Hürriyet'ten Özgür Ekşi'nin 25 Haziran 2005 tarihli haberine göre; Hırvatistan'ın Milli Günü dolayısı ile verilen kokteylde basının sorularını yanıtlayan Orgeneral Özkök, "Büyükanıt'ın Yunanistan'da yaptığı konuşma ile iki ülke arasında yaşanan bayrak sorununun çözüme ulaşmış olduğunu" kaydetmiş. Sayın Bay Özkök şu değerlendirmeleri yapmış: "Bizim için bir sorun yoktu, onların özür dilemesi gerekiyordu, yerine getirmişlerdir. Orgeneral Büyükanıt'ın konuşmasıyla iki ülke arasında ilişkiler yumuşayacaktır. İki ülke arasında karşılıklı işbirliği ortamının gelişmesi sayesinde politikacıların işleri de kolaylaşacaktır. Gelişmelerden memnunum.''Ekşi'nin bu haber için uygun gördüğü başlık ise; "Özür dilendi, bitti.''Bence bitmedi Sayın Özkök...Bayrak yakmanın karşılığı özür olamazBitmedi, bitemez, bitmemeli. Bu kadar basit ve ucuz değil. Bayrak yakmanın yaptırımı ve karşılığının kıytırık bir özür olmaması gerek. Çünkü artık yol oldu. 3 Mart 2003'te Erbil'de peşmergeler Türk bayrağını yaktılar. Hiçbir şey olmadı. 4 Temmuz 2003'te Süleymaniye'de başımıza çuval geçirdiler. Hiçbir şey olmadı. Mayıs 2005'te Mersin'de yakıldı bayrak. Ne oldu? Madem öyleydi; Peşmergeler, Amerikalılar neden özür dilemedi? Ses çıkarmayınca, tepki göstermeyince Atina'da yakıldı, sövüldü. Ve basit bir özür dilenince bitti, öyle mi?Madem özür dilenince her şey unutuluyordu, onlar özür dilemediklerine göre olayın 'bitmediğine' mi hükmetmemiz gerekiyor?İnşallah öyledir. Peşmergeler ve Amerikalıları diz üstü çöktürüp özür dilettirene kadar bitmemiş sayılacaksa iş, ben varım..Yapılması gereken nedir?Ama 'özür'ün çapı ve kapsamı da önemli. İncirlik'e ihbarsız 'acil' iniş yapan Amerikan uçağını on dakika enterne edip, personelini, bir duyuma göre yere yatırıp on dakika sonra kaldırmakla bitmez bu iş."Mütekabiliyet'' gerekli, "Mukabele-i bilmisil'' gerekli.Yâni "misliyle mukabele". "Katıyla karşılık''.Daha nece ve nasıl yazayım? Kırılan gurur ve milli onurumuz ancak bu şekilde tamir edilebilir ama yine de vazonun eskisi gibi olmayacağını söyleyebilirim. Bizim 11 askerimizi çuvallayıp, Kerkük-Bağdat hattında oyaladıktan kaç gün sonra telefona çıkmışlardır?Kaç kahredici gün Dışişleri Bakanımız karşısında muhatap bulamamıştır? Ve olay resmen açıklanmayıp da basından öğrendiğimizden kaç gün sonra "korgeneraller'' seviyesinde görüşmeler yapılmış, Amerikalılar yine de özür dilemeyip "Haklıyız ama?'' ile başlayan sade suya tirit bir ortak açıklama ile yetinilmiştir?Bu işin karşılığı "aynen", ne bir eksik ne bir fazla; bir Türk milli gününe denk getirilerek (tercihen 30 Ağustos.. Çünkü 4 Temmuz Amerikan bağımsızlık günüdür) yapılır, Amerikalıların telefonlarına üç gün çıkılmaz, Amerikan yetkili makamları da utançtan kamuoylarına olayı açıklayamazlar, üç gün sonra bir Amerikan gazetesi manşetten patlatır?Gönülsüz olarak olayı görüşmeyi kabul ederiz. Sade suya tirit görüşmelerden sonra da ceviz kabuğunu doldurmayan bir ortak metin açıklanır... Olay da ancak o zaman "bitmiş'' olur.Özkök'ün ikinci açıklamasıSayın Bay Özkök'ün kokteylde ayaküstü yaptığı ikinci çok önemli açıklama, Edelman'ın giderken yaptığı büyük terbiyesizlikle ilgili.Ne demişti Edelman 18 Haziran tarihli Milliyet'te Sedat Ergin'e?"Çuval' krizi hâlâ aşılamadı, Süleymaniye olayı sonrası 3 ve 4 yıldızlı generaller düzeyinde ilişkileri düzelttik. Sıra alt kademelerde''. Biz de aynı gün 15.55'de, bu büyük, bu korkunç suçlamaya kimseden bir cevap bir gelmeyince daha fazla dayanamayarak yazıyı patlatmıştık. (Bakınız. "Üç-Dört Yıldızlı Generaller ve Alt Kademeler'').Sayın Bay Özkök en yetkili ağız olarak tam bir hafta sonrasını, ayın 24'ünü ve Hırvatistan'ın kokteyl vermesini bekledi... Neden muhatap oldu? Konuya verilen önemi göstermesi bakımından Genelkurmay Basın Bürosunu kullanarak neden iki saat sonra zehir zemberek ve resmi bir açıklama yapmadı? Neden açıklama için Edelman'ın gidilmesi beklendi de adam o saat cevabını almadı?Üzülür müydü? Peki ne diyor Sayın Bay Özkök "cevaben''; "Bu konuda, astlarla üstlerin farklı düşüncesi olamaz.'' Çok güzel. Bizim de öteden beri söylediğimiz, düşündüğümüz ve iddia ettiğimiz fikir zaten bu idi. Devam ediyor Sayın Bay Özkök:"Alttakiler bizden farklı düşünmüyor. Belli bir rütbeye gelip olgunlaşınca daha dikkatli ve serinkanlı düşünüyorsunuz. Farklı düşüncemiz olamaz.'' Bu cümle de üç öğeli.. "Alttakiler bizden farklı düşünmüyor'' ile "farklı düşüncemiz olamaz'' bölümlerine aynen katılıyoruz.Öyledir. Türk ordusu bir ve bütündür. Yekparedir. Tek yumruk, tek nefestir. Fakat "Belli bir rütbeye gelip olgunlaşınca daha dikkatli ve serinkanlı düşünüyorsunuz'' bölümüne ne yazık ki katılamıyorum.Peki o zaman neden Süleymaniye'deki timin başına yüzbaşı gönderilmiştir? Yüzbaşı gönderildiyse neden "Ankara'dan emir gelene kadar çatışmaya girilmemesi, gelen A unsur komutanının misafir edilmesi'' emri verilmiş ve Yüzbaşı'nın Yüzbaşı gibi davranması engellenmiştir?Hayrullah Mahmud'dan yaptığımız yukarıdaki alıntı Haziran aynın son günü www.acikistihbarat.com'da yayınlanmıştır, bu güne kadar, yâni 4 Temmuz, Süleymaniye olayının ikinci yıldönümü; yalanlanmamıştır. O halde doğruluğunu kabul etmek durumundayız. Demek ki "daha dikkatli ve serinkanlı düşünmek''; yanlış, milleti utandıran ve tarih boyu acısı silinemeyecek bir tepkisizliğe neden olacak seviyeye asla çıkarılmamalıdır. Devam ediyor kokteylde Sayın Bay Özkök:"Ben zaten, olayın hemen ardından, bunun iki ülke ilişkilerinde 'derin bunalım' yaratacağını söylemiştim." "Derin bunalım''ın ölçüsü nedir?Bunun ilişkilere yansıması ne ölçüde olmuştur? Bunalım derin olmuştur da ne olmuştur? Sonra ne olmuştur da ilişkiler düzelmiştir?Düzelmiş midir? Amerika ne tâviz vermiştir de düzelmiştir?Özür dilemiş midir?Ucuz bir özürle geçiştirilebilecek kadar önemsiz midir bu olay?Çuval olayı milletin gözü önünde olduğuna göre bu soruların cevaplarının da milletin gözü önünde verilmesi gerekir. Özür dileme'den ne anlaşıldığı, ne anlaşılması gerektiği konusunda da farklı düşünüyoruz.Yunanlılar bayrağımıza hakaret ettiler.Neden basından saklandı?Kamuoyu neden anında bilmedi?Bayrak Türk milletinin bayrağıdır, belli kurumların tekelinde değildir. Yunanlılar bir kuvvet komutanlığı forsunu veya TSK'ya ait herhangi bir simgeyi lekelememişti.Ucuz ve kerhen bir özür dilemeyle her şey eskisi gibi mi olmuştur da, "olmamış'' gibi Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Atina'ya ziyaret gerçekleştirmiştir? Şart mıydı? Neden hep ilk jesti biz yapmak durumunda kalıyor, mecburiyetinde hissediyoruz kendimizi.Ne yaparsak yapalım batı "centilmen Türkler'' demiyor."Ne kadar nazikmiş bu Türkler'' demiyor, diyemiyor. Biraz da onlar bize nezaketlerini ispat durumunda kalsalar ya. Konuyla ilgili olarak Sayın Bay Özkök kokteylde diyor ki; "Gezinin kendisi başlı başına önemli. Hiçbir şey bir gecede tamamen değişmez. Bu ziyaret iki ülke ilişkilerini daha da ileriye götürecek. Biz askerler genelde katı olarak biliniriz, ancak askerlerin karşılıklı diyaloğu siyasetçilerin önünü açar. Siyasetçilerin vereceği olumlu mesajlar da ilişkileri daha iyi noktaya götürecektir." Hoppalaaa. Burada Clausewitz'in; "Harp, siyasetin başka silahlarla devamıdır'' temel ilkesini ters yüz ediyor Sayın Bay Özkök.Asker diplomat gibi davranamazSiyasetin önünü açmak için askerin kullanılmasından bahsediyor.Askere "diplomasi'' görevi veriyor. Hani asker siyasete karışmaz ve içinde olmazdı? Mustafa Kemal'in, Kurtuluş savaşı Komutanlarına "Ya milletvekilliği, ya askerlik'' dediğinden beri bu tavır, ilke değil miydi?Asker eğer diplomat gibi davranacaksa, hariciyeye ne gerek var?Ya da tersi. "Siyasetin önünü açmak'' doğal olarak "siyasileşmeyi'', hâttâ giderek karşılıklı etkileşmeyi doğurmaz mı? "Etkileşme'' denilen şey, "askerin siyaseti etkilemesi'' ölçüsünde kalırsa bence en ufak bir mahzur yok. Ama ya tersi olursa? Ya asker, tavır ve hareketlerini siyasetçinin ihtiyaçlarına göre şekillendirmeye başlarsa?Sonuç olarak Orgeneral Büyükanıt'ın Atina ziyareti zamansız ve yersiz olmuştur. En azından, Tolunoğullarından Hurşit Paşa'mın çuval olayında yaptığı gibi Amerika yolundan dönülmeliydi. Sonuçta kıymetli okuyucu bütün bunların yanında MGK'nın 21 Haziran toplantısında "2014'te uzaya çıkacak Türk astronot''un görüşülmesi kubbede hoş bir sedâ bırakmıştır.Çünkü biz en ciddi kurumlarda 2014'de balığın nasıl kavağa çıkacağını ciddi ciddi görüşürken Brüksel-Heybeli sarmalında artık;a) 21 Haziran'da Van'da iki PKK'lının cenazesindeki olaylarda asker taşlanmaktadır;b) 28 Haziran'da Diyarbakır'da yapılan bir mitingde, 1925 Mürteci Kürt isyanının daha sonra İstiklal Mahkemesi kararıyla asılan lideri Şeyh Sait'in resimleri taşınmaktadır.c) Yine Haziran ayı içinde Barzani'nin; Kuzey Irak Bölge Başkanı olması Hakkari ve Diyarbakır'da da kutlanmaktadır.d) Maraş haraç mezat satışa çıkarılmaktadır.e) 3 Temmuz'da Ürgüp'te bir Pazar ayininden sonra Barthalemeos "Patrikhanemiz bu memleketin bir kurumudur. 1700 yıldan beri bir kurumuz. Böyle tenkitlere mahal vermek istemiyoruz. Buraların yabancısı değil yerlisiyiz'' diyebilmektedir.Memleket'ten kasıt nedir?1700 yıllık tarih şuuruna sahip çıkan "yerlilerin'' bulunduğu bir ülkede "aydın'' ufkunun 80; yahut en fazla 600 yıllık bir geçmişe gitmesi düşündürücüdür. Fransa ve İspanya'da geçen yıl trenlere sabotaj yapılınca dünya ayaklanmıştı. 2 Temmuz günü Bingöl'de tren mayınlayarak PKK 6 kişiyi şehit etti. Yardıma giden treni de devirdiler.Bırakın dünyayı, Türkiye'de gazeteler olayı ertesi gün arka sayfalarda verdi. 2014'te Türkiye uzaya çıkacakmış; MGK'da "yeni düzen''in toplantılarında artık "Eğitim... Üniversite... Bilim... ve Araştırma'' konuşulacakmış. (Alpogan'ın Yavuz Donat'a demeci)21 Haziran MGK toplantısında Uzay çalışmalarında işbirliği için Çin, Ukrayna ve Güney Kore gibi ülkelerle temasa geçilmesi ve 2020 yılına kadarki 15 yıllık dönemi kapsayan ulusal uzay programının ana hatları da belirlenmiş. Ama MGSB, "taraflar hazırlık yapamadıkları için'' görüşülememiş. Hani Amerika "Stratejik Ortağımız'' idi.Uzaya gitmekte ciddi iseniz Çin, Ukrayna, Güney Kore ile değil; Amerika ile görüşsenize. Yok ciddi değilseniz hem milleti oyalamayın hem biraz Barzani, Şeyh Sait kutlamaları, Van'da asker taşlanması, Ürgüp'te papaz gösterisi üzerine yoğunlaşın. Uzaya da sonra gidersiniz.Ama ben daha önce Amerika'dan halâ Süleymaniye özrünü bekliyorum.Ve dilense de "biteceğine'' hiç ihtimal vermiyorum. Bu yazı 31 defa okunmuştur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.