Bir kaç arkadaş alış-veriş için "hipermarkete" (büyük bakkala) gidiyorlardı. Ben de şöyle bir gezmek, görmek için aralarına katıldım.
Geniş bir alanda kurulu, içi cicili bicili şeylerle dolu bu alış-veriş merkezinde her türlü eşya satışa sunuluyor.
Arkadaşlarım ihtiyaçları olan eşyaları ararken bir ara dalgınlığımdan onları kaybettim.
Niye mi? Bir keser sapı yüzünden. Belki size acayip gelecek ama tam üç tur atıp 10 kez incelediğim bir keser sapı beni arkadaşlarımdan ayırdı.
Nasıl mı oldu?
Satış bölümlerini (reyon) gezerken aletler arasında keser gördüm. Sapında damgalı bir yazı var. Bir türlü okuyamıyorum. Kafam takıldı. "Yahu bu bölgenin etrafı ormanlıktır. Keser sapında bu damganın işi nedir? Yoksa bu da dışarıdan mı buraya gelmiş" diye düşünürken baltalar gözüme ilişiyor. Yakından bakınca anlıyorum ki baltalar hep ithal mal...
Vah be diyorum...
Türkiye'nin irili, ufaklı atelyelerinde balta, çapa, kazma, kürek... keser imal ediliyor. Hem de sapı kestaneden, kızılcıktan yapılanlar da var.
Peki bu üzeri mühürlü sapın burada işi ne?
Benim bahçeme adam çadır kuruyor. Patatesi, soğanı, marulu, keser sapını dışarıdan getirip bana satıyor. Ben de paracıklarımla altlarına minder oluyorum.
Dikkat edilince görülüyor ki: Araba parçalarından bahçe hortumlarına, elektirik aksesuarlarından tesisat parçalarına çoğu ithal ürünlere paramızı veriyoruz.
Ne anladım bu işten!
Yerli üretimimizin maalesef elleri kesiliyor. Kalpleri, işleri daraltılıyor. Bunu açacak bir yiğit bekleniyor. Milleti için aşılmaz zannedilen dağları, üretim hazinesini açacak bir er kişi bekleniyor.
Teknolojiyi takip etmeyelim, tanımayalım "bize öküz arabası yeter" demiyorum.
Sokağa çıktığımızda arabanın önünde parlayacak bir yıldızla yerli arabamızın heybetle, üstün özellikleriyle en kaliteli araç olmasını istiyorum.
Tarlaları kurut, bakkalı unut.
Dışarıdan pirinç gelsin.
Hipermarket satsın.
"Benim çiftçim" edebiyatı da seyredip dursun.
Kar Yağdı Sahilime türküsünü deli divane oluncaya kadar çığırmak istemiyorsak milli benliğimizin atılım gücüne dönmeliyiz.
Kendi ekşi ayranımızı elin yoğurduna değişmeyelim.
Kendi milli ve manevî gücümüze dönelim. Birbirimizin önünü açalım.
Bu büyük iştir. İnsanını hem ekonomik, hem sosyal hem de kültürel olarak kucaklayıp millete ufuk açacak bir lider ancak bu gücü gösterebilir. Artık siyasî didişmeler, fikrî itişmeler, ahlâki sataşmaları bir kenara bırakıp kendimiz, ailemiz, milletimiz, evladımızın hatırına el ele, gönül gönüle hizmete, huzura, kalkınmaya koşmalıyız.
Ha unutmadan şunu da söyleyeyim. Bu hipermarkette bir bölüm vardı ki seyrine doyamadım.
Çocukluğumda tandır köşesinde holde yaslandığmıız, oturduğumuz işlemeli minderler, dokuma kilimlerin sergilendiği bölüm bize mazimizi, kültürümüzü, çarşımızı hatırlattı.
Buradan arkadaşlarım beş adet kilim aldılar. Her biri birbirinden güzellikte, renkte ve desendeydi.
Koca çarşıda kurulan bu bölüm belki de gönül rahatlığıyla alış-veriş yapacağımız tek yerdi.
Nedenin cevabı belki de burada saklıydı.
O benimdi.
Benim ellerim işlemişti onu.
Tezgahça onun için içimi okşuyordu. Param, alın terime akmıştı. Acaba Rahmet Peygamberi asırlar önce bu ulvî bilince mi işaret ederek: "Kişi kendi kazancından daha tatlı bir lokma yememiştir" buyurmuştu...
Geniş bir alanda kurulu, içi cicili bicili şeylerle dolu bu alış-veriş merkezinde her türlü eşya satışa sunuluyor.
Arkadaşlarım ihtiyaçları olan eşyaları ararken bir ara dalgınlığımdan onları kaybettim.
Niye mi? Bir keser sapı yüzünden. Belki size acayip gelecek ama tam üç tur atıp 10 kez incelediğim bir keser sapı beni arkadaşlarımdan ayırdı.
Nasıl mı oldu?
Satış bölümlerini (reyon) gezerken aletler arasında keser gördüm. Sapında damgalı bir yazı var. Bir türlü okuyamıyorum. Kafam takıldı. "Yahu bu bölgenin etrafı ormanlıktır. Keser sapında bu damganın işi nedir? Yoksa bu da dışarıdan mı buraya gelmiş" diye düşünürken baltalar gözüme ilişiyor. Yakından bakınca anlıyorum ki baltalar hep ithal mal...
Vah be diyorum...
Türkiye'nin irili, ufaklı atelyelerinde balta, çapa, kazma, kürek... keser imal ediliyor. Hem de sapı kestaneden, kızılcıktan yapılanlar da var.
Peki bu üzeri mühürlü sapın burada işi ne?
Benim bahçeme adam çadır kuruyor. Patatesi, soğanı, marulu, keser sapını dışarıdan getirip bana satıyor. Ben de paracıklarımla altlarına minder oluyorum.
Dikkat edilince görülüyor ki: Araba parçalarından bahçe hortumlarına, elektirik aksesuarlarından tesisat parçalarına çoğu ithal ürünlere paramızı veriyoruz.
Ne anladım bu işten!
Yerli üretimimizin maalesef elleri kesiliyor. Kalpleri, işleri daraltılıyor. Bunu açacak bir yiğit bekleniyor. Milleti için aşılmaz zannedilen dağları, üretim hazinesini açacak bir er kişi bekleniyor.
Teknolojiyi takip etmeyelim, tanımayalım "bize öküz arabası yeter" demiyorum.
Sokağa çıktığımızda arabanın önünde parlayacak bir yıldızla yerli arabamızın heybetle, üstün özellikleriyle en kaliteli araç olmasını istiyorum.
Tarlaları kurut, bakkalı unut.
Dışarıdan pirinç gelsin.
Hipermarket satsın.
"Benim çiftçim" edebiyatı da seyredip dursun.
Kar Yağdı Sahilime türküsünü deli divane oluncaya kadar çığırmak istemiyorsak milli benliğimizin atılım gücüne dönmeliyiz.
Kendi ekşi ayranımızı elin yoğurduna değişmeyelim.
Kendi milli ve manevî gücümüze dönelim. Birbirimizin önünü açalım.
Bu büyük iştir. İnsanını hem ekonomik, hem sosyal hem de kültürel olarak kucaklayıp millete ufuk açacak bir lider ancak bu gücü gösterebilir. Artık siyasî didişmeler, fikrî itişmeler, ahlâki sataşmaları bir kenara bırakıp kendimiz, ailemiz, milletimiz, evladımızın hatırına el ele, gönül gönüle hizmete, huzura, kalkınmaya koşmalıyız.
Ha unutmadan şunu da söyleyeyim. Bu hipermarkette bir bölüm vardı ki seyrine doyamadım.
Çocukluğumda tandır köşesinde holde yaslandığmıız, oturduğumuz işlemeli minderler, dokuma kilimlerin sergilendiği bölüm bize mazimizi, kültürümüzü, çarşımızı hatırlattı.
Buradan arkadaşlarım beş adet kilim aldılar. Her biri birbirinden güzellikte, renkte ve desendeydi.
Koca çarşıda kurulan bu bölüm belki de gönül rahatlığıyla alış-veriş yapacağımız tek yerdi.
Nedenin cevabı belki de burada saklıydı.
O benimdi.
Benim ellerim işlemişti onu.
Tezgahça onun için içimi okşuyordu. Param, alın terime akmıştı. Acaba Rahmet Peygamberi asırlar önce bu ulvî bilince mi işaret ederek: "Kişi kendi kazancından daha tatlı bir lokma yememiştir" buyurmuştu...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021