Türkiye so günlerde iki kritik konuda önemli tavizler verdi. Bunlardan biri Kıbrıs, diğeri ise Kuzey Irak.
Her iki konuda da gelişmelerin bu noktaya geleceği aylar öncesinden belliydi. Her iki konuda da hem ABD hem de AB tarafından öyle bir süreç işletildi ki Türkiye'nin müdahale etmemesi herşeyi kaybetmek anlamına gelecekti. Kıbrıs ve Kuzey Irak konularında karşı tarafı durduran ise Türkiye'nin gelişmelere seyirci kalmayacağı uyarısıydı.
Daha açık ifade edecek olursak; Kıbrıs konusunda Avrupa Birliği tüm uluslararası anlaşmalara ve hukuka aykırı olarak Rum Kesimi'nin Kıbrıs'ın tamamının temsilcisi olarak üye yapmayı planlıyor ve bu niyetini de açıkça ifade ediyordu. Bu konuda uluslararası hukuk açısından haklı olan taraf Türkiye'ydi ve Ankara eğer bu gerçekleşirse yani Rum Kesimi AB üyesi yapılırsa KKTC ile entegrasyona gideceğini ilan etmişti. Hatta bu konuda TBMM, tarihi olarak nitelendirilebilecek entegrasyon kararları almış ve KKTC ile zamanın Ankara hükümeti arasında anlaşmalar imzalanmıştı.
Avrupa Birliği, Türkiye'nin 'Rum Kesimi'ni üye alırsanız ben de KKTC ile birleşirim uyarısı' nedeniyle uzun süre bu konuyu kendi içinde tartıştı ve bu plana tereddütle yaklaştı. Ancak 3 Kasım seçimlerinden sonra işbaşına gelen hükümet, Türkiye'nin bugüne kadar izlediği politikaları bir kenara bıraktı. Aralık ayında yapılan AB'nin Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye tam üyelik için tarih verileceği umuduyla AKP hükümeti Kıbrıs'taki entegrasyon formülünü rafa kaldırdı. Zaten uzun zamandır bu günü bekleyen AB ve Rum Kesimi ise fırsatı kaçırmadı.
Türkiye'ye üyelik için tarih verilmeyen Kopenhag toplantısında Rum Kesimi'nin AB üyeliği kesinleştirildi. Türkiye ise bu gelişmeye seyirci kaldı. Yani AB ve Rum'a çok önemli bir taviz verildi.
Türkiye'nin geri adım attığı bir diğer dış politika konusu Kuzey Irak.
ABD, yıllardır Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt Devleti kurma planlarını adım adım yürütüyor. Türkiye kendisi aleyhine olacak bu gelişmeyi önlemek için Kuzey Irak'ta Kürt Devleti ilanını savaş sebebi ilan etmişti. Yani eğer Kürt Devleti oluşumu resmiyet kazanacak olursa Türk Ordusu Kuzey Irak'a girecek ve bu gelişmeye engel olacaktı.
3 Kasım sonrasında bu politikada da geri adım atıldı. Önce 'Kürt Devleti ilanı savaş sebebidir' söyleminden vazgeçildi. Bunun yerine Kerkük ve Musul'da Türkiye'nin kırmızı çizgileri olduğu eğer bu çizgiler aşılırsa müdahale edileceği yaklaşımı geldi.
Ve geçen hafta Türkiye'nin ilan ettiği 3 kırmızı çizgiden ikisi ihlal edildi. Peşmergeler göz göre göre Kerkük'e ardından Musul'a girdiler. Amerikalılar gelince çekilecekleri sözü vermiş olmalarına rağmen geri çekilmediler. Bu da yetmezmiş gibi tapu ve nüfus dairelerini yağmaladılar. Şimdi ise sistematik olmadığı izlenimi vererek Türkmenler'e karşı saldırılar düzenliyorlar. Türkmenler'in mallarını yağmalıyor, Amerikalı askerlerin gözü önünde terör saldırıları sürdürüyorlar.
Kuzey Irak'taki tüm bu gelişmelere rağmen hükümet müdahale etmeme, olayları sadece seyretme konusunda kararlı görünüyor.
Hükümetin Kıbrıs konusunda AB'yi, Kuzey Irak konusunda ise ABD'yi karşısına almamak için gelişmelere seyirci kaldığı biliniyor. Peki ama bunlar nasıl müttefik ki çıkarları bizim hayati çıkarlarımızla çatışıyor ve biz bu ülkelere karşı hakkımızı savunmaya kalktığımızda bizi düşman ilan ediyorlar.
Her iki konuda da gelişmelerin bu noktaya geleceği aylar öncesinden belliydi. Her iki konuda da hem ABD hem de AB tarafından öyle bir süreç işletildi ki Türkiye'nin müdahale etmemesi herşeyi kaybetmek anlamına gelecekti. Kıbrıs ve Kuzey Irak konularında karşı tarafı durduran ise Türkiye'nin gelişmelere seyirci kalmayacağı uyarısıydı.
Daha açık ifade edecek olursak; Kıbrıs konusunda Avrupa Birliği tüm uluslararası anlaşmalara ve hukuka aykırı olarak Rum Kesimi'nin Kıbrıs'ın tamamının temsilcisi olarak üye yapmayı planlıyor ve bu niyetini de açıkça ifade ediyordu. Bu konuda uluslararası hukuk açısından haklı olan taraf Türkiye'ydi ve Ankara eğer bu gerçekleşirse yani Rum Kesimi AB üyesi yapılırsa KKTC ile entegrasyona gideceğini ilan etmişti. Hatta bu konuda TBMM, tarihi olarak nitelendirilebilecek entegrasyon kararları almış ve KKTC ile zamanın Ankara hükümeti arasında anlaşmalar imzalanmıştı.
Avrupa Birliği, Türkiye'nin 'Rum Kesimi'ni üye alırsanız ben de KKTC ile birleşirim uyarısı' nedeniyle uzun süre bu konuyu kendi içinde tartıştı ve bu plana tereddütle yaklaştı. Ancak 3 Kasım seçimlerinden sonra işbaşına gelen hükümet, Türkiye'nin bugüne kadar izlediği politikaları bir kenara bıraktı. Aralık ayında yapılan AB'nin Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye tam üyelik için tarih verileceği umuduyla AKP hükümeti Kıbrıs'taki entegrasyon formülünü rafa kaldırdı. Zaten uzun zamandır bu günü bekleyen AB ve Rum Kesimi ise fırsatı kaçırmadı.
Türkiye'ye üyelik için tarih verilmeyen Kopenhag toplantısında Rum Kesimi'nin AB üyeliği kesinleştirildi. Türkiye ise bu gelişmeye seyirci kaldı. Yani AB ve Rum'a çok önemli bir taviz verildi.
Türkiye'nin geri adım attığı bir diğer dış politika konusu Kuzey Irak.
ABD, yıllardır Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt Devleti kurma planlarını adım adım yürütüyor. Türkiye kendisi aleyhine olacak bu gelişmeyi önlemek için Kuzey Irak'ta Kürt Devleti ilanını savaş sebebi ilan etmişti. Yani eğer Kürt Devleti oluşumu resmiyet kazanacak olursa Türk Ordusu Kuzey Irak'a girecek ve bu gelişmeye engel olacaktı.
3 Kasım sonrasında bu politikada da geri adım atıldı. Önce 'Kürt Devleti ilanı savaş sebebidir' söyleminden vazgeçildi. Bunun yerine Kerkük ve Musul'da Türkiye'nin kırmızı çizgileri olduğu eğer bu çizgiler aşılırsa müdahale edileceği yaklaşımı geldi.
Ve geçen hafta Türkiye'nin ilan ettiği 3 kırmızı çizgiden ikisi ihlal edildi. Peşmergeler göz göre göre Kerkük'e ardından Musul'a girdiler. Amerikalılar gelince çekilecekleri sözü vermiş olmalarına rağmen geri çekilmediler. Bu da yetmezmiş gibi tapu ve nüfus dairelerini yağmaladılar. Şimdi ise sistematik olmadığı izlenimi vererek Türkmenler'e karşı saldırılar düzenliyorlar. Türkmenler'in mallarını yağmalıyor, Amerikalı askerlerin gözü önünde terör saldırıları sürdürüyorlar.
Kuzey Irak'taki tüm bu gelişmelere rağmen hükümet müdahale etmeme, olayları sadece seyretme konusunda kararlı görünüyor.
Hükümetin Kıbrıs konusunda AB'yi, Kuzey Irak konusunda ise ABD'yi karşısına almamak için gelişmelere seyirci kaldığı biliniyor. Peki ama bunlar nasıl müttefik ki çıkarları bizim hayati çıkarlarımızla çatışıyor ve biz bu ülkelere karşı hakkımızı savunmaya kalktığımızda bizi düşman ilan ediyorlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005