Hafta sonu iki mühim olay yaşadım.
Birincisi; Beykoz maçının oynandığı stadyumun hemen yanında bulunuyordum.
Beykoz ile Karagümrük takımları oynayacaklardı. Arkadaşlarım, dostlarım maça gitmişlerdi. Bir ara ben de içeri girmeyi düşünmedim değil! Ama kurbanlık hayvanları seyretmeyi istiyordum. Onların masum bakışlarını, başlarını okşamayı, "mö-mo" seslerini, geviş getirmelerini bir birlerine toslamalarını görmeyi özlemişim meğer. Belki size tuhaf gelecek ama onların kokuları bile alır beni çocukluğumun renkli hatıralarına götürür.
Maç başlamadan önce sahadan gelen sesler ve gürültüler bu maçın heyecanını yansıtıyordu. Bir ara tribünlerden küfürler duymaya başladım. Hem de "... çocuğu" ve diğerleri...
O gün de "anneler" ile ilgili iki yazı hazırlamıştım. Belki yazının bana bıraktığı tesirdendir bilmiyorum, bana tuhaf geldi.
Devre arasından sonra polis kuvvetlerinin yoğun bir çabası vardı. Yüzlerce kasklı, joplu, kalkanlı polis sıraya giriyor, iki metre arayla stadın etrafını kuşatıyorlar... Kurbanlık hayvanların satıldığı bütün çadırları dolaşarak aman: "Keser, balta, demir, testere, kürek, kazma ve kesici aletleri hemen görünmeyen yerlere kaldırın" diye ısrarla tenbih ediyorlardı. Köyden gelen satıcılarda hiçbir şey anlamadıkları bu tenbih için "Niye böyle yapalım, bir durum mu var?" dediklerinde polis memuru "Biraz sonra maçtan çıkacaklar o zaman ellerine ne geçirirse birbirine atarlar lütfen dikkatli olun." Ben bile böyle şeyin olabileceğine inanmadım.
Maç bitince seyirciler çıkmaya başladı. Polis komiseri talimatları sıklaştırıyordu. Bir müddet sonra etraf arbedeye döndü. Gençler birbirine gözü kara saldırıyor, kötü sözler söylüyolar. İki metre önümüze atılan demir parçasını çıkıp bir televizyon ekranından göstermek bile geçti içimden. Beton parçaları, taşlar, şişeler... bir anda havalarda uçuşmaya başladı. Bereket kurbanlıkların kurulduğu çadırlar vardı da kendimizi sipere attık.
Sonra beklenen oldu, yaralılar, hastahaneye kaldırıldı.
İsterseniz 25 yıl kadar önce yine bu çayırda seyrettiğim bir futbol maçını hatırlatayım.
Yemyeşil sahanın etrafında kalın duvarlar yoktu. Herkes gelir kireçli çizginin dışından maçı seyreder ve giderdi.
Çocuklar ellerinde testileriyle su satarlardı. (Ben de futbolcu ve seyircilere demlikle su satmıştım.)
Sahayı göremeyen çocuklar ağaçlara çıkar yahut aralardan önlere geçmek isterlerdi. Hayatımda sessiz, sakin ve spor eğlencesi, eğitimi, coşkusu, bilgisi içinde o günlerde seyrettiğim maçları şimdi görmek artık mümkün mü? Bilmiyorum ama o gün gördüğüm beyefendi kişilerin müsabakalara gidişleri de oynayışları da keyif veriyordu. Sahada ki çekişme hakemin bitiriş düdüğüyle beraber sahanın dışına yansımıyordu. Ne polis kuvvetleri ne hırçınlıklar görmüyorduk.
Belki yıllar sonra büyük stadyumlar yapıldı ama spor zevkiyle, güven ve saygı içerisinde maç seyri ortadan kalktı. Spor müsabakası yerini küfür, hakaret, sopa, taş, demir, satır müsabakasına bıraktı. Tabiî ki her şeyde olduğu gibi bunda da rantiyecilerin hesabını, gıdıklamasını, tahrikini unutmamak lazımdır.
Ha, bir dakika!.. Kim kime kızıyor. Hepimiz kardeş değil miyiz? Yenmek ve yenilmekte kardeştir iki adım gibi. Biri önde giderken biri geri kalır. Ama saygımızı, sevgimizi, yardımımızı, enerjimizi, dostluğumuzu taşırlar değil mi?
* * *
Bahsedeceğim ikinci mühim olay ise şudur: Gördüm ki Doğu'dan Güney'den kurbanlık getirilmiş. Bu insanlar koyunda bir yıl, sığırda en az iki yıl emek verdikten sonra kurbanlık olarak seçip getiriyorlar. Bu aradaki samanı, otu, kepeği, bakımı ile ilgili masrafını siz düşünün. 700-1000 km yoldan İstanbul'a kurbanlık getirenler km başına neredeyse 80-90 milyon para veriyorlar 700-800 milyon nakliye, belediyenin 100 m2 bir yerine 500 milyon kira veriyorlar. Daha işe başlamadan 1.5, 2 milyar yani iki baş hayvanı gidiyor, telef oluyor. (Belediyelerin uygulamaları farklı)
En azından ilgili belediyeler kolaylık gösterebilir. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız" prensibini fertten-cemiyete uygulayabilsek çok şey değişecek, hayatınızın zorlukları yerini mutluluk bahçelerine bırakacaktır.
Şu günlerde "Zorlaştırınız, kolaylaştırmayınız" olarak tersinden bir anlayışın zahmetini yaşarken hiç olmazsa "kurban ibadetini" vatandaş yerine getirirken bunu görüp istifade etsin. Siz de dua alın.
Birincisi; Beykoz maçının oynandığı stadyumun hemen yanında bulunuyordum.
Beykoz ile Karagümrük takımları oynayacaklardı. Arkadaşlarım, dostlarım maça gitmişlerdi. Bir ara ben de içeri girmeyi düşünmedim değil! Ama kurbanlık hayvanları seyretmeyi istiyordum. Onların masum bakışlarını, başlarını okşamayı, "mö-mo" seslerini, geviş getirmelerini bir birlerine toslamalarını görmeyi özlemişim meğer. Belki size tuhaf gelecek ama onların kokuları bile alır beni çocukluğumun renkli hatıralarına götürür.
Maç başlamadan önce sahadan gelen sesler ve gürültüler bu maçın heyecanını yansıtıyordu. Bir ara tribünlerden küfürler duymaya başladım. Hem de "... çocuğu" ve diğerleri...
O gün de "anneler" ile ilgili iki yazı hazırlamıştım. Belki yazının bana bıraktığı tesirdendir bilmiyorum, bana tuhaf geldi.
Devre arasından sonra polis kuvvetlerinin yoğun bir çabası vardı. Yüzlerce kasklı, joplu, kalkanlı polis sıraya giriyor, iki metre arayla stadın etrafını kuşatıyorlar... Kurbanlık hayvanların satıldığı bütün çadırları dolaşarak aman: "Keser, balta, demir, testere, kürek, kazma ve kesici aletleri hemen görünmeyen yerlere kaldırın" diye ısrarla tenbih ediyorlardı. Köyden gelen satıcılarda hiçbir şey anlamadıkları bu tenbih için "Niye böyle yapalım, bir durum mu var?" dediklerinde polis memuru "Biraz sonra maçtan çıkacaklar o zaman ellerine ne geçirirse birbirine atarlar lütfen dikkatli olun." Ben bile böyle şeyin olabileceğine inanmadım.
Maç bitince seyirciler çıkmaya başladı. Polis komiseri talimatları sıklaştırıyordu. Bir müddet sonra etraf arbedeye döndü. Gençler birbirine gözü kara saldırıyor, kötü sözler söylüyolar. İki metre önümüze atılan demir parçasını çıkıp bir televizyon ekranından göstermek bile geçti içimden. Beton parçaları, taşlar, şişeler... bir anda havalarda uçuşmaya başladı. Bereket kurbanlıkların kurulduğu çadırlar vardı da kendimizi sipere attık.
Sonra beklenen oldu, yaralılar, hastahaneye kaldırıldı.
İsterseniz 25 yıl kadar önce yine bu çayırda seyrettiğim bir futbol maçını hatırlatayım.
Yemyeşil sahanın etrafında kalın duvarlar yoktu. Herkes gelir kireçli çizginin dışından maçı seyreder ve giderdi.
Çocuklar ellerinde testileriyle su satarlardı. (Ben de futbolcu ve seyircilere demlikle su satmıştım.)
Sahayı göremeyen çocuklar ağaçlara çıkar yahut aralardan önlere geçmek isterlerdi. Hayatımda sessiz, sakin ve spor eğlencesi, eğitimi, coşkusu, bilgisi içinde o günlerde seyrettiğim maçları şimdi görmek artık mümkün mü? Bilmiyorum ama o gün gördüğüm beyefendi kişilerin müsabakalara gidişleri de oynayışları da keyif veriyordu. Sahada ki çekişme hakemin bitiriş düdüğüyle beraber sahanın dışına yansımıyordu. Ne polis kuvvetleri ne hırçınlıklar görmüyorduk.
Belki yıllar sonra büyük stadyumlar yapıldı ama spor zevkiyle, güven ve saygı içerisinde maç seyri ortadan kalktı. Spor müsabakası yerini küfür, hakaret, sopa, taş, demir, satır müsabakasına bıraktı. Tabiî ki her şeyde olduğu gibi bunda da rantiyecilerin hesabını, gıdıklamasını, tahrikini unutmamak lazımdır.
Ha, bir dakika!.. Kim kime kızıyor. Hepimiz kardeş değil miyiz? Yenmek ve yenilmekte kardeştir iki adım gibi. Biri önde giderken biri geri kalır. Ama saygımızı, sevgimizi, yardımımızı, enerjimizi, dostluğumuzu taşırlar değil mi?
* * *
Bahsedeceğim ikinci mühim olay ise şudur: Gördüm ki Doğu'dan Güney'den kurbanlık getirilmiş. Bu insanlar koyunda bir yıl, sığırda en az iki yıl emek verdikten sonra kurbanlık olarak seçip getiriyorlar. Bu aradaki samanı, otu, kepeği, bakımı ile ilgili masrafını siz düşünün. 700-1000 km yoldan İstanbul'a kurbanlık getirenler km başına neredeyse 80-90 milyon para veriyorlar 700-800 milyon nakliye, belediyenin 100 m2 bir yerine 500 milyon kira veriyorlar. Daha işe başlamadan 1.5, 2 milyar yani iki baş hayvanı gidiyor, telef oluyor. (Belediyelerin uygulamaları farklı)
En azından ilgili belediyeler kolaylık gösterebilir. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız" prensibini fertten-cemiyete uygulayabilsek çok şey değişecek, hayatınızın zorlukları yerini mutluluk bahçelerine bırakacaktır.
Şu günlerde "Zorlaştırınız, kolaylaştırmayınız" olarak tersinden bir anlayışın zahmetini yaşarken hiç olmazsa "kurban ibadetini" vatandaş yerine getirirken bunu görüp istifade etsin. Siz de dua alın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021