Batı, dünya kaynakları tekeline alma hedefinden vazgeçmediği gibi Rusya'da hem bölgesinde, hem de sıcak sulara inerek gücünü kabul ettirmek, küresel sömürüden kendi payını almak istiyordu.
1929'ya yaşanan küresel ekonomik krizde bu hedefler için tetikleyici olmuştu.
O yıllarda ABD'nin başında Franklin D. Roosevelt, Sovyetlerin başında Stalin, İtalya'nın başında Mussolini vardı. 1933'te de Hitler, Almanya'da iktidara geldi.
Bu liderlerin söylemleri ve başlattıkları askeri işgaller, Anadolu ve boğazların önemini tekrar gündeme getiriyordu.
Atatürk yaklaşmakta olan savaşın ayak seslerini duyuyordu. Başta boğazlar, Hatay ve Musul-Kerkük olmak üzere milli güvenliğimizi direk etkileyecek adımları atmak için uygun zamanı kolluyordu.
Atatürk birçok demecinde artık Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi gerektiğini vurguluyordu.
Hatta Amerikalı gazeteci Gladys Baker, Atatürk'e 26 Mayıs 1935'te, Türkiye neden Çanakkale'yi tahkim etmek istiyor? diye soruyor.
Atatürk; "Türkiye'nin, Çanakkale'yi tahkim etmek istemesi, Boğazların askerlikten tecridini kabul ettiğimiz zamandaki şerait ve vaziyetin değişmesine bağlıdır.
Evvela ana topraklarımızın müdafaası sonra da, Boğazların tekeffül (üslenme) ettiğimiz serbestisini temin içindir. Türkiye'nin sulhperverliği (barışı koruyuculuğu) artık dünyaca malumdur. Boğazları niçin tahkim etmek istiyorsunuz, sualini sormaktan ziyade, bunun aksini ısrarla talep edenlere niçin sualini tevcih (yöneltmek) etmek daha muvafık (uygun) olur, sanırım" cevabını vermişti.
27 Eylül 1932'de Amerikalı General Mac Arthur, Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ü ziyaret etmiştir.
Bu ziyarette Avrupa'nın durumunu soran Mac Arthur'a Atatürk şu tarihi cevabı vermiştir:
"Dün olduğu gibi yarın da Avrupa'nın mukadderatı Almanya'nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır.
Fevkalade bir dinamizme malik olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi bir cereyana kendisini kaptırdı mı, er geç Versay Muahedesinin tasfiyesine girişecektir."
O günün siyasi ve askeri şartlarını çok iyi değerlendiren Atatürk, uluslararası hukuk ve diplomasi kuralları dahilinde yeni bir sözleşme için Boğazlar başlığında imzası olan ülkeleri ikna etmeyi başarmıştır.
Lozan'da imzalanan Boğazlar Sözleşmesi değişiyor
Atatürk, 'değişiklik şart' derken masaya 'uluslararası koşullar, devletler hukuku' mantığını koyuyordu. Yani asıl mücadeleyi masada yapıyordu.
Bu mealde hukuk yoluyla Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi için bir konferans toplanmasını istiyordu.
Çünkü Akdeniz'de tehlike vardı ve bu tehlike Türkiye'ye karşı tehdit oluşturuyor, olabilecek saldırılara karşı da Türkiye'nin güvenliğini sağlamak gerekir, diyordu.
Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi amacıyla Türkiye, 1935-36 yıllarında ilgili devletler katında yoğun diplomatik girişimlerde bulundu.
Sonunda Haziran 1936'da İsviçre'nin Montreux şehrinde Haziran bir konferans toplanmasına karar verildi.
Türkiye, Montreux Konferansı'na 6 delege, 24 yardımcı toplam 30 kişinden oluşan güçlü bir heyetle gitti.
Montreux Konferansı, ilgili 9 devletin katılımıyla, 22 Haziran 1936'da toplandı. Bir ay kadar sürdü. 20 Temmuz 1936'da Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin imzalanmasıyla sonra erdi.
Sözleşmeyi şu devletler imzaladılar: İngiltere, Fransa, Japonya, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, SSCB ve Türkiye. İtalya da sonradan sözleşmeye katıldı.
Türkiye adına sözleşmeyi Dr. Tevfik Rüştü Aras, Suat Davaz, Numan Menemencioğlu, Asım Gündüz ve Necmettin Sadak imzaladılar. Montreux Boğazlar Sözleşmesi, 9 Kasım 1936'da yürürlüğe girdi ve Lozan'da imzalanmış olan sözleşmenin yerine geçti.
Atatürk, 1 Kasım 1936'da TBMM'de şöyle diyordu:
"Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni olan Boğazlar artık tam anlamıyla Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yeri haline girmiştir."
Montrö olmasaydı ne olurdu?
Genç Türkiye Cumhuriyeti aynen 1. Dünya savaşında olduğu gibi tarafı olmadığı bir savaşın içinde kendini bulur ve Osmanlı ile aynı kaderi yaşayabilirdi.
Osmanlının kaderini yaşamamak için ne batı ülkelerinin ne de doğu ülkelerinin stratejilerinin bir parçası olmadan kendi stratejisinin belirleyen, bütün devletlerle 'milli menfaatler' üzerinden ilişki kuran bir yönetim anlayışına sahip olmak mutlaktır.
Hedef olarak, 'ne Ab, ne ABD, ne Rusya, ne Çin. Yaşasın tam bağımsız Türkiye'. Örnek olarak da Atatürk yeter…
- ‘Erdoğan Amca adım Danya Ebu Muhsin’ / 20.04.2025
- 2 bin değil 2 bin 600 yıldır yapılanamayanı yaptılar? / 19.04.2025
- Gazze’den tehciri, ‘hicret’ olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar / 18.04.2025
- Sahada yaşananlar Erdoğan’ı teyit etmiyor / 17.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025