Nübüvvetle şekillenip yerleşen ilahî ölçülerin devamı ve kıvamı için müminlerin ilham kaynağı velayet olmuştur. İnsanı nirengi noktasından ele alan velayet yolu bu yüzden en fazla rağbeti görür olmuştur.
Nefis terbiyesi ve tezkiyesi ile kazanılan ruhî olgunluk kalbi doygunluk insanın arayıp da bulabileceği en kıymetli değer olmuştur.
Hep aramıştır ve nasibine göre de bulmuştur.
Buldukça tatmıştır, tattıkça da mest-ü müdam olmuştur nasibi olan.
Kalp kapısının açıldığı alem olan gönül batı dillerinde karşılığı olmayan bir kavram kelimedir.
Beden ülkesinin pay-ı tahtı, başkenti olan kalp, ancak tevhidî esaslarla dolu olursa gönül alemine açılır.
İçi şirk kiriyle kirletilmiş kalbin gönül geçişi yoktur, olamaz.
Batılının gönülden nasibi yoktur, bu yüzden lügatinde de yoktur.
Gönül kalbin kalbidir.
Kalbin ötesidir, mâverâsıdır.
Batılı dilciler gönül kelimesine bir benzer icat etseler bile tevhidî inanış ve yaşayış özüne dönmedikçe hep gönülsüz kalmaya mahkumdurlar.
İmansız gönül sahibi olunmaz.
Başa dönersek.
Velayet; hal-ü ahvalini, kil-ü akvalini Cenab-ı Hakk'ın iradesine teslim etmek halidir desek, yanlış yapmış olur muyuz acaba?
İrşat ise ondan daha ötesidir.
Velayet kişiseldir, şahsidir, daha çok sadece kendini kurtarmaktır.
İrşat toplumsaldır, kendinden başkasını da kurtarma gayretidir.
Velayet için silsile şart değildir,
Ama irşat ehli olabilmek için silsile şarttır.
Zincir, irşat zinciri.
Tıpkı hadis rivayeti zinciri gibi.
Resûlüllah'tan başlayarak günümüze dek kopmadan, kesintiye uğramadan ayrı düşmeden uzanan zincir.
Kopukluk olursa "sahih" sayılmaz.
Zahir ilminde şart da manevi ilimde niye şart olmuyor ki?
Velayette tarif varken irşatta birebir yaşatmak esastır.
Biri anlatır, diğeri yaşatır, neyi kişi için olmazsa olmazı.
Önce sizi elinizden tutar ve daha önce onun da elinden tutanın götürüp getirdiği yere sizi ulaştırır, sonra da aynı görevle geri çevirip, gelmek isteyenleri sen de bu yolla getir der.
Bunu sağlamak için de mutlaka diri olacak ve o yolu bilen biri olacak.
Daha önce aştığın yollardan adam taşırsın.
Önceleri yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı misali sonradan uydurulan "üveysilik" olsa olsa ancak velayet için yeterli olabilir, irşat ehli olmaya yetmez.
Kendisinden yüz yıl önce rihlet etmiş birinin manevî terbiyesi ile ehl-i irşad olunmaz.
Olur dersen günümüzü yaşarsın; burnunun ucunu göremeyen bir basiretsizlik halini.
Her mürşit velidir ama her veli mürşit değildir.
Okuma-yazma bilmeyen bir insan duyduklarından yola çıkarak size nasihat edebilir.
Doğruları ve yanlışları, iyileri ve kötüleri anlatır.
Ama bu süreçte yaşayacağınız haller konusunda sizi eğitemez.
Hastalığı yaşayan o hastalık hakkında bilgi sahibidir, ama beceri sahibi değildir.
Size hastalığı anlatan değil, gerektiği yerde canınızın yanması pahasına cerrahî müdahalede bulunan biri lazım.
Size göre çok kıymetli olan ama diğer organların işlevini bozma noktasına varan hasta organınızı kesip atmaya ehil biri.
Bütün manevî yolların başından Resûlüllah'tan sonra Ehl-i Beyt vardır.
İki yol yoktur, bir yol vardır, o da Ehl-i Beyt yoludur.
Başında, Hazret-i Fatıma, Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin. Onların devamı olan diğer ahfad-ı resûl.
Merak edene not; hafid; torun demek.
Ehl-i Beyt sevgisine bigane/ilgisiz kalan maneviyat ehli yoktur İslam'da, varsa o maneviyat ehli değildir zaten.
Bu sevginin divanelerinden birisi de Niyazi Mısrî Hazretleri (1618-1694).
Mısırlı falan değil, Malatyalıdır.
Rivayete göre Mısır'da uzun yıllar bulunduğu için bu unvanı almıştır. Ezher'de dini ilimler okudu, Arapçaya vukufiyeti mükemmeldir bu yüzden.
Maalesef mezarı bir Yunan adası olan Limni'dedir.
O kaba softa ham yobaz değil, dinî ilimleri yeterince tedris etmiş biridir.
Birçok eseri vardır ve onlardan biri de; Risale-i Hüseyniyye'dir.
Adından anlaşılacağı gibi Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin'in (Allah ikisinden de razı olsun) faziletlerini anlatır. Mısrî'nin Onlar hakkında Kur'an ve Hadis kaynaklı yazdıklarını okumuş olsanız Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ehl-i Beyt serisine dört elle sarılır, daha içten okurdunuz.
Kur'an-ı Kerim'de vahy-i ilahiye muhatap olanlar sıralanırken "esbat" ifadesi de geçer. "Sibt" kelimesinin çoğulu olan bu kelimenin manası "torun" demektir.
"Esbât/torunlar."
Sadece kitaba alınan bir hadis-i şerifi vererek özetleyeyim:
Ya'lâ bin Mürre'den (Allah O'ndan razı olsun) gelen rivayette Resûlüllah (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyurdular: Hüseyin Bendendir, Ben Hüseyin'denim. Allah katında Hüseyin en çok sevilendir. Hüseyin "esbat'tan" bir "sibt'tir" (yani, Kur'an'da bahsi geçen torunlardan bir torundur).
Bir menkıbe ile de Mısrîyi daha iyi tanıyın.
Osmanlı'nın içine çöreklenmiş gammazlardan/kıskançlardan çok çekmiştir Mısrî Hazretleri.
Her gammazlanma sonrası tekrarlanan Limnî Adası sürgünlerinin sonuncusu canına tak eder Hazretin ve şu tarihi sözü söyler (bedduayı yapar.): "Osmanlı'nın yıkılması için dördüncü kat semaya öyle bir kazık çaktım ki, bu kazığı benden başka kimse çıkaramaz."
Gün gelir devran döner.
1918 Osmanlı'yı bitiren Mondros Mütarekesi Mısrî'nin kabrinin bulunduğu koyun karşı koyunda imzalanır.
Nur içinde yatsın Ali Tay kardeşim, ne çok okurdu;
"Evliyaya eğri bakma/kenv-ü mekan elindedir."
Maneviyat denince, don, gömlek ve fanila troykasını anlayanlar ne bilsin Ehl-i Beyt sevdasını.
Bu topraklar binlerce Mevlana'yı bağrında saklıyor da…
Nefis terbiyesi ve tezkiyesi ile kazanılan ruhî olgunluk kalbi doygunluk insanın arayıp da bulabileceği en kıymetli değer olmuştur.
Hep aramıştır ve nasibine göre de bulmuştur.
Buldukça tatmıştır, tattıkça da mest-ü müdam olmuştur nasibi olan.
Kalp kapısının açıldığı alem olan gönül batı dillerinde karşılığı olmayan bir kavram kelimedir.
Beden ülkesinin pay-ı tahtı, başkenti olan kalp, ancak tevhidî esaslarla dolu olursa gönül alemine açılır.
İçi şirk kiriyle kirletilmiş kalbin gönül geçişi yoktur, olamaz.
Batılının gönülden nasibi yoktur, bu yüzden lügatinde de yoktur.
Gönül kalbin kalbidir.
Kalbin ötesidir, mâverâsıdır.
Batılı dilciler gönül kelimesine bir benzer icat etseler bile tevhidî inanış ve yaşayış özüne dönmedikçe hep gönülsüz kalmaya mahkumdurlar.
İmansız gönül sahibi olunmaz.
Başa dönersek.
Velayet; hal-ü ahvalini, kil-ü akvalini Cenab-ı Hakk'ın iradesine teslim etmek halidir desek, yanlış yapmış olur muyuz acaba?
İrşat ise ondan daha ötesidir.
Velayet kişiseldir, şahsidir, daha çok sadece kendini kurtarmaktır.
İrşat toplumsaldır, kendinden başkasını da kurtarma gayretidir.
Velayet için silsile şart değildir,
Ama irşat ehli olabilmek için silsile şarttır.
Zincir, irşat zinciri.
Tıpkı hadis rivayeti zinciri gibi.
Resûlüllah'tan başlayarak günümüze dek kopmadan, kesintiye uğramadan ayrı düşmeden uzanan zincir.
Kopukluk olursa "sahih" sayılmaz.
Zahir ilminde şart da manevi ilimde niye şart olmuyor ki?
Velayette tarif varken irşatta birebir yaşatmak esastır.
Biri anlatır, diğeri yaşatır, neyi kişi için olmazsa olmazı.
Önce sizi elinizden tutar ve daha önce onun da elinden tutanın götürüp getirdiği yere sizi ulaştırır, sonra da aynı görevle geri çevirip, gelmek isteyenleri sen de bu yolla getir der.
Bunu sağlamak için de mutlaka diri olacak ve o yolu bilen biri olacak.
Daha önce aştığın yollardan adam taşırsın.
Önceleri yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı misali sonradan uydurulan "üveysilik" olsa olsa ancak velayet için yeterli olabilir, irşat ehli olmaya yetmez.
Kendisinden yüz yıl önce rihlet etmiş birinin manevî terbiyesi ile ehl-i irşad olunmaz.
Olur dersen günümüzü yaşarsın; burnunun ucunu göremeyen bir basiretsizlik halini.
Her mürşit velidir ama her veli mürşit değildir.
Okuma-yazma bilmeyen bir insan duyduklarından yola çıkarak size nasihat edebilir.
Doğruları ve yanlışları, iyileri ve kötüleri anlatır.
Ama bu süreçte yaşayacağınız haller konusunda sizi eğitemez.
Hastalığı yaşayan o hastalık hakkında bilgi sahibidir, ama beceri sahibi değildir.
Size hastalığı anlatan değil, gerektiği yerde canınızın yanması pahasına cerrahî müdahalede bulunan biri lazım.
Size göre çok kıymetli olan ama diğer organların işlevini bozma noktasına varan hasta organınızı kesip atmaya ehil biri.
Bütün manevî yolların başından Resûlüllah'tan sonra Ehl-i Beyt vardır.
İki yol yoktur, bir yol vardır, o da Ehl-i Beyt yoludur.
Başında, Hazret-i Fatıma, Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin. Onların devamı olan diğer ahfad-ı resûl.
Merak edene not; hafid; torun demek.
Ehl-i Beyt sevgisine bigane/ilgisiz kalan maneviyat ehli yoktur İslam'da, varsa o maneviyat ehli değildir zaten.
Bu sevginin divanelerinden birisi de Niyazi Mısrî Hazretleri (1618-1694).
Mısırlı falan değil, Malatyalıdır.
Rivayete göre Mısır'da uzun yıllar bulunduğu için bu unvanı almıştır. Ezher'de dini ilimler okudu, Arapçaya vukufiyeti mükemmeldir bu yüzden.
Maalesef mezarı bir Yunan adası olan Limni'dedir.
O kaba softa ham yobaz değil, dinî ilimleri yeterince tedris etmiş biridir.
Birçok eseri vardır ve onlardan biri de; Risale-i Hüseyniyye'dir.
Adından anlaşılacağı gibi Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin'in (Allah ikisinden de razı olsun) faziletlerini anlatır. Mısrî'nin Onlar hakkında Kur'an ve Hadis kaynaklı yazdıklarını okumuş olsanız Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ehl-i Beyt serisine dört elle sarılır, daha içten okurdunuz.
Kur'an-ı Kerim'de vahy-i ilahiye muhatap olanlar sıralanırken "esbat" ifadesi de geçer. "Sibt" kelimesinin çoğulu olan bu kelimenin manası "torun" demektir.
"Esbât/torunlar."
Sadece kitaba alınan bir hadis-i şerifi vererek özetleyeyim:
Ya'lâ bin Mürre'den (Allah O'ndan razı olsun) gelen rivayette Resûlüllah (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyurdular: Hüseyin Bendendir, Ben Hüseyin'denim. Allah katında Hüseyin en çok sevilendir. Hüseyin "esbat'tan" bir "sibt'tir" (yani, Kur'an'da bahsi geçen torunlardan bir torundur).
Bir menkıbe ile de Mısrîyi daha iyi tanıyın.
Osmanlı'nın içine çöreklenmiş gammazlardan/kıskançlardan çok çekmiştir Mısrî Hazretleri.
Her gammazlanma sonrası tekrarlanan Limnî Adası sürgünlerinin sonuncusu canına tak eder Hazretin ve şu tarihi sözü söyler (bedduayı yapar.): "Osmanlı'nın yıkılması için dördüncü kat semaya öyle bir kazık çaktım ki, bu kazığı benden başka kimse çıkaramaz."
Gün gelir devran döner.
1918 Osmanlı'yı bitiren Mondros Mütarekesi Mısrî'nin kabrinin bulunduğu koyun karşı koyunda imzalanır.
Nur içinde yatsın Ali Tay kardeşim, ne çok okurdu;
"Evliyaya eğri bakma/kenv-ü mekan elindedir."
Maneviyat denince, don, gömlek ve fanila troykasını anlayanlar ne bilsin Ehl-i Beyt sevdasını.
Bu topraklar binlerce Mevlana'yı bağrında saklıyor da…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Ana-baba hakları-2 / 30.04.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024