Fatıma LEYLA
Kar taneleri usul usul iniyordu yeryüzüne. Mevsim kış, aylardan Ocak, üşüyorum, kuşlar da üşüyor. Bu ayazda dışarıya çıkmak, okula gitmek zor geliyordu. Yine de üstündeki kasveti yenerek yatağından doğruldu. Bir iki adım derken kapının tokmağına ulaşmıştı işte. "Uff burası da buz tutmuş" dedi. Kapıyı açmasıyla ara salonun soğuğu odaya giriverdi. Bir hışımla kapıyı tekrar kapadı. Üzerine bir hırka giyip tekrar salona doğru yöneldi. Acele etmese okula geç kalacaktı.
Annesi kızını görünce parlamıştı hemencik. "Nerdesin kızım, çağırdım çağırdım duymadın, bak çayın da soğudu, servis şimdi gelir". "Tamam anne, tamam... Şimdi hazırlanırım." Ne de çekilmez bir gündü. Karın tatlı tatlı yağışı da olmasa mutluluk adına elde avuçta koca bir sıfır vardı yalnızca.
Henüz üzerini giymişti, korna sesi Metin Amca'nın geldiğini gösteriyordu. "Görüşürüz anneciğim" deyip evden dışarı attı kendini, annesinin "Ama kızım daha kahvaltını yapmadın" demesini duymamıştı bile.
-Selcan, bak her sabah seni bekliyoruz, biraz daha erken hazırlanıp şurda beklesen ya, diye söylendi servisteki arkadaşlarından biri. Selcan arkadaşına sadece baktı. Hiçbir şey söylemedi.
"Sabah kalktığımda karın tatlı tatlı yağışını seyredip güzel bir mutluluk hissetmiştim. Ama şu an ardı sıra gelen sinir bozucu olaylar sebebiyle ne kadar da gergin bir haldeyim" diye düşündü.
Minibüsten inince farkına varmadığı bir su birikintisinin içinde bulmuştu ayağını. Herkes yüksek olmayan bir sesle gülmüştü. Çok sinirlendi, bu yaptıkları yanlarında kalmamalıydı, ama bir şey de yapamıyordu.
Neler oluyordu böyle? Bu kış bu soğuk ve tüm olanlar... Otuz santimetreye varan karda çat-çut yürürken daha farklı bir çıtırtı sesi gelmişti kulağına. İlk önce ne olduğunu anlayamadı. Sesin yönünü keşfetmek için başını sağa çevirdiğinde zorlukla yürümeye çalışan bir kuş gördü. Belli ki hastaydı, arkadaşları gibi bu kara kışta göç edememişti ılıman iklimlere. Yakalamak üzere kolunu uzatınca kuş uzaklaşıverdi. Ama uçamamıştı ve ikinci hamlede yakalanıvermişti. Yumuşacık tüylerini okşadı. Sol ayağında yara vardı. Bir dolmuşa atlayıp eve vardı. Kapıyı tıklatmadan usulca açıp odasına geçti. Küçük kuş üşümüş olmalıydı. Havlunun arasına koydu onu. Çay kaşığına su koyup içmesini beklemişti ama kuş hiç içmedi. Belki acıkmıştır diye ekmekleri ufaladı ama onu da yemedi. "Ne olur ölme, seni iyileştireceğim kuşum" diyordu. Küçük kuş gözlerini kapayıverince uyuduğunu düşünmüş, o da yatağına uzanmıştı.
Uyandığında bir gürültü koptu, "Necla Teyze, baksana Selcan uyanmış." Bütün arkadaşları odasındaydı. Önce olanları anlayamadı, sonra sabahki davranışlarının özrü mahiyetinde arkadaşlarının gelmiş olacağını düşündü.
-Kızım, bayağı bir ateşlenmişsin. Gece niye kapatmadın pencereni. Arkadaşların da merak etmişler ziyaretine gelmişler.
-Ben okula gitmedim mi yani?
-Sabaha kadar sayıkladın zaten, ne okulu kızım.
-Demek hepsi rüyaydı.
Bu sırada sıra arkadaşı Hülya; "Bakın bakın, pencereye kuş konmuş" diye bağırdı. "Alalım mı Necla Teyze, hadi ne olur içeriye alalım."
Selcan olanları güçlükle anlamaya çalışıyordu. Başında müthiş bir ağırlık, vücudunda kırgınlık vardı. Arkadaşları kuşu içeriye aldılar.
-Kuşum, benim kuşum bu! Rüyada da bunu görmüştüm, diyerek birden yatağından doğrulmuştu Selcan. Kuşu eline alınca bir soğukluk hissetmişti, arkadaşları hep birden bağrıştılar.
-Bu kuş ölmüş, baksana boynunu kırdı, gözlerini de yumdu.
Selcan ağlamaya başlamıştı.
-Soğuk bir kış gününün tatlı hatırası minik serçem. Kar tanelerini yastığın bildin uyudun. Gücün yetmedi sıcak ülkelere gitmeye küçük bir canın vardı, feda ettin sevdiklerine. Çünkü hasta olanlar sürüye katılamzlar ya da katılsalar da yük olurlar. Belki de sürünün göçünü dahi engelleyebilirler.
Kar taneleri yine usul usul iniyordu yeryüzüne, her biri farklı şekillerde... Mevsim kış, aylardan Ocak... Üşüyorum. Kuşum üşümüyor, yumdu bu alemin soğuklarına gözlerini...
Kar taneleri usul usul iniyordu yeryüzüne. Mevsim kış, aylardan Ocak, üşüyorum, kuşlar da üşüyor. Bu ayazda dışarıya çıkmak, okula gitmek zor geliyordu. Yine de üstündeki kasveti yenerek yatağından doğruldu. Bir iki adım derken kapının tokmağına ulaşmıştı işte. "Uff burası da buz tutmuş" dedi. Kapıyı açmasıyla ara salonun soğuğu odaya giriverdi. Bir hışımla kapıyı tekrar kapadı. Üzerine bir hırka giyip tekrar salona doğru yöneldi. Acele etmese okula geç kalacaktı.
Annesi kızını görünce parlamıştı hemencik. "Nerdesin kızım, çağırdım çağırdım duymadın, bak çayın da soğudu, servis şimdi gelir". "Tamam anne, tamam... Şimdi hazırlanırım." Ne de çekilmez bir gündü. Karın tatlı tatlı yağışı da olmasa mutluluk adına elde avuçta koca bir sıfır vardı yalnızca.
Henüz üzerini giymişti, korna sesi Metin Amca'nın geldiğini gösteriyordu. "Görüşürüz anneciğim" deyip evden dışarı attı kendini, annesinin "Ama kızım daha kahvaltını yapmadın" demesini duymamıştı bile.
-Selcan, bak her sabah seni bekliyoruz, biraz daha erken hazırlanıp şurda beklesen ya, diye söylendi servisteki arkadaşlarından biri. Selcan arkadaşına sadece baktı. Hiçbir şey söylemedi.
"Sabah kalktığımda karın tatlı tatlı yağışını seyredip güzel bir mutluluk hissetmiştim. Ama şu an ardı sıra gelen sinir bozucu olaylar sebebiyle ne kadar da gergin bir haldeyim" diye düşündü.
Minibüsten inince farkına varmadığı bir su birikintisinin içinde bulmuştu ayağını. Herkes yüksek olmayan bir sesle gülmüştü. Çok sinirlendi, bu yaptıkları yanlarında kalmamalıydı, ama bir şey de yapamıyordu.
Neler oluyordu böyle? Bu kış bu soğuk ve tüm olanlar... Otuz santimetreye varan karda çat-çut yürürken daha farklı bir çıtırtı sesi gelmişti kulağına. İlk önce ne olduğunu anlayamadı. Sesin yönünü keşfetmek için başını sağa çevirdiğinde zorlukla yürümeye çalışan bir kuş gördü. Belli ki hastaydı, arkadaşları gibi bu kara kışta göç edememişti ılıman iklimlere. Yakalamak üzere kolunu uzatınca kuş uzaklaşıverdi. Ama uçamamıştı ve ikinci hamlede yakalanıvermişti. Yumuşacık tüylerini okşadı. Sol ayağında yara vardı. Bir dolmuşa atlayıp eve vardı. Kapıyı tıklatmadan usulca açıp odasına geçti. Küçük kuş üşümüş olmalıydı. Havlunun arasına koydu onu. Çay kaşığına su koyup içmesini beklemişti ama kuş hiç içmedi. Belki acıkmıştır diye ekmekleri ufaladı ama onu da yemedi. "Ne olur ölme, seni iyileştireceğim kuşum" diyordu. Küçük kuş gözlerini kapayıverince uyuduğunu düşünmüş, o da yatağına uzanmıştı.
Uyandığında bir gürültü koptu, "Necla Teyze, baksana Selcan uyanmış." Bütün arkadaşları odasındaydı. Önce olanları anlayamadı, sonra sabahki davranışlarının özrü mahiyetinde arkadaşlarının gelmiş olacağını düşündü.
-Kızım, bayağı bir ateşlenmişsin. Gece niye kapatmadın pencereni. Arkadaşların da merak etmişler ziyaretine gelmişler.
-Ben okula gitmedim mi yani?
-Sabaha kadar sayıkladın zaten, ne okulu kızım.
-Demek hepsi rüyaydı.
Bu sırada sıra arkadaşı Hülya; "Bakın bakın, pencereye kuş konmuş" diye bağırdı. "Alalım mı Necla Teyze, hadi ne olur içeriye alalım."
Selcan olanları güçlükle anlamaya çalışıyordu. Başında müthiş bir ağırlık, vücudunda kırgınlık vardı. Arkadaşları kuşu içeriye aldılar.
-Kuşum, benim kuşum bu! Rüyada da bunu görmüştüm, diyerek birden yatağından doğrulmuştu Selcan. Kuşu eline alınca bir soğukluk hissetmişti, arkadaşları hep birden bağrıştılar.
-Bu kuş ölmüş, baksana boynunu kırdı, gözlerini de yumdu.
Selcan ağlamaya başlamıştı.
-Soğuk bir kış gününün tatlı hatırası minik serçem. Kar tanelerini yastığın bildin uyudun. Gücün yetmedi sıcak ülkelere gitmeye küçük bir canın vardı, feda ettin sevdiklerine. Çünkü hasta olanlar sürüye katılamzlar ya da katılsalar da yük olurlar. Belki de sürünün göçünü dahi engelleyebilirler.
Kar taneleri yine usul usul iniyordu yeryüzüne, her biri farklı şekillerde... Mevsim kış, aylardan Ocak... Üşüyorum. Kuşum üşümüyor, yumdu bu alemin soğuklarına gözlerini...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.