Bağımsızlık mücadelesi Atatürk'ün en başından beri "kalbimde milli bir sır gibi taşıdım" dediği bir mücadeledir. Önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz gibi canıyla, malıyla bu mücadeleye baş koyan Atatürk bu başarıları ile yegâne amacına ulaşmış, merkezi hükümetin hali ve tavrını net okumuş, Anadolu'da bir direniş başlatmak üzere 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'dan Milli Mücadele'yi başlatmıştı.
O'nu ilk karşılayanlar birilerinin hikâyelerinin aksine din adamlarıdır. Mutasarrıf hasta olduğundan Mustafa Kemal'i karşılayamamış ve onu temsilen belediye meclisinden Hacı Molla, Atatürk'e şehir namına 'hoş geldiniz' demiştir. (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk, s.318) Yine 25 Mayıs 1919 akşamüstü Mustafa Kemal Havza'ya gelmiş ve Hacı Mustafa Efendi kendisini bir heyetle ziyaret ederek memleket meseleleri hakkında görüşmeler yapılmıştır. Aynı heyet belediye reisinin evinde de Müdafaa-i Hukuk Heyeti'ni ortaya çıkartmıştır. Atatürk'ün Milli Mücadele'de yanındaki arkadaşlarının birçoğu hocalar ve mollalardı. O'nun yakmış olduğu bağımsızlık ateşi ile inançlı ve kararlı insanlar vatanları için mücadeleye başlamışlardı.
Atatürk Anadolu'ya çıktığının ilk günlerinden itibaren Anadolu'nun çeşitli vilayetlerine telgraf çekerek teşkilatların durumları hakkında bilgiler almış, topyekûn bir mücadelenin olması gerektiği fikrini aşılamaya gayret etmiştir. O zamanlara kadar Rumların ve Ermenilerin kurmuş oldukları zararlı cemiyetler olarak da bildiğimiz, ülkenin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden ajan faaliyetleri kol gezmekte idi. Fakat bu cemiyetlerin karşısında her hangi bir güç yoktu. Atatürk mücadeleyi başlatmış ve herkesi bilinçlendirmek için adımlarını sıklaştırmıştı. İzmir'in Yunanlar tarafından işgali, Pontus Rum ve Ermeni hükümetlerinin işgal planlarının hareketlendiği bir ortamda Atatürk adeta tek başına mücadele etmek zorunda kalmıştır. Çünkü Anadolu'yu teşkilatlandırmak üzere attığı bu adımlar merkezi hükümet tarafından tepki görmüş ve Mustafa Sabri Efendi'nin yazdığı, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi'nin onadığı ve Vahdettin'in yürürlüğe koyduğu fetva ile Atatürk ve Kuvayı Milliyecilerin öldürülmesi gerektiği millete duyurulmuştu.
Atatürk buna karşı Milli Fetva metni yayınlatmış ve yayılmasını sağlamış ve milletinden bağımsızlık mücadelesi için büyük destek almıştı. Bu fetvaya katılan müftülere bakacak olursak. Tirebolu Müftüsü Ahmet Necmettin, Maçka Müftüsü Kamil Efendi, Trabzon Kadısı Süleyman Sırrı Efendi gibi isimler en başında fetvayı destekleyen, Atatürk'e ve Kuvayi Milliye ruhuna sahip çıkan din adamlarıydı.
8 Haziran 1919 tarihinde Şakir Paşa tarafından Mustafa Kemal görevinden geri çağırılmıştır. Bunun üzerine zaman kazanmak üzere yakıtının bittiğini bunların temin edilmesini istediğini ve geri çağırılma sebebini sormuştur. 15 Haziran 1919'da cevaben geri çağırılma sebebinin İstanbul Hükümeti'nin kararı olduğu yazılmış ancak Mustafa Kemal konuyu Cevat Paşa'ya aktarmış ve Cevat Paşa cevaben "9. Ordu Müfettişi olarak atandığınız bölgedeki faaliyetlerinizi İngilizler hoş karşılamadığı için İstanbul'a çağrılmaktasınız" demiştir. Açıkça İngilizlerin hoşuna gitmeyen hareketler vatan mücadelesidir. Vatanı savunanın kimler, vatanı verenlerin kimler olduğu ortadadır!
Mustafa Kemal, Havza'daki gelişmelerden sonra Amasya'ya geçmiştir. Amasya öncesi Havza'da Mustafa Kemal'in yaptığı en stratejik adım Havza silah deposunun halka açılması olmuştur. Bu durumu Atatürk'ün yaveri Cevat Abbas şöyle anlatıyor;
"…Büyük Adam, Havza Camii'nde bütün millete, kurtulmak ve vatanı parçalatmamak için yapılacak vatani ve milli ödevleri işaret ederek, milletleri bünyenin en büyük kuvveti olan birlik ve beraberliğe davet etmiş ve fiili müsellah (silahlı) harekete hemen geçmek maksadıyla Havza silah deposunun kapılarını halka açmakla teşkilata başlamıştır…"
Atatürk geri çağırılma emrine karşı çıkmış ve asla geri dönmeyi düşünmeden mücadelesine devam etmeyi gerekirse ölümü göze almıştır. Mustafa Kemal Atatürk o günün şartlarını Nutuk'ta şöyle anlatır:
"Anadolu'ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış. Millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, Milli Teşkilat fikri yayılmaya başlamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış olmakla birlikte, Milli Teşkilat ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, şahsen asi durumuna geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. O halde, yapılacak girişim ve faaliyetlerin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması, bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına olması gerekli idi." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk, s.321-322)
Mustafa Kemal Atatürk her şart ve koşulda kendi nefsi istek ve arzularını değil, vatanını, milletini, milletinin namusunu, topraklarımızı, bayrağımızı ve inancımızı tercih etmiştir. Onun karşısına geçip mücadele etmek isteyen ajanların O'nunla değil vatanla, milletle, bayrakla, dinle ve bu topraklarla bir derdi var. Unutmayalım canını düşünerek İngiliz'e boyun bükenler değil, kelle koltukta bu mücadeleyi verenler bizlerin ATALARIDIR. Atamız da, vatanımız da, bayrağımız da ATATÜRK'tür.
Devamı haftaya…
- Kadir gecesi / 30.04.2022
- Haydar Hoca büyük nimet / 19.04.2022
- Ramazan ayı / 13.04.2022
- Tarım / 28.03.2022
- Yarının Türkiye’si, Türkiye’nin yarınları / 27.03.2022
- At bi format / 26.03.2022
- Türkiye’nin sağlam bir ekonomik temele ihtiyacı var / 28.02.2022
- Barış ne büyük nimet / 27.02.2022
- Milli Devlet nedir? / 26.02.2022