryüzüne indiler. Herbirinin taşıdığı büyük emanet en son olarak bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizde karar kıldı. Her şey aslî sahibini bulmuş oldu. Böylece, insanın yaradılışından murâd olunan, O'nun gelmesi gerçekleşmiş oldu. Meleklerin, Âdem Peygambere secde etmelerinin de, alnındaki Muhammedî nur sebebiyle olduğu, Allah Resûlünün vücudunda hakikatini buldu.
Nitekim, bu hususu te'yid eden âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
"Allah ve melekler, Nebi'ye salât ederler". Meleklerin, Âdem Peygambere secdelerinde Allah'la beraber olmadıkları açıktır. Fakat Nebi'sine salatta, Allah, melekleriyle beraberdir.
İsim ve mânâların ilk olarak Resûller Resûlü'ne talim olunduğu bahsinde en büyük delil şu hadistir:
"Ezel âleminde bana ümmetimin yüzleri gösterildi ve bütün isimler talim edildi. Âdem Peygambere talim edildiği gibi...".
* Kâinatın Efendisine, hiçbir peygambere bahşedilmeyen nimetler ihsan olunduğu gibi diğer peygamberlere verilen nimetler de fazlasıyla bahşolunmuştur:
İdris Peygamber, göklere çıkarılarak şereflendirildi. Âlemin Fahri ise Mi'rac'da öyle bir yüksekliğe çıkarılmıştı ki, böylesi hiçbir peygambere nasip olmadı.
Nuh Peygamber, peşindeki mü'minlerle boğulmaktan kurtarılmıştı. Varlığın Nûru'na ise, öyle bir imtiyaz bahşolunmuştu ki, ümmeti, öbür topluluklara erişen belâlardan emin oldu: Gökten taş ve ateş yağması ve bir anda kahredici ses gelmesi tarzındaki azaplardan mahfuz kılındı.
İbrahim Peygambere ateşten kurtulmak mu'cizesi lâyık görülmüş ise, Mi'rac gecesi dünya semaının altında, bir ateş deryasından geçtikleri de rivayet olunan Kâinat Efendisine ise, bunların da fevkinde harp ve fitne ateşini söndürmesi ihsan olundu.
Hz. İbrahim'e dostluk makamı açıldıysa, O'na da Allah'ın habîbi olmak gibi misilsiz bir şeref bahşedildi.
Bir hadis, Hz. İbrahim'e şefaat için başvuranların şu cevabı aldıklarını kaydeder:
"Ben hicab perdesinden Allah dostu oldum. Başvurulması gereken, Allah'ın sevgilisidir". Ve yine Hz. İbrahim'e Kâbe'yi bina etmek nasip olduysa, Kâinatın Efendisine de Kâbe'nin makamındaki "Hacerü'l-Esved"i yerine yerleştirmek; yani, Kâbe'nin mânâsını tamamlamak nasib oldu.
Eğer Musa Peygamber, asasını ejderhaya çevirdi ise, O da, nice şeytanları yola getirdi.
Kâinatın Efendisi'nin Ay'ı ikiye bölme mu'cizesi, Musa Peygamberin Nil'i ikiye bölmesinden daha şaşkınlık vericidir.
Musa Aleyhisselâma verilen duaların kabulü özelliği, Varlığın Nûru'na hesapsız ve sınırsız olarak verilmiştir.
Yine O'nun parmaklarından su fışkırması, Musa Peygamberin kuru taştan su çıkarmasından daha üstündür.
Allah'ın sevgilisine verilen fesâhat ise, nebîler de dahil, insanoğluna verilen kelâm nimetlerinin üstünde ve başlı başına mu'cize olmaktadır.
Bazı sahabiler Allah'ın Resûlü'ne dediler:
- Ey Allah'ın Resûlü! Senden daha fesahatlisini görmedik.
Cevap:
- Nasıl fesahatlı olmayayım ki; Kur'ân benim konuştuğum dil üzerine nazil olmuştur!.
Davud Peygambere demiri yumuşatma kudreti verilmişti. Kâinatın Efendisi ise, ellerine kuru bir ağaç aldıkları zaman o cansız ağaç tazelenip filizlenmeye başlardı.
Hz. Süleyman'a hayvanları, cinleri ve rüzgârı teşhir etmek kudreti verilmişti. Fakat Kâinatın Efendisine fazlası bahşolundu. Taşlar O'nunla konuştular. O'na selâm verdiler ve mukaddes ellerinde tesbih ettiler.
Hz. Süleyman'a şeytanları zaptetme kâbiliyeti verilmişti. Allah'ın Resûlü ise, birgün Ramazanda, karşılarına geçen İblis'i mescid direğine bağladılar. Süleyman Peygamber cinleri kullanmak marifetine ermişti. Varlığın Nûru ise, cinleri Müslüman etti. Hz. Süleyman'a mülk ve saltanat verildi ama, O, saltanatların en büyüğüyle kulluk arasında serbest bırakıldığında kulluğu seçti ve 'kul peygamber' olmayı, 'sultan peygamber' olmanın üstünde tuttu.
Netice itibariyle, her peygambere verilen üstünlüklerin en üstünü yine O'na verildi.
* Kâinatın Efendisi, topyekûn insanlar içinde, ezel meclisinde "evet" cevabını veren ilk insan oldu.
Faziletlerinin başında, insan ve bütün kâinatın O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olması vardır. Allah tarafından bütün nebî ve resûllerden sevgilisine iman getirmeleri için ahd ve misak alınmıştır. Bu hakikat, Kur'ân nassıyla sabittir.
Allah Resûlü'nün faziletlerinden en önde gelen sıfat nebî ve resûller zincirinin son, toplayıcı ve tamamlayıcı halkası olmalarıdır.
Buhari ve Müslim yoluyla gelen hadis şöyledir:
"Bir insan düşünün ki; bir ev bina edip her tarafını güzel yapmış, fakat son taşını eksik bırakmış ve yerine koymamış. Halk da evi gezip beğenmiş, fakat son taşın eksikliğini görüp taaccüp etmişler ve: 'Ne olurdu, şu taş da yerine oturtulmuş olsaydı?', diye düşünmüşler. İşte ben, o son taşın ta kendisiyim, toplayıcı ve tamamlayıcıyım. Benden sonra nebî ve resûl gelmez."
* Allah Resûlü'nün faziletleri arasında, şeriatlerinin kıyamete kadar mu'teber ve bütün öbür şeriatleri neshedici, kaldırıcı mahiyette oluşu da yer almaktadır.
* Son olarak, bir hadis âlimine sorulan iki soru ve cevabıyla konuyu tamamlayalım.
Hadis âlimine sordular:
- O'nun semâ ehline üstünlüğü nereden gelir?
Cevap:
- Melekler hakkında Allah, tevhidden uzaklaşacak olsalar cehenneme düşerler buyurdu. Sevgilisi için de, O'na fetih verildiğini ve geçmiş, gelecek bütün günahlarının affedildiğini bildirdi.
Sordular:
- Ya öbür peygamberlerden üstünlüğü?
Cevap:
- Allah, O'nun topyekûn insan ve cinlere ve bütün kavimlere gönderildiğini ferman eyledi.
Yani, öbür peygamberler, yalnız bellibaşlı zamanlarda ve bellibaşlı kavimlere gönderilmişken, Allah'ın Resûlü, ebediyet kaydıyla bütün insanlığa gönderilmiştir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.