İslam’da hilafet meselesi -2-
İbn-i Hacer, “Sevâik” adlı eserinin 25. sayfasında şöyle yazmaktadır: “Gadir-i Hum hadisi hiçbir şek ve şüphe taşımayan sahih bir hadistir. Onu rivayet edenler oldukça çoktur.”
18.08.2024 18:24:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İbn-i Hacer, "Sevâik" adlı eserinin 25. sayfasında şöyle yazmaktadır: "Gadir-i Hum hadisi hiçbir şek ve şüphe taşımayan sahih bir hadistir. Onu rivayet edenler oldukça çoktur."
Bu hakikatlerden çıkan netice şudur ki: Hilafetin İmam Ali'nin ve evlatlarının hakkı olduğu gerçeği bizzat Resulullah Efendimiz tarafından açıkça Gadir hadisi ile beyan edilmiştir.
Dinin kurallarını Allah ve Resûlü belirler. İman sahibi olan kimseler de bu kuralları tartışmasız kabul ve tasdik ederler. Bu, aynı zamanda iman sahibi olmanın bir gereğidir. Allah ve Resûlü bir konuda hüküm koyduktan sonra bunun üzerinde tartışmak mü'minlerin işi değildir.
Nitekim Peygamberimiz hutbenin pek çok yerinde, "Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır" buyuruyor.
Bunun ötesinde yapılan tartışmaların hiçbirinin dinde bir yeri yoktur ve olamaz.
Diğer bir husus da şudur: Allah Resûlü, hilafet makamını İmam Ali'den olan nesline devretmiş ve Gadir günü bunu açıkça ilan etmiştir.
Hutbede Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar! Bu böyle bir toplulukta ayağa kalktığım son defadır. O halde işitiniz. İtaat ediniz. Rabbiniz olan Allah'ın emri karşısında teslim olunuz.
Zira Allah sizin Mevla'nız ve Ma'bud'unuzdur. Allah'tan sonra O'nun Resûlü olan Muhammed sizin velinizdir. Benden sonra da Ali, Allah'ın emriyle sizin veliniz ve imamınızdır. İmamet makamı ondan sonra Allah ve Resûlü ile görüşeceğiniz güne kadar O'nun evlatlarından olan Benim neslimin hakkıdır."
Resûlullah'ın bu açık emrine rağmen, Gadir-i Hum gününden kırk sekiz yıl sonra İmam Hüseyin ve Ehl-i Beyt evlatları Kerbela'da şehit edildiler.
Ancak İmam Hüseyin bizzat kendisine ve nesline Allah Resûlü tarafından verilen bir hak olan hilafete sahip çıkmak için mücadele etmiştir. Bazılarının zan ve iddia ettiği gibi iktidar mücadelesi değildir bu.
Gözünü iktidar hırsı bürümüş olanlar bu hakikati yok saymış, Hz. Hüseyin'i ve beraberindekileri acımasızca şehit etmişlerdir.
Bu büyük bir zulüm ve haksızlık olduğu gibi, Allah'a ve Peygamberine açıkça karşı gelmektir.
Burada bir noktanın daha altını çizmekte fayda var.
Bütün bu hakikatlere rağmen, "Peygamber yerine kimseyi vekil tayin etmemiştir" diyenler birçok noktada çelişkiye düşüyorlar:
İlk olarak; Hz. Peygamber yerine bir halife tayin etmedi ve bunu ümmetin seçimine bıraktı ise Gadir-i Hum günü yaşananların mânâsı nedir? Gadir olayı açık bir halife tayinidir. Veda Haccı nasıl tarihî bir hakikat ise yüz bin kişilik bir topluluğun önünde irad edilen Gadir-i Hum Hutbesi de tarihî bir hakikattir ve inkarı mümkün değildir. Demek ki, burada tarihî bir vakıayı inkar etmek, yok saymak durumu söz konusudur ki bu hangi mantıkla izah edilebilir?
İkinci bir çelişki de şudur ki; Hz. Peygamberin, Kendinden sonra bir halife tayin etmediği düşüncesinden hareketle, Allah Resûlü'nün vefatının hemen ardından Sakife'de Hz. Ebu Bekir halife seçildi.
Ancak bu şekilde hilafete gelen Hz. Ebu Bekir kendinden sonra Hz. Ömer'i halife tayin etti. Hz. Ömer de ölüm döşeğinde iken bir şûraya bu görevi devretti. Burada bir tutarsızlık söz konusudur.
Zira Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in Kendisine bir halife tayin etmediği iddiasıyla Sakife'de halife seçimine gitmişlerdi.
Yani ya Hz. Peygamber yerine bir vekil tayin etmemiş ancak onlar yerlerine bir vekil atayarak Hz. Peygamber'in sünnetiyle ters düşmüşlerdir.
Ya da Hz. Peygamber bir vekil tayin etmiş olmasına rağmen kendileri bunu yok sayarak seçimle halife belirlemişlerdir. Her iki durumda da ortada ciddi bir çelişki vardır.
Üçüncü ve en önemli husus da şudur; din demokratik bir kurum değildir ki, seçimle bir kimseye görev tevdi edilsin veya herhangi bir kimse görevden alınsın.
Bu mantık İslam'da demokratik usulle halife seçimini başlatmıştır. Bu uygulama dinin ruhuna ve Allah Resûlü'nün uygulamalarına terstir. İslam'da imamet nasb iledir.
Allah, Hz. Peygamberden sonraki imamın kim olacağını belirlemiş, Allah Resûlü de bu emre uygun hareket ederek bunu hac dönüşü Gadir mevkiinde halka ilan etmiştir.
(Burada bir not düşelim: Hz. Hüseyin kendine bizzat Allah ve Resûlü tarafından verilen imamlık ve idarecilik hakkının bir tezahürü olarak kıyam etmiştir).
Ve kısa bir süre sonra Allah Resûlü bu dünyadan göç etmiştir. Bilindiği gibi, ardından Hz. Ebu Bekir halife seçilmiştir. Onu Hz. Ömer ve Hz. Osman takip etmiştir.
Hz. Ali'nin bu dönemlerde kendisine fikir danışılan bir ilim mercii konumunda olduğunu görüyoruz.
Hz. Osman'ın şehâdetini takip eden dönem İslam toplumunda fitne ve karışıklığın hâkim olduğu bir dönemdir ki, halk tam da bu zamanda İmam Ali'nin kapısına dayanmış ve idareyi eline almasını istemişlerdir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Zeynep ve Hz. Masume eserinden)
Bu hakikatlerden çıkan netice şudur ki: Hilafetin İmam Ali'nin ve evlatlarının hakkı olduğu gerçeği bizzat Resulullah Efendimiz tarafından açıkça Gadir hadisi ile beyan edilmiştir.
Dinin kurallarını Allah ve Resûlü belirler. İman sahibi olan kimseler de bu kuralları tartışmasız kabul ve tasdik ederler. Bu, aynı zamanda iman sahibi olmanın bir gereğidir. Allah ve Resûlü bir konuda hüküm koyduktan sonra bunun üzerinde tartışmak mü'minlerin işi değildir.
Nitekim Peygamberimiz hutbenin pek çok yerinde, "Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır" buyuruyor.
Bunun ötesinde yapılan tartışmaların hiçbirinin dinde bir yeri yoktur ve olamaz.
Diğer bir husus da şudur: Allah Resûlü, hilafet makamını İmam Ali'den olan nesline devretmiş ve Gadir günü bunu açıkça ilan etmiştir.
Hutbede Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar! Bu böyle bir toplulukta ayağa kalktığım son defadır. O halde işitiniz. İtaat ediniz. Rabbiniz olan Allah'ın emri karşısında teslim olunuz.
Zira Allah sizin Mevla'nız ve Ma'bud'unuzdur. Allah'tan sonra O'nun Resûlü olan Muhammed sizin velinizdir. Benden sonra da Ali, Allah'ın emriyle sizin veliniz ve imamınızdır. İmamet makamı ondan sonra Allah ve Resûlü ile görüşeceğiniz güne kadar O'nun evlatlarından olan Benim neslimin hakkıdır."
Resûlullah'ın bu açık emrine rağmen, Gadir-i Hum gününden kırk sekiz yıl sonra İmam Hüseyin ve Ehl-i Beyt evlatları Kerbela'da şehit edildiler.
Ancak İmam Hüseyin bizzat kendisine ve nesline Allah Resûlü tarafından verilen bir hak olan hilafete sahip çıkmak için mücadele etmiştir. Bazılarının zan ve iddia ettiği gibi iktidar mücadelesi değildir bu.
Gözünü iktidar hırsı bürümüş olanlar bu hakikati yok saymış, Hz. Hüseyin'i ve beraberindekileri acımasızca şehit etmişlerdir.
Bu büyük bir zulüm ve haksızlık olduğu gibi, Allah'a ve Peygamberine açıkça karşı gelmektir.
Burada bir noktanın daha altını çizmekte fayda var.
Bütün bu hakikatlere rağmen, "Peygamber yerine kimseyi vekil tayin etmemiştir" diyenler birçok noktada çelişkiye düşüyorlar:
İlk olarak; Hz. Peygamber yerine bir halife tayin etmedi ve bunu ümmetin seçimine bıraktı ise Gadir-i Hum günü yaşananların mânâsı nedir? Gadir olayı açık bir halife tayinidir. Veda Haccı nasıl tarihî bir hakikat ise yüz bin kişilik bir topluluğun önünde irad edilen Gadir-i Hum Hutbesi de tarihî bir hakikattir ve inkarı mümkün değildir. Demek ki, burada tarihî bir vakıayı inkar etmek, yok saymak durumu söz konusudur ki bu hangi mantıkla izah edilebilir?
İkinci bir çelişki de şudur ki; Hz. Peygamberin, Kendinden sonra bir halife tayin etmediği düşüncesinden hareketle, Allah Resûlü'nün vefatının hemen ardından Sakife'de Hz. Ebu Bekir halife seçildi.
Ancak bu şekilde hilafete gelen Hz. Ebu Bekir kendinden sonra Hz. Ömer'i halife tayin etti. Hz. Ömer de ölüm döşeğinde iken bir şûraya bu görevi devretti. Burada bir tutarsızlık söz konusudur.
Zira Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in Kendisine bir halife tayin etmediği iddiasıyla Sakife'de halife seçimine gitmişlerdi.
Yani ya Hz. Peygamber yerine bir vekil tayin etmemiş ancak onlar yerlerine bir vekil atayarak Hz. Peygamber'in sünnetiyle ters düşmüşlerdir.
Ya da Hz. Peygamber bir vekil tayin etmiş olmasına rağmen kendileri bunu yok sayarak seçimle halife belirlemişlerdir. Her iki durumda da ortada ciddi bir çelişki vardır.
Üçüncü ve en önemli husus da şudur; din demokratik bir kurum değildir ki, seçimle bir kimseye görev tevdi edilsin veya herhangi bir kimse görevden alınsın.
Bu mantık İslam'da demokratik usulle halife seçimini başlatmıştır. Bu uygulama dinin ruhuna ve Allah Resûlü'nün uygulamalarına terstir. İslam'da imamet nasb iledir.
Allah, Hz. Peygamberden sonraki imamın kim olacağını belirlemiş, Allah Resûlü de bu emre uygun hareket ederek bunu hac dönüşü Gadir mevkiinde halka ilan etmiştir.
(Burada bir not düşelim: Hz. Hüseyin kendine bizzat Allah ve Resûlü tarafından verilen imamlık ve idarecilik hakkının bir tezahürü olarak kıyam etmiştir).
Ve kısa bir süre sonra Allah Resûlü bu dünyadan göç etmiştir. Bilindiği gibi, ardından Hz. Ebu Bekir halife seçilmiştir. Onu Hz. Ömer ve Hz. Osman takip etmiştir.
Hz. Ali'nin bu dönemlerde kendisine fikir danışılan bir ilim mercii konumunda olduğunu görüyoruz.
Hz. Osman'ın şehâdetini takip eden dönem İslam toplumunda fitne ve karışıklığın hâkim olduğu bir dönemdir ki, halk tam da bu zamanda İmam Ali'nin kapısına dayanmış ve idareyi eline almasını istemişlerdir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Zeynep ve Hz. Masume eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.