Sosyal medyanın en güzel yanı; engel veya sansür tanımadan düşünce özgürlüğü kapsamında binlerce mesajın havada uçuşması, daha çok okuyucu ile buluşması olsa gerek…
Düne kadar dillendirmenin suç olduğu düşüncelerin, yazılı basında yer alan felaket senaryolarının beraberinde uzun yargılama süreçlerini getirmesi, gündemde fırtınalar kopararak gündem oluşturması idi.
Sosyal medya, kişiler arasında haberleşmeyi özgür bıraktığı gibi, uluslararası haberleşmeyi de kolaylaştırdı.
Türkiye üzerine projeksiyon hazırlayan ülkelerin başında malum Amerika geliyor. Özellikle uluslararası strateji uzmanları -ki bunların arasında Türklerde var- dünya üzerinde meydana gelebilecek her türlü değişimi öngörüyorlar. Tabii, bu kuruluşların bir de istihbarat toplama faaliyetleri var ki, çoğunlukla bunlar sadece olasılık birimlerinden oluşmuyor. En çok yararlandıkları uzmanlar arasında istatistikçiler ve davranış bilimi uzmanları var.
Toplumbilimcilerden gelen öngörüler matematiksel bir hafıza ile bilgisayarlarda depolanıyor. Dijital verilerin işlenmesi de ayrı bir atölye konusu. Anlayacağınız bu büyük bir organizasyon. Bizim atacağımız adımı bile önceden hesaplıyorlar.
Rahmetli Haydar Hoca'nın kavramı kitaplaştırdığı 'millîlik' politikasına bu günlerde çok daha fazla ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç karşılanmadığı takdirde kayıplarımız çok daha üst düzeylerde olacak.
Milli olmak, millet olmanın ve yurdu işgalden korumanın en önemli ve ilk basamağıdır. Bugüne kadar bize yapımı veya üretiminde çok yüksek maliyetler konusunda yabancı sermayenin daha ucuz rakamlarla hedef göstererek mal satması milli paranın yurt dışına kaçması ile sonuçlanmıştır. Kendi arabamızı, kendi uçağımızı, kendi motorumuzu kendi ilkel teknolojilerimiz ile yapsaydık ülke bu kadar fakir olmayacaktı. Belki otomobilimiz 90 ile gidecekti. Uçağımız jet motorlu değil pervaneli olacaktı. Motorumuzun beygir gücü düşük olacaktı. Ancak bizim öz malımız olacaktı.
Buğday ambarı bir ülke iken, dışarıdan buğday getiren bir ülke olmak; mümbit arazilerde yetişen tütün ekimini yasaklamak, ay çiçeği tarlalarını öksüz bırakmak, her türlü gıda maddesinde dışa bağımlı bir alım politikası izlemek bizi fakirleştirmiştir.
Kuzey Avrupa ülkeleri olan ve aralarında sınır kavramı bulunmayan Norveç, İsveç, Danimarka gibi komşu ülkelerde ekonomik milliyetçiliğin ne olduğunu yakından izliyoruz. Örneğin; kendi yerli ürünleri çıkana kadar Norveçliler domatesi İsveç'ten alıyorlar. Ancak kendi domatesleri çıktığında, İsveç domatesi ucuz bile olsa kendi pahalı domateslerini yiyorlar. Şaşırtıcı değil mi?
Bu sadece domateste böyle değil elbette… Pek çok konuda milli bir düzen oluşturmuşlar. Bizde serbest piyasa ekonomisi diyerek bizde pahalıya mal olacak her türlü malzemeyi daha ucuza getiriyorlar diye ithal ediyoruz. Lüks tüketim ürünleri de bunlara dâhil.
Dolayısı ile Türk parası karşılığı dolar ile ödendiği için milli paramız her geçen gün değer yitiriyor. Çünkü tüm milli paramız yurt dışına kaçıyor. Biz yurt dışından aldığımız her şeyi dolar ve faizi ile birlikte borçlanıyoruz. Borçlarımız arttıkça sadece itibarımız azalmakla kalmıyor. Milli para rezervlerimiz de düşüyor. Halkın anlayacağı dilde ekonomik model için en basit anlatım şekli bu. Borçlu olduğumuz zamanda her türlü alımımıza karşı taraf istediği gibi zam koyuyor.
Ekonomik politikalar, milli devlet anlayışının yok olmasına da çanak tutuyor. Türkiye'de iş ve para piyasasını elinde tutanlar 'milli para' ve 'milli ekonomi'den yana değiller. Dolar zengini olmaları nedeni ile 'milli para'nın değer kazanması işlerine gelmiyor.
Şu anda para bulmak için satılan tüm ülke değerleri ülkeyi sonu belirsiz bir maceranın eşiğine sürüklüyor. Verimli tarlaların bulunduğu topraklar, su kaynakları, milli parklardaki ve dağlardaki yeraltı zenginlikleri, güzelim kıyılar, az yatırımla çok para kazanan telefon şebekeleri, yüksek faizle para ticareti yapan bankalar, kredi ve finans kurumları, devletin hayati organları olup olmadığına bakılmaksızın elektrik üretim santralleri yabancı sermayenin kontrolüne giriyor.
Açıkçası bir iki kuşak sonra, vurdumduymaz bir halk kitlesinin oluşması ile bu örgütlü kuruluşların Türkiye'nin haritasını değiştirmeyeceklerini kimse iddia edemez.
Atatürk ve silah arkadaşlarının bize son durak olarak bıraktıkları yurdun kaybedilmesi için, üstünde pek çok örgütlü hareketin sabırla ve uzun soluklu bir mücadeleye girmiş olduklarını asla unutmamalıyız.
Aç kalırlar, susuz kalırlar ama Türkler vatansız kalamazlar.
Vatansız kaldıklarında ise ölürler. Bu gerçeği dosdoğru anlatmak zorundayız.
Emaneti doğru anlamak ve korumak görevimiz olmalı.
Bizden söylemesi…
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025