Bu makalemizde; iman nedir, imanın önemi, imanın tezahürleri, imanın hayatımızdaki fonksiyonları üzerinde durmaya çalışacağız.
İman, öncelikle kabul ettiğimiz Cenab-ı Vacibu'l Vücut Hazretlerinin Zatıdır. İnsan, Allah'ı kabul ediş ile kulluk kapısını açıyor. Mademki kabul ediyorsun, o zaman, O'na karşı mükellefiyetlerinin de olması gerekiyor. Mükellefiyet şuuru da insana kulluk kapısını açıyor.
İman, aslında, insanı insan eden en önemli cevherdir, özdür, sıfattır, mahiyettir. Merhum Akif'in dediği gibi, "Yüreklerden silindi havfı Yezdan'ın/Ne irfanın kalır tesiri katiyyen ne vicdanın."
Bir insanın vicdanının da hayat bulması Allah'a bağlılığı ve O'na olan yakınlığı, korkusu münasebetiyledir. Bunu kalbinde duyan insan ancak beşeriyet içerisinde üzerine düşen vazifeyi bihakkın eda etmeye gayret edebilir. Onun için Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde, Cenab-ı Hak, 'Ey iman edenler!" diye "iman" kelimesi üzerinde çok durmuştur.
Mükellefiyet imandan sonra gelir. İmanın hayatımızdaki fonksiyonu imanla birlikte başlar. Kabul ettiklerimiz, hayatımızda, fiil, düşünce, duygu olarak bize yansır; böylece hayat, inançla amel bütünlüğü haline gelmiş olur.
Yani inanç, düşünce ile filler bir bütün haline gelmiş olur. Siz, inandığınız şey ile beraber varsınız. Veya var olan şey sizin inancınızın eseridir.
Toplumlara baktığınız zaman o toplumlarda olduğunu kabul ettiğiniz dinin güzel tarafı, yönü o toplumda görülmüyor ise sizin inancınız sadece kuru bir iddiadan ibaret kalır.
"İman ettim" demek, aslında, kulun bir iddiasıdır. "İman ettim" demek mücerret bir olaydır. Esas olan kabulün amele dönüşmesidir.
İşte o fiile dönüştüğü an da onun fonksiyonudur. Kabul edeceksin ki aksiyonu karşınıza çıksın. Onun için iman ettiğimiz güzelliklerin insan menfaatine yarayan, insanları birbirine yakınlaştıran, kaynaştıran, aralarındaki hukuku düzenleyen, bütün insanları ahlak-ı hamide sahibi yapan o inanç, hayatta aksiyon haline geldiği zaman, imanın tezahürü kendiliğinden ortaya çıkıyor.
İmanda takva derecesinin önemi
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, bir insanı tarif ederken, onun hem iman eden, hem iman etmeyen, hem de iman etmediği halde inanmış gibi görünen karakterlerini ortaya koyuyor.
İman eden insandan sudur etmesi gereken fiiller, iman etmeyen insandan sudur eden fiiller, iman etmediği halde etmiş gibi görünen insanlarda zuhur eden haller, Kur'an-ı Kerim'de tek tek anlatılıyor.
Böylece insan, nefis muhasebesi yapıp, hakikaten inandığını veya inanmadığı halde kendi kendini kandırdığını bu ölçü ile, mikyas ile tespit edip bulabilir.
Mesela ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakiler için bir yol göstericidir." (Bakara, 2).
Burada Cenab-ı Hak, Müslüman'a sıfat atfediyor. "Muttaki kişiler Kur'an'dan şüphe etmez" buyuruyor.
Demek ki bir insan takva derecesinde olmadığı müddetçe Kur'an'ın her emrinden, her sayfasından, her satırından şüphe eder manası çıkıyor. Kim şüphe etmez? Muttakiler etmez.
Demek ki biz imanımızı, ahlakımızı takva derecesinde güçlendirmediğimiz müddetçe kaygan bir zemin üzerinde gidip geliriz ortaya çıkar.
İman vehim değil gerçektir
İman eden insan ne yapar? "Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar." (Bakara, 3).
Hakikaten insanın; görmediği, işitmediği, hissetmediği, duymadığı bir dünyaya, âleme, varlığa inanması kadar zor, belki de imkansız hiç bir şey yoktur.
İman, görmediği şeyedir. Eğer görür de hesap ederek kabul edersen bu, matematik problemi gibi bir şeydir. Ama imanın özü ve hakikati görülmeyeni kabul etmektir.
İman aynı zamanda bir ilim dalıdır. İman ederken, körü körüne de kabul ediyorsun manası çıkmasın. İman ettiğin ne kadar şey varsa bunu kabul ettiğin ve o yönde gayret sarf ettiğin (buna amel denir) zaman, bu sefer inandıkların senin gönül dünyanda, kalp dünyanda, bilgi halinde sana öğretilir.
Yani imanın böyle bilemediğimiz çok üstün yönleri de vardır. İnanç, amel-aksiyon haline geldiği zaman, -mesela Allah'a inanmıştın- Allah'ın varlığını kalben anlamaya, tanımaya başlıyorsun.
Allah'ı akıl yoluyla ne kadar anlatırsan anlat, tanıyamazsın. Zaten akıl Allah'ın ne olduğunu değil ne olmadığını izah edebilir.
Akıl ile "ne Allah değildir"in izahını verebilirsin ama "ne Allah'tır"ın izahını yapamazsın. Allah'ı, iman ettikten sonra yaptığın ibadetle, O'nun tecellileri ile tanıma imkânını elde etmiş olursun.
Yani inandığın şey bir hayal, bir vehim değil, bir gerçektir. Müspet ilmi, okuyarak, deney yaparak, keşfederek elde edebilirsin. Ama iman ilmini, kalp boyutundaki ilmi ise, amelle işin içine girdiğin zaman kalp gözü dediğimiz şey ile elde edersin." Devam edecek...
(Prof. Dr. Haydar Baş İcmal Dergisi Nisan 2016)
(Prof. Dr. Haydar Baş İcmal Dergisi Nisan 2016)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- İmam Ca'fer (a.s.) / 08.04.2025
- İmam Muhammed Bâkır / 07.04.2025
- İmam Zeynelabidin / 06.04.2025
- Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin / 05.04.2025
- İmam Hasan dönemi bugüne ne kadar da benziyor / 04.04.2025
- İmam Ali'nin hilafeti / 03.04.2025
- Gelmiş ve gelecek kadınların en üstünü Hz. Fatıma / 02.04.2025
- En güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (sav) / 01.04.2025
- Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt / 31.03.2025
- Ramazan Bayramımız mübarek olsun / 30.03.2025
- İmam Muhammed Bâkır / 07.04.2025
- İmam Zeynelabidin / 06.04.2025
- Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin / 05.04.2025
- İmam Hasan dönemi bugüne ne kadar da benziyor / 04.04.2025
- İmam Ali'nin hilafeti / 03.04.2025
- Gelmiş ve gelecek kadınların en üstünü Hz. Fatıma / 02.04.2025
- En güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (sav) / 01.04.2025
- Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt / 31.03.2025
- Ramazan Bayramımız mübarek olsun / 30.03.2025