2002 Seçimlerinden bu yana, Türkiye'de yaşanan olayları açıklamakta hepimiz güçlük çekiyoruz. Borçlarımızın üç kat arttığı, kamu kurumlarının özelleştirme adı altında hızla elden çıkarıldığı, yeraltı zenginliklerimizin kimsenin ruhu duymadan yabancı şirketlere aktarıldığı, cari açığın her geçen gün biraz daha arttığı, teğet geçen (!) krizlerin, esnaf ve sanayiciyi batağa sürüklediği bir Türkiye'de yaşıyoruz. Özelleştirme ile azalan devlet gelirlerinin, vergi, ceza ve harçlarla kapatılması nedeniyle, bu kalemlerde hergün yeni bir "güncelleme" yapılıyor. Açılımlar adı altında bozulan devlet yapısı, hukuk alanındaki düzenlemeler ve yeni anayasa çalışmaları adı altında iyiden iyiye laçkalaşmış durumda. Çalışan kesimin üzerindeki yük, hergün artarken, sosyal hakları da erozyona uğramaya devam ediyor. Darbeciler ve çetelerle mücadele derken, aydınlardan gazetecilere kadar muhalif olan birçok kişi tutuklanmış, birçoğu da sindirilmiş bir halde. Yerel yönetimler, kendi vergi ve harçlarını astronomik seviyelerde belirlerken, hizmet alımı şeklinde yandaşlara aktarılan rakamlar dudak uçuklatıyor. Dış politikada, stratejik ortağın istekleri emir kabul edilerek, bölgede jandarmalık yapmak revaçta. Güneydoğudaki olaylar çok geniş boyutlar kazanmış, arkası kesilmeyen terör olayları sıradan hale gelmiş. Yani her yönden ülkenin durumu içler acısı. Ancak, 2002'den beri her seçimde hükümet oyunu artırarak seçiliyor. Son seçimde de yüzde elliye varan bir destek görülüyor. İşte bu noktada, yaşanılan bu paradoksu çözmekte güçlük yaşanıyor. Bu kadar negatifliği alt alta toplayarak nasıl pozitif bir sonuç çıkıyor, açıklamak mümkün değil gibi. Geçenlerde katıldığım bir toplantıda bir dostumun anlattığı hikaye, tam da bu tezadı izah eder nitelikte. Bu nedenle, bu hikayeyi sizlere de aktarmak istiyorum: Kutup ayılarının kürkleri oldukça değerliymiş. Ancak, ayıyı avlamak da çok zormuş. Çünkü, ayının yağlı derisi, güçlü silahlar ve iri mermilerle ancak delinebiliyormuş. Bu mermiler de kürke zarar verdiği için, ayının ancak alnından, iki kaşının arasından vurulmasını gerektiriyormuş. Bunun için yakın bir mesafeden ateş etmek şartmış. Tabii, kutup ayısının üç metre karın altındaki fok balığının ve on kilometrelik mesafedeki yaralı bir hayvanın kanının kokusunu alabildiği gerçeği, kutup ayısının bu yolla avlanmasının imkansız hale getiriyormuş. Ancak avcılar, kutup ayısını avlayacak bir yöntem bulmuşlar: Ağzı iyice keskinleştirilen bir balta kara gömülüyor ve üzerine bir miktar fok kanı sürülüyormuş. Konuyu alan ayı, baltaya ulaşınca, üzerindeki kanı yalamaya başlıyormuş. Tabii bu arada, jilet gibi keskin balta, ayının dilinde çizikler oluşturmaya, dil kanamaya başlıyormuş. Ayı yaladıkça, dili kesiliyor, dili kesildikçe daha fazla kanama oluyor, artan kan ayının iştahını açıyor ve keyifle yalamaya devam ediyormuş. Kendi kanını büyük bir iştahla yalamaya devam eden kutup ayısı, bir süre sonra kan kaybından halsizleşiyor, gücünü kaybediyor ve yere yığılıyormuş. İşte bu anda avcılar yetişiyor ve iki kaşının arasından kurşunu basıyorlarmış. Yenilmesi mümkün görülmeyen kutup ayısının başına gelen bu sonuç, avcıların mahareti kadar, kutup ayısının da akıl ve izandan mahrum oluşunun neticesidir. Bir hayvan için bu normal de, ya akıl sahibi insanlar için ne demeli.
Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu / diğer yazıları
- Reformun reformu / 04.03.2021
- Doğu Akdeniz neden problem oldu? / 25.02.2021
- Bir habis tümör: Kürecik ABD Üssü / 18.02.2021
- Yeni ABD yönetimiyle yeni bir dönem mi? / 11.02.2021
- Suriye-Kerbela analizi ile düşen maskeler / 03.12.2012
- Kuş beyni / 22.06.2012
- Kutup ayısı / 06.12.2011
- Elinde maşa, / 02.12.2011
- Doğu Akdeniz neden problem oldu? / 25.02.2021
- Bir habis tümör: Kürecik ABD Üssü / 18.02.2021
- Yeni ABD yönetimiyle yeni bir dönem mi? / 11.02.2021
- Suriye-Kerbela analizi ile düşen maskeler / 03.12.2012
- Kuş beyni / 22.06.2012
- Kutup ayısı / 06.12.2011
- Elinde maşa, / 02.12.2011