Liyakatsiz kimseler imam (idareci) olamazlar
'Biz itaat edilmesi Allah tarafından farz kılınan insanlarız. Oysaki sizler o insanlara itaat ediyorsunuz. Ki insanlar onların cehaleti yüzünden Allah katında mazur olamayacaklardır'
05.05.2022 23:50:00





İmam Cafer buyurmuştur ki:
"... Bir zamanlar insanların imamı Resulûllah'tı (s.a.v.), sonra Ali (k. veche) oldu. Başkaları da diyorlar ki: Muaviye de imamdı.
Sonra Hasan (r.a.) imam oldu. Sonra Hüseyin (r.a.) oldu. Başkaları: Yezid b. Muaviye ve Hüseyin b. Ali imamdırlar, diyorlar. Ama bu ikisi eşit değildirler. Eşit olamazlar."
İmam Cafer, dostlarıyla yaptığı konuşmalarda, "halifelerin dinî bilgiden yoksun oluşlarını İslam açısından yönetim hakkına sahip olmadıklarına" delil gösteriyordu.
Yani bir manada imam, hükümete karşı ilmî ve dinî yönden bir mücadele tarzı sürdürüyordu. Ki, İmam'ın ilim mektebinin o dönemin şartlarında ne kadar büyük bir öneme ve değere sahip olduğu bilinen bir hakikatti.
İmam Cafer bu konuda şöyle diyordu:
"Biz itaat edilmesi Allah tarafından farz kılınan insanlarız. Oysaki sizler o insanlara itaat ediyorsunuz. Ki insanlar onların cehaleti yüzünden Allah katında mazur olamayacaklardır."
Şüphesiz imam bu konuda haklıydı. İdareyi elinde bulunduranlar insanların ihtiyaç duyduğu dinî bilgiler konusunda cahildiler.
İmam Sadık'ın torunlarından İmam Cevad zamanında yaşanan şu olay bize bu konuda bir fikir verebilir:
"Kur'an'da belirtilen şer'i cezayı uygulamak üzere bir hırsızı, Abbasi halifelerinden Mutasım'ın düzenlediği bir toplantıya getirdiler. Kur'an-ı Kerim'in emri şöyledir: "Hırsızın elini kesin."
Fakat Mutasım, elin nereden kesileceğini bilmiyordu. Etrafındaki âlimlere sordu. Her biri farklı bir şey söyledi. Halife tatmin olmadı. Mecburen o sırada aynı mecliste olan İmam Cevad'a sormak zorunda kaldı.
İmam buyurdu ki: "Dört parmak kesilmelidir."
"Neden?" diye sordular.
Şöyle dedi: "Çünkü Allah, Kuran'da şöyle buyuruyor: Secde yerleri Allah'a mahsustur."
Yani, elin ayası da dahil secde anında yere konan vücudun yedi azası Allah'a mahsustur, kesilmemelidir."
Buradan bir netice çıkartırsak, İmam Sadık'a göre:
1- İnsanlar, seçim veya şahsi görüş yoluyla bir imam tayin edemezler.
2- İmam, Allah'ın seçtiği, imamet vazifesini tevdi ettiği kimsedir. Ve üstün niteliklere sahiptir.
3- Liyakatsiz kimseler imam (idareci) olamazlar.
(Bütün bu hükümleri Kuran'dan ayetlerle desteklediğini hatırlayalım).
4- Yine İmam Sâdık'a göre ve yukarıda ortaya koyduğu ayetler ışığında, yaşadığı dönemin idarecilerinin hiçbiri ümmetin idaresini üstlenecek yeterliliğe ve ilme sahip değildirler.
İşte bu temel esasları hareket noktası olarak kabul eden İmam Cafer'in yönetime yaklaşım tarzı bu metot istikametindeydi. Yani kendine ait olan bir hakkı dile getirmek; ancak hiçbir şekilde silahlı bir kıyam yoluna gitmemek.
Emevilerin, İmam Sâdık'ın bu metodunun farkında olup olmadıklarına dair tarihî kaynaklarda herhangi bir belge mevcut değildir.
Ancak, akıllı biri olan ve Ehl-i Beyt'le mücadele tarzı konusunda önemli bilgisi bulunan Halife Mansur Abbasi, İmam Câfer tarafından yürütülen bu mücadele tarzının farkındaydı. Bu sebeple kendine göre tedbirler alma yoluna gitti.
İlk olarak insanların İmam'la ilişki kurmasına, ondan herhangi bir şey öğrenmesine engel olmaya çalıştı. Nitekim Mufaddal b. Ömer şöyle demekteydi:
"Evlilik ve boşanma gibi konularda sorusu olanlar bile İmam'a kolaylıkla ulaşamıyorlardı."
Halife, İmam Sâdık'ın karşısında ona alternatif olacak yeni anlayışlar oluşturmaya çalışıyordu. Ehl-i Beyt Ekolü'ne karşı bir alternatif olarak Rey Ekolü'nü öne çıkarma gayretindeydi.
Bu maksatla çeşitli kimseleri zaman zaman İmam'ın karşısına çıkarıyor ve tartışmaya zorluyordu. Bu kişilerden biri de Ebu Hanife idi.
Ebu Hanife bu macerayı şöyle anlatıyor:
"Mansur, bana şöyle dedi: "Halk hayret verici bir şekilde Cafer b. Muhammed'e meyletmiş ve akın akın ona doğru yönelmiştir. Sen bazı zor konuları hazırla ve onların çözümünü Cafer'den iste. O senin sorularına cevap veremeyince halkın gözünden düşecek."
Ben de çok girift ve zor kırk konu hazırladım. Neticede, İmam Cafer'in ilmi ve heybeti karşısında halifenin meclisinde bulunan herkes hayranlığa kapılır.
Ebu Hanife ise son sözünü şöyle söyler: "Halkın en bilgilisi, halkın ihtilaflarını en iyi bilendir." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Cafer eserinden)
"... Bir zamanlar insanların imamı Resulûllah'tı (s.a.v.), sonra Ali (k. veche) oldu. Başkaları da diyorlar ki: Muaviye de imamdı.
Sonra Hasan (r.a.) imam oldu. Sonra Hüseyin (r.a.) oldu. Başkaları: Yezid b. Muaviye ve Hüseyin b. Ali imamdırlar, diyorlar. Ama bu ikisi eşit değildirler. Eşit olamazlar."
İmam Cafer, dostlarıyla yaptığı konuşmalarda, "halifelerin dinî bilgiden yoksun oluşlarını İslam açısından yönetim hakkına sahip olmadıklarına" delil gösteriyordu.
Yani bir manada imam, hükümete karşı ilmî ve dinî yönden bir mücadele tarzı sürdürüyordu. Ki, İmam'ın ilim mektebinin o dönemin şartlarında ne kadar büyük bir öneme ve değere sahip olduğu bilinen bir hakikatti.
İmam Cafer bu konuda şöyle diyordu:
"Biz itaat edilmesi Allah tarafından farz kılınan insanlarız. Oysaki sizler o insanlara itaat ediyorsunuz. Ki insanlar onların cehaleti yüzünden Allah katında mazur olamayacaklardır."
Şüphesiz imam bu konuda haklıydı. İdareyi elinde bulunduranlar insanların ihtiyaç duyduğu dinî bilgiler konusunda cahildiler.
İmam Sadık'ın torunlarından İmam Cevad zamanında yaşanan şu olay bize bu konuda bir fikir verebilir:
"Kur'an'da belirtilen şer'i cezayı uygulamak üzere bir hırsızı, Abbasi halifelerinden Mutasım'ın düzenlediği bir toplantıya getirdiler. Kur'an-ı Kerim'in emri şöyledir: "Hırsızın elini kesin."
Fakat Mutasım, elin nereden kesileceğini bilmiyordu. Etrafındaki âlimlere sordu. Her biri farklı bir şey söyledi. Halife tatmin olmadı. Mecburen o sırada aynı mecliste olan İmam Cevad'a sormak zorunda kaldı.
İmam buyurdu ki: "Dört parmak kesilmelidir."
"Neden?" diye sordular.
Şöyle dedi: "Çünkü Allah, Kuran'da şöyle buyuruyor: Secde yerleri Allah'a mahsustur."
Yani, elin ayası da dahil secde anında yere konan vücudun yedi azası Allah'a mahsustur, kesilmemelidir."
Buradan bir netice çıkartırsak, İmam Sadık'a göre:
1- İnsanlar, seçim veya şahsi görüş yoluyla bir imam tayin edemezler.
2- İmam, Allah'ın seçtiği, imamet vazifesini tevdi ettiği kimsedir. Ve üstün niteliklere sahiptir.
3- Liyakatsiz kimseler imam (idareci) olamazlar.
(Bütün bu hükümleri Kuran'dan ayetlerle desteklediğini hatırlayalım).
4- Yine İmam Sâdık'a göre ve yukarıda ortaya koyduğu ayetler ışığında, yaşadığı dönemin idarecilerinin hiçbiri ümmetin idaresini üstlenecek yeterliliğe ve ilme sahip değildirler.
İşte bu temel esasları hareket noktası olarak kabul eden İmam Cafer'in yönetime yaklaşım tarzı bu metot istikametindeydi. Yani kendine ait olan bir hakkı dile getirmek; ancak hiçbir şekilde silahlı bir kıyam yoluna gitmemek.
Emevilerin, İmam Sâdık'ın bu metodunun farkında olup olmadıklarına dair tarihî kaynaklarda herhangi bir belge mevcut değildir.
Ancak, akıllı biri olan ve Ehl-i Beyt'le mücadele tarzı konusunda önemli bilgisi bulunan Halife Mansur Abbasi, İmam Câfer tarafından yürütülen bu mücadele tarzının farkındaydı. Bu sebeple kendine göre tedbirler alma yoluna gitti.
İlk olarak insanların İmam'la ilişki kurmasına, ondan herhangi bir şey öğrenmesine engel olmaya çalıştı. Nitekim Mufaddal b. Ömer şöyle demekteydi:
"Evlilik ve boşanma gibi konularda sorusu olanlar bile İmam'a kolaylıkla ulaşamıyorlardı."
Halife, İmam Sâdık'ın karşısında ona alternatif olacak yeni anlayışlar oluşturmaya çalışıyordu. Ehl-i Beyt Ekolü'ne karşı bir alternatif olarak Rey Ekolü'nü öne çıkarma gayretindeydi.
Bu maksatla çeşitli kimseleri zaman zaman İmam'ın karşısına çıkarıyor ve tartışmaya zorluyordu. Bu kişilerden biri de Ebu Hanife idi.
Ebu Hanife bu macerayı şöyle anlatıyor:
"Mansur, bana şöyle dedi: "Halk hayret verici bir şekilde Cafer b. Muhammed'e meyletmiş ve akın akın ona doğru yönelmiştir. Sen bazı zor konuları hazırla ve onların çözümünü Cafer'den iste. O senin sorularına cevap veremeyince halkın gözünden düşecek."
Ben de çok girift ve zor kırk konu hazırladım. Neticede, İmam Cafer'in ilmi ve heybeti karşısında halifenin meclisinde bulunan herkes hayranlığa kapılır.
Ebu Hanife ise son sözünü şöyle söyler: "Halkın en bilgilisi, halkın ihtilaflarını en iyi bilendir." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Cafer eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.