RANA YILMAZOryantalizm Batı Dünyasının Doğu'yu anlamak, şifrelerini çözmek ve bu şifrelerle bilinçli bir şekilde oynayarak eskilerle yenilerin karışımından bir Doğu oluşturmak için kurduğu Batı ve Doğu'nun başlangıcı kadar eski ve bugün kadar yeni olan kurumsallaşmış ve operasyonel bir harekettir. "Batı üstündür. Batı kutsaldır. Batı bütün tarihi boyunca her türlü ırka, millete, topluma istediği gibi yön vermek hakkına sahiptir." Buna saplantı halinde inanır Batı, haklılığını da her zaman ispatlar. İspatlamak için mutlaka bir sebep bulur kendisine. İşte oryantalizm en çok da Batı'nın üstünlüğünü, haklılığını ortaya koymak için sebepler üretmesine yardımcı olacak en değerli aracıdır. Doğuyu tanır, hatta doğuludan daha iyi tanır belki de. Tanımak için uğraşır. Sonra oturur masa başına ve başlar yazmaya? Önce gerçekleri çizerek kurar yeni doğuyu. Gerçeklerin içine kurgularını serpiştirir. Yavaş yavaş, hazmını kolaylaştırarak. O kadar ustalıkla yapar ki bilinç altına işleme sürecini, size dahi kabul ettirir ve siz bile "Portakal aromalı meyveli gazozlara sarı kola diyen birini görürseniz bilin ki o bir Türk'tür" diye espriler yapar, güler, sizi size öğretmeye çalışanlara hizmet edersiniz. Bunu öyle benimsetirler ki kendinizi onların ağzıyla anlatırsınız, kendinizi unutursunuz, aslında kim olduğunuzu, nereden geldiğinizi ve -bence en acısı- nereye gittiğinizi unutursunuz. "Muhteşem Yüzyıl" adlı dizinin tanıtımlarını gördüğümde Kanuni'yle aynı tarihlerde yönetimde olan İngiltere Kralı 8. Henry'i hatırladım. Karşımdaki mavi gözlü, sarışınımsı ve -kirli- bakışlı oyuncu, kostümler ve atmosfer bende hiç de bana ait, ecdadıma ait hisler uyandırmadı. İngiltere Kralı 8. Henry, 16. YY'da tahta geçmiş bilinen 6 eşinden 2 tanesinin başını vurdurmuş, sayısı bilinmeyen kadınla ilişki yaşamış, o kadar çalkantılı bir hayat sürmüştür ki, bugün bile Hollywood'un malzemesi olmayı başarmıştır. Hakkında belki binlerce kitap yazılan, belki yüzlerce film çekilen kralın en çok magazinel yönü merak uyandırır. Merak uyandırır ve merak giderilir, kimse çıkıp "krala hakaret!" demez, diyemez. Çünkü bunlar kabul edilen tarihi gerçeklerdir zaten, kral çıplaktır, kral çıplaksa haklıdır! Kral Tanrının kutsadığı yüce bir varlıktır onlar için ve onun yaptıkları Tanrının emri kadar gerçektir. Sorgulamazlar çünkü hiyerarşik yapıda kralın yeri en yüce makamdır. Sonra aristokratlar, soylular? vs devam eder. Bu yapıda kadının yeri yoktur bile. (Eğer kraliçe olacak kadar şanslı değilse). Kral istediği kadınla beraber olabilir, eğer birlikte olmak istediği kadın evliyse, kadının kocası karısını krala kendi eliyle götürür. Bu bir kültür, bir medeniyet, bir yaşam biçimidir. Bu kaba, duyarsız ve bize çok uzak medeniyet, ne kadar uğraşsa da bize ait kültürün, bize ait değerlerin "ruh"unu anlamaktan "yoksun"dur. Batının anlayamadığı şeyler vardır asla anlayamayacağı; kadının değeri, ailenin kutsallığı, çocukların kutsallığı gibi. Ama algılayamayacağı şeyler üzerinde söz sahibi olma hakkını kendinde görebilecek kadar kıt, cahil ve yobazdır. Bizde hanedanın kutsallığı İslamiyet öncesi Türklere dayanır. Bu kutsallık hem hanedanın yetkileri hem de "sorumlulukları" bağlamındadır. Hükümdar yetkilerinden çok sorumluluklarını kutsal bilir. -Kutsal olmanın gururuna kapılmaktan öte kutsal olmanın ağırlığıyla hareket eder-. En kesin bir çizgiyle ayırt edilmelidir ki padişah Allah'tan geleni hakkıyla idare etmenin peşindedir. Buna öylesine muktedir olmuştur ki bizim padişahımız, Süleyman diye değil Kanuni diye anmaktayız. Ama biz sanat yapalım, aydınlanalım. Tarihi eğelim, bükelim, çarpıtalım, ihanetimize malzeme edelim. Biz tarihimizi ikiye ayırdığımızdan beri acı çekiyoruz aslında. Biz Türkiyemizi, Cumhuriyetimizi çocuklarımıza anlatırken arkada bıraktıklarımıza hakkını vermediğimiz için, birini överken diğerini yerden yere vurduğumuz için acı çekiyoruz. "Padişah zevk ve sefaya dalmıştı diyoruz" ve baştan kaybediyoruz. Sonradan, ama bizim bir de Fatihimiz, Kanunimiz var diye dip not düşsek de, bir kere baştan şartlandırıyoruz "kötü" padişah imgesine yavrularımızı. Sonra anlatamıyoruz işte tarihin dizilerden öğrenilemeyeceğini. Anlatamıyoruz haremi, iskan politikasını, o "ruh"u, o maneviyatı. Anlatamıyoruz ki bizim atalarımız savaşırdı, ama ölüm saçmazdı, işgal etmezdi ama "yurt" edindirirdi, çocukları esir almazdı ama eğitirdi, yetiştirirdi, kılıç sallardı belki ama en güzel şiirleri de söylerdi. Muhteşem Yüzyıl adı bana nedense "muhtemel yüzyıl"ı çağrıştırdı. Muhtemelen yaşıyor olmayacağım "muhtemel bir yüzyılda" yaşayacak olan çocuklarımı, torunlarımı düşündüm. Oryantalist uzantıları kabullenmenin bu kadar kolay olduğu bugünümden bu kadar endişe ederken yavrularımın "habersiz", "umarsız" olduklarını gördüm gelecekte. Suçlu mu suçlu hissettim kendimi. İçimde bir şiir yükseldi; "İncitme yazıktır Atanı". Pencereyi açtım toprağa baktım, ince bir kan sızıyordu, toprak kan ağlıyordu!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- RESUL BALCI: Karlar düşerken / 22.02.2025
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012