Kelime ve ıstılah manaları bakımından zikir -2-
İbn Abbâs’dan (radiyallahu anh); “Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve âlihi) zamanında, cemaat farz namazından selâm verip ayrılırken seslerini zikirle yükseltirlerdi. Bu sesten onların namazdan ayrıldıklarını anlardım.”
14.10.2024 08:41:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İbn Abbâs'dan bir rivâyet ise şöyledir; İbn Abbâs'dan (radiyallahu anh); "Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve âlihi) zamanında, cemaat farz namazından selâm verip ayrılırken seslerini zikirle yükseltirlerdi. Bu sesten onların namazdan ayrıldıklarını anlardım."
Diğer rivâyet ise şöyledir: "Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) namazı bitirdiğini ancak (yüksek sesle söylediği) tekbirden anlardık."
Ömer'den (radiyallahu anh); "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) Necid bölgesine bir müfreze gönderdi. Müfreze birçok ganimet elde ederek geri döndü.
Müfrezeye katılmayan bir adam hayretini ifade ederek, 'Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden başka bir müfreze görmedik' dedi.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi), 'Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden bir topluluğu size bildireyim mi?' diye sordu ve devamla: 'Sabah namazını kılıp güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikreden bir topluluk, bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eder' buyurdu."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Namazın ardından okunan bazı tesbihler vardır ki, söyleyenleri ya da yapanları asla hüsrana uğratmazlar. Onlar; her namazın ardından (söylenen) otuz üç 'Sübhanallah', otuz üç 'elhamdülillah' ve otuz dört 'Allahuekber'dir."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kim sabah namazının ardından yüz kere 'Sübhanallah', yüz kere 'Lâ ilâhe illallah' derse, deniz köpükleri kadar bile olsa günahları bağışlanır."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kendisini namaz ve zikir için mescidlere adayan kimseyi, Allah, gurbetten gelen yakınını sevinç ve güler yüzlü karşılayan kimse gibi yakınlıkla karşılar."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kim, sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar oturup Allah'ı zikrederse ve sonra kalkıp iki rekât (İşrak) namazı kılarsa; eksiksiz edâ edilmiş bir hac ve umre sevabı alır."
Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) sahâbisi Abdullah b. Büsr'den (radiyallahu anh); "O, Ramazan ya da Kurban Bayramı'nda cemaatle namaza gitmişti. İmamın gecikmesini yanlış bularak şöyle dedi: Biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk, bu vakit ise tesbih zamanıdır."
Enes'den (radiyallahu anh); "Mescidde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) ile beraber otururken, bir bedevî geldi ve mescidde küçük abdeste başladı.
Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) ashâbı, 'Yavaş ol, yavaş ol!' diye bağırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurdu:
'Bırakın kesmeyin, iyice etsin!' Sonra onu çağırdı ve, 'Bu mescidler, idrar ve dışkı gibi şeyleri bırakmak için yapılmamıştır; Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve Kur'ân okumak için yapılmıştır' diye öğüt verdi.
Cemaatten bir adama bir kova su getirmesini emretti. Adam suyu getirdi ve o idrarı akıttı."
Zikrullaha dâir bu hadisler ve daha birçok rivâyetler, meşrepler tarafından günümüze kadar uygulanagelen zikir ve zikir eğitiminin, Kur'ân-ı Kerim'e ve de Sünnet'e uygun olduğunu gösteren diğer delillerdir.
Bütün ibâdetler, Cenâb-ı Hakk'a vâsıl olmak için yapılır. Allah'ı zikir içindir. Zikir ibâdetlerin özüdür. Dolayısıyla, hac ibâdeti de Allah'ı zikirdir. Ayrıca hacda telbiye ve tekbirler okunur ki, bunlar zikrin ta kendisidir:
"Hac ibâdetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki, 'Ey Rabb'imiz! Bize dünyada ver' derler. Böyle kimselerin âhiretten hiç nasibi yoktur" âyet-i kerimesinde, "Hac ibâdetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın" emri, hacdan müstakil bir ibâdet olarak da zikrin gerekliliğini ifade eder.
Günümüzde ve geçmişte bazı insanlar, "Allah'ı zikretmekten maksat namaz kılmaktır. Namaz en büyük zikirdir. Bunun dışında müstakil bir ibâdet olarak Allah'ı zikretmek gereksizdir" gibi kasıtlı olarak, yanlış ve bâtıl bir iddiada bulunarak; Yüce Allah'ı müstakil bir ibâdet olarak zikretmeyi bâtıl ve Peygamber Efendimizden sonra uydurulmuş bir bid'at gibi göstermeye çalışarak, inananları Allah'ı zikirden, ibâdetten uzaklaştırmak istemişlerdir.
Bu gayret, İslamiyet'e zarar vermek, inananları bölmek-parçalamak, ibâdetten soğutmak amaçlı yapılan ajan faaliyetinden başka bir şey değildir.
Oysaki müstakil bir ibâdet olarak Allah'ı zikretmek, sonradan uydurulmuş bâtıl ya da bid'at değil; bilakis ibâdetlerin, İslam'ın özüdür." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Diğer rivâyet ise şöyledir: "Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) namazı bitirdiğini ancak (yüksek sesle söylediği) tekbirden anlardık."
Ömer'den (radiyallahu anh); "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) Necid bölgesine bir müfreze gönderdi. Müfreze birçok ganimet elde ederek geri döndü.
Müfrezeye katılmayan bir adam hayretini ifade ederek, 'Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden başka bir müfreze görmedik' dedi.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi), 'Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden bir topluluğu size bildireyim mi?' diye sordu ve devamla: 'Sabah namazını kılıp güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikreden bir topluluk, bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eder' buyurdu."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Namazın ardından okunan bazı tesbihler vardır ki, söyleyenleri ya da yapanları asla hüsrana uğratmazlar. Onlar; her namazın ardından (söylenen) otuz üç 'Sübhanallah', otuz üç 'elhamdülillah' ve otuz dört 'Allahuekber'dir."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kim sabah namazının ardından yüz kere 'Sübhanallah', yüz kere 'Lâ ilâhe illallah' derse, deniz köpükleri kadar bile olsa günahları bağışlanır."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kendisini namaz ve zikir için mescidlere adayan kimseyi, Allah, gurbetten gelen yakınını sevinç ve güler yüzlü karşılayan kimse gibi yakınlıkla karşılar."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kim, sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar oturup Allah'ı zikrederse ve sonra kalkıp iki rekât (İşrak) namazı kılarsa; eksiksiz edâ edilmiş bir hac ve umre sevabı alır."
Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) sahâbisi Abdullah b. Büsr'den (radiyallahu anh); "O, Ramazan ya da Kurban Bayramı'nda cemaatle namaza gitmişti. İmamın gecikmesini yanlış bularak şöyle dedi: Biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk, bu vakit ise tesbih zamanıdır."
Enes'den (radiyallahu anh); "Mescidde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) ile beraber otururken, bir bedevî geldi ve mescidde küçük abdeste başladı.
Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) ashâbı, 'Yavaş ol, yavaş ol!' diye bağırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurdu:
'Bırakın kesmeyin, iyice etsin!' Sonra onu çağırdı ve, 'Bu mescidler, idrar ve dışkı gibi şeyleri bırakmak için yapılmamıştır; Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve Kur'ân okumak için yapılmıştır' diye öğüt verdi.
Cemaatten bir adama bir kova su getirmesini emretti. Adam suyu getirdi ve o idrarı akıttı."
Zikrullaha dâir bu hadisler ve daha birçok rivâyetler, meşrepler tarafından günümüze kadar uygulanagelen zikir ve zikir eğitiminin, Kur'ân-ı Kerim'e ve de Sünnet'e uygun olduğunu gösteren diğer delillerdir.
Bütün ibâdetler, Cenâb-ı Hakk'a vâsıl olmak için yapılır. Allah'ı zikir içindir. Zikir ibâdetlerin özüdür. Dolayısıyla, hac ibâdeti de Allah'ı zikirdir. Ayrıca hacda telbiye ve tekbirler okunur ki, bunlar zikrin ta kendisidir:
"Hac ibâdetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki, 'Ey Rabb'imiz! Bize dünyada ver' derler. Böyle kimselerin âhiretten hiç nasibi yoktur" âyet-i kerimesinde, "Hac ibâdetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın" emri, hacdan müstakil bir ibâdet olarak da zikrin gerekliliğini ifade eder.
Günümüzde ve geçmişte bazı insanlar, "Allah'ı zikretmekten maksat namaz kılmaktır. Namaz en büyük zikirdir. Bunun dışında müstakil bir ibâdet olarak Allah'ı zikretmek gereksizdir" gibi kasıtlı olarak, yanlış ve bâtıl bir iddiada bulunarak; Yüce Allah'ı müstakil bir ibâdet olarak zikretmeyi bâtıl ve Peygamber Efendimizden sonra uydurulmuş bir bid'at gibi göstermeye çalışarak, inananları Allah'ı zikirden, ibâdetten uzaklaştırmak istemişlerdir.
Bu gayret, İslamiyet'e zarar vermek, inananları bölmek-parçalamak, ibâdetten soğutmak amaçlı yapılan ajan faaliyetinden başka bir şey değildir.
Oysaki müstakil bir ibâdet olarak Allah'ı zikretmek, sonradan uydurulmuş bâtıl ya da bid'at değil; bilakis ibâdetlerin, İslam'ın özüdür." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)