İstanbul'da sabah ezanlarına uyandığımızda, ezan seslerine eşlik eden bir ses daha vardı; yağmur sesi.
Yağmurun önünde müjdeci olarak gelen rüzgâr akşamdan haber vermişti zaten; bu rüzgârın kulaklara fısıldadığı bir haberdi.
Başarısını, geçen yıllarda en gözde üniversitelere yerleştirdiği kabarık liste ile ispat etmiş olan Başarılı Koleji'nin altıncı sınıfına giden oğlumuz Sacid Emre'yi okula götürmek için çıktığımda yağmur adeta meydan okuyordu.
On beş senelik Erzurum arasından sonra tekrar İstanbul'da, yağmurlu bir Cuma sabahında bu kocaman metropol şehirde, toplu taşıma araçlarına binmek için kuyruk bekleyen, yer yer havuza dönmüş olan caddelerden geçmek için uzun atlama denemeleri yapan insan kümelerine şahit oluyordum.
Bağcılar'dan Güngören Köyiçi'ne ulaşmak için kısmen Esenler'den de makas alarak ara sokaklardan ve daracık sokaklardan ilerlemeye çalışırken, kavşak noktalarında trafik alaborasına yakalanmış burnundan soluyan (sanki başka solunacak yer var) ve yürüyen insanlara imrenen sürücüler gördüm.
İstanbul; özel araçlarda karınca yürüyüşü ile ilerlerken hızlı adımlarla yürüyen insanlara imrenildiği bir şehir.
Ne mutlu sizlere ki hür adımlarla ilerliyorsunuz ve sizi bu asfalta bağlayan bir arabaya mahkûm değilsiniz.
Ne kadar plansız, programsız, yarınları planlamaktan ne kadar aciz ve uzak bir millet olduğumuzu anlamak için İstanbul'un herhangi bir bölgesinde kısa bir tur atmak yeterlidir.
Mesela, Bağcılar, Güngören ve Esenler oluşumlarına bizzat bizim de şahit olduğumuz otuz-kırk yıllık geçmişi olan ilçeler.
Daracık ve çok sayıda çıkmaz sokaklar, kargacık-burgacık binalar, şehirleşmenin "şe"sinden bihaber şehir planlarının yeryüzüne hançer gibi saplanmış görüntüleri...
Özellikle son çeyrek asırdan beri İstanbul'u yönetenlerin aç gözlülüğünü ve beceriksizliğini resmeden garip garip manzaralar.
"Ana gibi yar olmaz İstanbul gibi diyar
Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar"
diyen Necip Fazıl, yatmakta olduğu Eyüp sırtlarından başını kaldırsa da dört bir yandan üzerine üzerine doğru gelen gökdelenleri görse acaba ne derdi?
Sözlerimi geri alıyorum der miydi acaba?
Ya da Yahya Kemal:
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer"
mısralarını hatırlayıp "ben bu mısraları armağan ettiğim İstanbul'un yerinde yeller esiyor, bu şehri kim getirdi bu hale?" diyerek güzel bir fırça atar mıydı torunlarına?
Çeyrek asırdan beri İstanbul'u yöneten zihniyet on beş seneden beri de Türkiye'yi yönetiyor.
İstanbul'daki talana bak Türkiye'deki talanı anla.
İstanbul'daki yalanı gör Türkiye'deki yalanı anla.
İstanbul'daki çıkmaz sokakları gör Türkiye'deki "durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" feryatlarını duymaya çalış.
Görmemişin bir oğlu olmuş meselesi...
Aynen.
Yağmurun önünde müjdeci olarak gelen rüzgâr akşamdan haber vermişti zaten; bu rüzgârın kulaklara fısıldadığı bir haberdi.
Başarısını, geçen yıllarda en gözde üniversitelere yerleştirdiği kabarık liste ile ispat etmiş olan Başarılı Koleji'nin altıncı sınıfına giden oğlumuz Sacid Emre'yi okula götürmek için çıktığımda yağmur adeta meydan okuyordu.
On beş senelik Erzurum arasından sonra tekrar İstanbul'da, yağmurlu bir Cuma sabahında bu kocaman metropol şehirde, toplu taşıma araçlarına binmek için kuyruk bekleyen, yer yer havuza dönmüş olan caddelerden geçmek için uzun atlama denemeleri yapan insan kümelerine şahit oluyordum.
Bağcılar'dan Güngören Köyiçi'ne ulaşmak için kısmen Esenler'den de makas alarak ara sokaklardan ve daracık sokaklardan ilerlemeye çalışırken, kavşak noktalarında trafik alaborasına yakalanmış burnundan soluyan (sanki başka solunacak yer var) ve yürüyen insanlara imrenen sürücüler gördüm.
İstanbul; özel araçlarda karınca yürüyüşü ile ilerlerken hızlı adımlarla yürüyen insanlara imrenildiği bir şehir.
Ne mutlu sizlere ki hür adımlarla ilerliyorsunuz ve sizi bu asfalta bağlayan bir arabaya mahkûm değilsiniz.
Ne kadar plansız, programsız, yarınları planlamaktan ne kadar aciz ve uzak bir millet olduğumuzu anlamak için İstanbul'un herhangi bir bölgesinde kısa bir tur atmak yeterlidir.
Mesela, Bağcılar, Güngören ve Esenler oluşumlarına bizzat bizim de şahit olduğumuz otuz-kırk yıllık geçmişi olan ilçeler.
Daracık ve çok sayıda çıkmaz sokaklar, kargacık-burgacık binalar, şehirleşmenin "şe"sinden bihaber şehir planlarının yeryüzüne hançer gibi saplanmış görüntüleri...
Özellikle son çeyrek asırdan beri İstanbul'u yönetenlerin aç gözlülüğünü ve beceriksizliğini resmeden garip garip manzaralar.
"Ana gibi yar olmaz İstanbul gibi diyar
Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar"
diyen Necip Fazıl, yatmakta olduğu Eyüp sırtlarından başını kaldırsa da dört bir yandan üzerine üzerine doğru gelen gökdelenleri görse acaba ne derdi?
Sözlerimi geri alıyorum der miydi acaba?
Ya da Yahya Kemal:
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer"
mısralarını hatırlayıp "ben bu mısraları armağan ettiğim İstanbul'un yerinde yeller esiyor, bu şehri kim getirdi bu hale?" diyerek güzel bir fırça atar mıydı torunlarına?
Çeyrek asırdan beri İstanbul'u yöneten zihniyet on beş seneden beri de Türkiye'yi yönetiyor.
İstanbul'daki talana bak Türkiye'deki talanı anla.
İstanbul'daki yalanı gör Türkiye'deki yalanı anla.
İstanbul'daki çıkmaz sokakları gör Türkiye'deki "durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" feryatlarını duymaya çalış.
Görmemişin bir oğlu olmuş meselesi...
Aynen.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025