Ekim 2015 tarihinde bir TV kanalında canlı yayına katılan Başbakan Davutoğlu, Türkiye'de bulunan canlı bomba eylemi yapabilecek kişilerin listesinin ellerinde olduğunu, ancak eylem yapılmadıkça tutuklayamadıklarını açıklamıştı.
Ve eklemişti, "Türkiye, demokratik bir hukuk devleti?"
Normal, hiçbir suça karışmamış bir vatandaşı bile "makul" şüphe" gerekçesiyle 48 saat gözaltında tutmanın, savcılık kararı olmadan evini, arabasını aramanın yasasını çıkartan, bunu çıkartırken de hukuk devleti olduğumuzu hatırlamayan siyasilerimiz, canlı bomba olarak bildiklerini "hukuk devleti" olmamız gerekçesiyle gözaltına alamıyor, tutuklayamıyor?
Ve sonuç; turizm merkezi Sultanahmet Meydanı'nda, turistlerin toplanma yeri olan Dikilitaş ve Alman Çeşmesi arasında bir canlı bomba eylemi, 10 turistin hayatını kaybetmesi, 2'si ağır 15 turistin de yaralanması?
Ardından siyasilerimizden bildik ama anlamsız bir açıklama, "Güvenlik zafiyeti yok."
Canlı bomba eylemcisi bir teröristin eylem yaptıktan sonra tutuklanması sizce ne anlama geliyor? Sultanahmet eylemcisinin parçaları elimizde, tutuklamanın ne anlamı var?
Eylemden çok kısa bir zaman sonra 8. Büyükelçiler Toplantısı'nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan çok kesin bir ifadeyle saldırganın Suriye kökenli olduğunu en üst düzeyde ilan etmişti.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da güvenlik zirvesi sonrası saldırıyla ilgili yaptığı açıklamada, canlı bombanın 1988 doğumlu Suriye uyruklu bir kişi olduğunu belirtip, "yaşananların Suriye'deki vekalet savaşlarının yansıması olduğunu" ifade etmişti.
Görünen o ki, saldırgan gerçekten Suriye kökenli olsaydı, buradan Reyhanlı'da iddia edildiği gibi hadise Suriye yönetimine paslanacaktı.
Ama öyle olmadı. Saldırganın 1988 doğumlu, ABD-İsrail ikilisinin oluşturduğu Sünni blokta kankamız olan Suudi Arabistan uyruklu Nabil Fadlı olduğu ifade edildi.
Yapılan her şeyin faturasını, ABD ve İsrail'in bize düşman gösterdiklerine kesme politikasından artık vazgeçmeliyiz, çünkü uluslar arası düzlemde bu Türkiye'yi hem daha da zor hem de komik duruma düşürüyor.
Üstü üste yaşadığımız bu terör eylemleri, siyasi iradenin bugüne kadar ortaya koyduğu BOP adımlarıyla alakalıdır.
ABD-İsrail ikilisinin, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 22 İslam ülkesini bölme ve parçalama projesi olan BOP'ta misyon sahibi olan Türkiye, bu kapsamda attığı her adımda bir taraftan kendini yalnızlaştırmaktadır, bir taraftan da bölünmektedir.
AKP iktidara gelmeden önce, Saddam'ın Irak'a operasyon yapmamıza müsaade etmesi sebebiyle Irak sınırı güvenli bir hale gelmişti.
AKP iktidara geldi, ABD Savunma Bakanı'nın ifadesiyle, "ABD'nin Irak'a girmesine cesaret verdi" ve sonradan oluşan Barzani bölgesi ve Irak sınırı terörün geçiş güzergahı oldu.
Bir de 2005 yılından sonra siyasi iradenin ortaya koyduğu çözüm süreci devreye girince, dağdaki terör şehirlere indi, Erdoğan'ın ifadesiyle, "Terör Türkiye'nin her yerinde silah stokladı."
AKP, ABD ve İsrail'in verdiği misyonla bu sefer Suriye'ye yöneldi. Dost olan Esad bir anda zalim Esed oluverdi. 2014 yılında ABD'nin hazırladığı küresel terör raporunda ifade edildiği şekliyle "Türkiye, küresel terörün ana güzergahı" oldu.
Halbuki Suriye sınırı Esad'ın kontrolündeyken en güvenli sınırımızdı ama AKP'nin yanlış Suriye politikası neticesinde en güvensiz sınırımız oldu.
Sınırlarımız yol geçen hanına döndü ve milyonlarca mülteciyle beraber binlerce terörist de Türkiye'ye kontrolsüz bir şekilde giriş yaptı.
Şöyle bir toparlayalım; Irak sınırı PKK'nin geçiş güzergahı, terör dağdan şehre indi, çözüm süreciyle teröristler şehirlerde bile silah stokladı; Suriye sınırının kontrolsüzlüğü ve yanlış Suriye politikası sebebiyle içimizde binlerce terörist, yüzlerce hücreevi var; eylem yapmayan canlı bombalar tutuklanamıyor ve bütün bu tabloda siyasilerimiz "güvenlik zafiyeti yok" diyor.
Siz söyleyin Sultanahmet'te, Ankara'da, Suruç'ta ve daha birçok merkezi yerde terör eylemi olması normal değil mi?
Terör ekersen terör biçersin.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, yaşanan bu gelişmeleri 7 Haziran seçimi akşamı "Türkiye karanlık bir döneme girmiştir", 1 Kasım seçimlerinden sonra da "Türkiye zifiri bir karanlığın içine girmiştir" diyerek öngörmüştü.
Yaşanan bu zifiri karanlıktan Türkiye'yi ve tüm İslam dünyasını kurtaracak güçlü Işık; Prof. Dr. Haydar Baş'ın ortaya koyduğu "Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt" duruşu ve de ülkeleri borç bağımlığından ve taşeronluktan kurtaracak, milletiyle tek bilek tek yürek yapacak Milli Ekonomi Modeli'dir.
Ve eklemişti, "Türkiye, demokratik bir hukuk devleti?"
Normal, hiçbir suça karışmamış bir vatandaşı bile "makul" şüphe" gerekçesiyle 48 saat gözaltında tutmanın, savcılık kararı olmadan evini, arabasını aramanın yasasını çıkartan, bunu çıkartırken de hukuk devleti olduğumuzu hatırlamayan siyasilerimiz, canlı bomba olarak bildiklerini "hukuk devleti" olmamız gerekçesiyle gözaltına alamıyor, tutuklayamıyor?
Ve sonuç; turizm merkezi Sultanahmet Meydanı'nda, turistlerin toplanma yeri olan Dikilitaş ve Alman Çeşmesi arasında bir canlı bomba eylemi, 10 turistin hayatını kaybetmesi, 2'si ağır 15 turistin de yaralanması?
Ardından siyasilerimizden bildik ama anlamsız bir açıklama, "Güvenlik zafiyeti yok."
Canlı bomba eylemcisi bir teröristin eylem yaptıktan sonra tutuklanması sizce ne anlama geliyor? Sultanahmet eylemcisinin parçaları elimizde, tutuklamanın ne anlamı var?
Eylemden çok kısa bir zaman sonra 8. Büyükelçiler Toplantısı'nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan çok kesin bir ifadeyle saldırganın Suriye kökenli olduğunu en üst düzeyde ilan etmişti.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da güvenlik zirvesi sonrası saldırıyla ilgili yaptığı açıklamada, canlı bombanın 1988 doğumlu Suriye uyruklu bir kişi olduğunu belirtip, "yaşananların Suriye'deki vekalet savaşlarının yansıması olduğunu" ifade etmişti.
Görünen o ki, saldırgan gerçekten Suriye kökenli olsaydı, buradan Reyhanlı'da iddia edildiği gibi hadise Suriye yönetimine paslanacaktı.
Ama öyle olmadı. Saldırganın 1988 doğumlu, ABD-İsrail ikilisinin oluşturduğu Sünni blokta kankamız olan Suudi Arabistan uyruklu Nabil Fadlı olduğu ifade edildi.
Yapılan her şeyin faturasını, ABD ve İsrail'in bize düşman gösterdiklerine kesme politikasından artık vazgeçmeliyiz, çünkü uluslar arası düzlemde bu Türkiye'yi hem daha da zor hem de komik duruma düşürüyor.
Üstü üste yaşadığımız bu terör eylemleri, siyasi iradenin bugüne kadar ortaya koyduğu BOP adımlarıyla alakalıdır.
ABD-İsrail ikilisinin, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 22 İslam ülkesini bölme ve parçalama projesi olan BOP'ta misyon sahibi olan Türkiye, bu kapsamda attığı her adımda bir taraftan kendini yalnızlaştırmaktadır, bir taraftan da bölünmektedir.
AKP iktidara gelmeden önce, Saddam'ın Irak'a operasyon yapmamıza müsaade etmesi sebebiyle Irak sınırı güvenli bir hale gelmişti.
AKP iktidara geldi, ABD Savunma Bakanı'nın ifadesiyle, "ABD'nin Irak'a girmesine cesaret verdi" ve sonradan oluşan Barzani bölgesi ve Irak sınırı terörün geçiş güzergahı oldu.
Bir de 2005 yılından sonra siyasi iradenin ortaya koyduğu çözüm süreci devreye girince, dağdaki terör şehirlere indi, Erdoğan'ın ifadesiyle, "Terör Türkiye'nin her yerinde silah stokladı."
AKP, ABD ve İsrail'in verdiği misyonla bu sefer Suriye'ye yöneldi. Dost olan Esad bir anda zalim Esed oluverdi. 2014 yılında ABD'nin hazırladığı küresel terör raporunda ifade edildiği şekliyle "Türkiye, küresel terörün ana güzergahı" oldu.
Halbuki Suriye sınırı Esad'ın kontrolündeyken en güvenli sınırımızdı ama AKP'nin yanlış Suriye politikası neticesinde en güvensiz sınırımız oldu.
Sınırlarımız yol geçen hanına döndü ve milyonlarca mülteciyle beraber binlerce terörist de Türkiye'ye kontrolsüz bir şekilde giriş yaptı.
Şöyle bir toparlayalım; Irak sınırı PKK'nin geçiş güzergahı, terör dağdan şehre indi, çözüm süreciyle teröristler şehirlerde bile silah stokladı; Suriye sınırının kontrolsüzlüğü ve yanlış Suriye politikası sebebiyle içimizde binlerce terörist, yüzlerce hücreevi var; eylem yapmayan canlı bombalar tutuklanamıyor ve bütün bu tabloda siyasilerimiz "güvenlik zafiyeti yok" diyor.
Siz söyleyin Sultanahmet'te, Ankara'da, Suruç'ta ve daha birçok merkezi yerde terör eylemi olması normal değil mi?
Terör ekersen terör biçersin.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, yaşanan bu gelişmeleri 7 Haziran seçimi akşamı "Türkiye karanlık bir döneme girmiştir", 1 Kasım seçimlerinden sonra da "Türkiye zifiri bir karanlığın içine girmiştir" diyerek öngörmüştü.
Yaşanan bu zifiri karanlıktan Türkiye'yi ve tüm İslam dünyasını kurtaracak güçlü Işık; Prof. Dr. Haydar Baş'ın ortaya koyduğu "Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt" duruşu ve de ülkeleri borç bağımlığından ve taşeronluktan kurtaracak, milletiyle tek bilek tek yürek yapacak Milli Ekonomi Modeli'dir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025