Özellikle dışardan gelen misafirlerimi eğer fırsat bulmuşsam mutlaka Erzurum Tabyalarına, Abdurrahman Gazi Türbesine mutlaka çıkarmışımdır, bu geleneğimizi bundan sonra da sürdüreceğiz inşallah.Tabyaları gezenler hatırlayacaklardır; "8 Kasım'ı 9 Kasım'a bağlayan gece Aziziye Tabyası Rus ordusu tarafından baskına uğramıştır" ifadesini. Yerli Ermenilerin kılavuzluğu, yardım ve yatakçılığı sayesinde Ruslar bir gece baskını ile çok sayıda askerimizi şehit etmişler fakat Erzurum halkının da yediden yetmişe iştiraki ile düşman şehre inmeden püskürtülmüştür. Aziziye zaferi ve Erzurum Tabyaları ile ilgili hayli şiirler yazılmıştır ama şair Bekir Sıtkı Erdoğan'ın "Erzurum Tabyalarından" adlı şiirinin yeri bambaşkadır:
"Bekir Sıtkı'm şaşma nice bir tarih!Gündüzü bir tarih,gece bir tarih;Destanı sen değil koca bir tarihOkuyor Erzurum tabyalarından"
Ordu-millet el ele vererek kazandıkları bu şanlı zaferin yıldönümünde değerli Yeni Mesaj okuyucuları için hatırlatma babından bir yazı düşünüyordum, Yeni Çağ'dan sayın Nalbantoğlu'nun yazısını okuyunca vazgeçtim ve aynı yazıyı sizlerle paylaşmaya karar verdim, buyurun:"Milli tarihimizin eşsiz kahramanlıklarla dolu olduğu bir gerçektir. Kahramanlarımız arasında erkeklerimizle beraber yarışma halinde olan kadınlarımız da vardır. Bunun en son ve en büyük örneği Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşadığımız dört yıllık savaş sürecinde görmekteyiz. Bu savaş sürecinde ordularımızın en büyük destekçisi Türk kadınları olmuştur. Bu durum tarihi tespitlerle hemen hemen tarihimizin her döneminde yaşanmıştır. Kırım Savaşı'nın ünlü kahramanı Kara Fatma ile Kurtuluş Savaşı'nın Kara Fatması aynı ruhta insanlardır. 1876-1877 Türk- Rus savaşlarının kahramanları arasında en başta yer alan Erzurum cephesindeki Aziziye zaferi kahramanları arasında bulunan Nene Hatun ile beraber pek çok kadın kahramanımız tarihlere geçmiştir. Erzurum Aziziye zaferinin 130. yılı vesilesiyle, bu zaferi anlatırken Nene Hatun ve arkadaşlarını da rahmetle anıyorum. Aziziye zaferini tespit edip günümüze ulaştıran değerli arkadaşım Ertan Ünal (ona selam olsun) şu ifadeleri kullanmış:'...1877 Yılının 8 Kasımını 9'a bağlayan gece Erzurum'un Vankderesi mevkiinde dondurucu ayaz altında üşümemek için dolaşarak nöbet tutan asker, gece karanlığı içinde bazı gölgelerin kendisine doğru yaklaştığını görünce silahına davranarak seslendi:- Dur, kimdir o? Parola? Beklediği cevap gelmeyince tekrar etti:- Parolayı söyle. yoksa vururum. Gelenlerden biri Türkçe cevap verdi: - Yabancı değil. Biz de Osmanlı askeriyiz. Çobandede'den geliyoruz. Yol ver de geçelim.Nöbetçi, biraz daha yaklaşınca gelenlerin fesli ve Türk giyimli olduğunu gördü. Bu zihnindeki son şüphe kırıntılarını da yok etmişti. Silahını indirdi.- Geçin... Fazla gürültü etmeyin.- Sağolasın dadaş.Bunu söyleyen en öndeki iriyarı askerdi. Ağır adımlarla nöbetçinin yanından geçerken birden geri döndü. yıldrım hızıyla koynundan çıkardığı hançeri olanca gücüyle askerin gögsüne sapladı. Böyle bir hareketi hiç beklemeyen nöbetçi, derin bir iniltiyle olduğu yere yuvarlanırken, iriyarı şahıs yine aynı çeviklikle cesedi bir çalı dibine çekti ve boylu boyunca uzattı. Daha sonra kendisini bekleyen arkadaşlarının yanına geldi:- Tamam... Ortalıkta başka nöbetçi var mı?- İkinci hatta kadar yok.- Pekala, işaret verebiliriz öyleyse... Gecenin derin sessizliği içinde bir baykuş iki kere öttü. Bir an sonra dereyi çevreleyen çalı diplerinde, ağaç ardlarında kıpırdanmalar başladı. Gölgeler birken, beş oldu, on oldu, gittikçe çoğaldı. Başları fesli, ayakları keçeli, yüz hatları hiç de Türk'e benzemeyen bu gölgeler, bir çalı dibinde son uykusunu uyuyan şehidin yanından birer ikişer sinsi adımlarla geçerek uzaklarda kayboldular.SİLAH BAŞINA! Aynı gece Aziziye'nin bir numaralı tabyasında bulunan Yarbay Bahri Bey'in gözünü bir türlü uyku tutmadığından sağa sola dönüp duruyordu. İçinde büyük bir huzursuzluk vardı. Sanki bu gece bir şeyler olacakmış gibi geliyordu ona. Sonunda, uyuyamayacağını anlayınca yatağından kalktı, dışarı çıktı.Dışarıda müthiş bir ayaz vardı. Yarbay Bahri, kaputuna iyice sarınırken başını kaldırıp gözyüzüne baktı. Tek tük yıldızlar soluklaşmaya yüztutmuştu. 'Sabaha fazla bir şey kalmadı' diye düşündü. Kaç geceden beri kuşkuyla Rus saldırısını bekleyip durmaktaydılar. İşte bir gece daha geçmek üzereydi ve Rus saldırısından eser bile yoktu ortalıkta...Nöbetçinin selamını alırken bir an dalgın gözlerle 2 ve 3 numaralı tabyaların bulunduğu taraflara baktı. Buralardaki anormal sessizlik hiç hoşuna gitmemişti. Bu defa gecenin karanlığını delmek istercesine dikkatle tabyaları süzdü. Bir takım gölgeler duvarlar üzerinde ses çıkarmadan gidip gelmekteydiler. Müthiş bir gerçekle irkildi ve aynı anda haykırdı:- Nöbetçi, askere haber ver, silah başına... Silah başına...MOSKOF AZİZİYE'YE GİRDİAyaspaşa Camii müezzini Hacı Abdullah Efendi, odasında gaz lambasının soluk ışığı altında Kur'an-ı Kerim okuyarak sabah namazı vaktini bekliyordu. Birden bir gümbürtü ile irkildi. Evet yanılmamıştı, top sesiydi bu ve Aziziye'den geliyordu. Telaşla kutsal kitabı kapatıp yerinden doğrulurken kapının vurulduğunu işitti. Birisi heyecanlı heyecanlı bağırıyordu:- Abdullah Efendi, Abdullah Efendi!..Hacı Abdullah, aceleyle gaz lambasını aldı, uzun beyaz geceliğinin eteklerini savura savura dar koridorlardan geçip kapıyı açtı. Gaz lambası ışığının aydınlattığı soluk ve heyecandan gerilmiş yüze dikkatle baktı. Tanımıştı. Mahalle komsularından Hüseyin Ağa idi. İki adam bir an hiçbir şey söylemeden bakıştılar. Daha sonra yeni gelen telâşla konuştu:- Moskof, Aziziye'ye girdi. İki tabya düşmüş, üçüncüsü de düşmek üzere!.Hacı Abdullah bu sözleri duyar duymaz lambayı bir kenara atarak, ok gibi fırladı, yandaki minarenin merdivenlerine atıldı, ikişer ikişer çıkmaya başladı. Kalbi, kafesini yırtacakmış gibi atıyor, heyecandan zorlukla nefes alabiliyordu. Tabyalardaki top sesleri fazlalaşmıştı. 'Tanrım inşallah geç kalmamışızdır'diye düşünürken kendisini şerefede buldu. Bir an kuş bakışı derin bir uykudaymış gibi görünen şehre baktı. Aslında kimsenin uyumadığını, herkesin kapalı perdeler ardında kuşkuyla Moskof saldırısını beklediğini biliyordu. İşte beklenen an gelmişti. Erzurum'un kaderi şu saatlerde belli olacaktı.Bir an süren bu düşünceden sonra Hacı Abdullah, gırtlağının olanca gücüyle haykırmaya başladı:- Eh ahali... Düşman Aziziye tabyalarına girdi. Vatanını seven, eli silah tutanlar, ordumuzun yardımına koşsun Ey ahali... Mosko! "Aziziye'ye girdi. Vatanını seven, askerimizin yardımına koşsun!...1877-78 OSMANLI RUS SAVAŞI ve AHMED MUHTAR PAŞA1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Doğu'nun kalesi Erzurum'da kanla bir destan yazıldı. Bu destanın yaratıcıları, çoluğu çocuğu, kadını ihtiyarıyle bütün bir Erzurum halkı, yaratıldığı yer ise Aziziye tabyalarıdır. 1877 yılının 8 Kasımını 9 Kasımına bağlayan gece yerli Ermeniler'in yardımıyla, hileyle Aziziye tabyalarına giren Rus ordusunun öncü kuvvetlerine karşı Erzurum halkı tek kalp, tek vücut halinde ayaklanmış, sabahtan akşama kadar süren kanlı çarpışmalar sonunda tabyaları geri almıştı. Bir tek kelimeyle belirtmek gerekirse şahlanan ruh, yani mânâ, maddeyi yenmişti. Bu zaferde Erzurum halkının her ferdinin apayrı bir payı vardır." (M: Nalbantoğlu,Yeni Çağ,8 Kasım 2006)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025