Bir ülke böyle mi yönetilir?

. El Kaide başta olmak üzere cümle terör örgütlerine silah yardımı yapılıyor. Türk ordusuna ise "PKK'ya karşı silah kullanma" talimatı veriliyor.. PKK'nın başı Öcalan, "Bütün Kürtlerin temsilcisi" olarak Mandela'laştırılıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanı İlker Başbuğ, "Terör örgütü üyesi olmak" suçu ile hapse atılıyor.. Rüşvet ve yolsuzluğa bulaştıkları ses ve görüntü kayıtları, hatta mahkeme kararları ile belgelenmiş kişiler "masum"; suçluyu yakalayan, soruşturan ve mahkûm edenler "dış güçlerin maşası" ve "hain" ilan ediliyor.. Ankara'nın Polatlı ilçesine kadar sokulmuş İngiliz destekli müstevli Yunan'ı bu topraklardan silip süpüren Mustafa Kemal Atatürk, "dış güçlerle işbirliği yapmakla" suçlanıyor; camileri Haçlı kışlası haline getiren ABD, İngiltere ve cümle kâfirleri, "Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanı" olarak "özgürlük savaşçısı" diye niteleyen ve bu askerlerin "sağ salim vatanlarına dönmesi için dua ettiğini" söyleyen kişiye "Dünya Lideri" deniyor.. Vatikan'a bir mektup sunarak, "Emrinizdeyiz" diyen Hocaefendi'yle önce, "Ne istediniz de vermedik" diyecek kadar kanka olunuyor.Başbakanından bütün bakanlarına kadar haklarında onlarca defa övgüler düzülüyor, uluslararası alanda referanslar veriliyor; menfaatler çatışınca "Haşhaşin" deniyor, "Paralel devlet" olmaya çalışmakla suçlanıp, "inlerine gireceğiz" tehditleri savruluyor.. Bir yandan "Faiz lobisinden" bahsediliyor, bilançolar açıklandığında görüyoruz ki "Faiz lobisinin mâbedi bankaların kârlılık oranı" ülkenin bütün sektörlerinden yüksek" çıkıyor. Demek ki ya Hükümetin gücü bankalara yetmiyor, ya da "İpler bankaların eline bilerek verilmiş" vatandaşın gözü boyanıyor.. "Komşularla sıfır sorun" olarak yola çıkılan dış politikada komşularla tarihinde görülmemiş sorunlarla boğuşur hale geliniyor. Suriye'de Türkiye'nin eli, komşu ve Müslüman kanına bulanıyor, Yunanistan Ege'de adalarımıza el koyuyor, Kıbrıs Rum Kesimi, Kuzey Kıbrıs Türk kesimi ve Türkiye'nin de hakkı bulunan sulardaki petrol ve doğalgazı sahiplenmiş bulunuyor.. Halkın milli yemeği kuru fasulye lüks yemekler listesine giriyor. Hayvancılık ve tarım ölüyor. Dün kendi imkânları ile karnını doyurabilen 6-7 ülkeden biri olan Türkiye etinden buğdayına, fasulyesinden mercimeğine kadar her gıdada dışa bağımlı hâle geliyor, yetmiyor, ot bile ithal edip, ettiği otu törenle çiftçilerine dağıtan bir ülke haline geliyor.. Uluslararası altın kaçakçıları Bakanlara maddi değeri neredeyse trilyonları bulan kol saatleri hediye ediyor, bankacıların ayakkabı kutularından milyon Dolar ve Euro'lar çıkıyor, bakanlar yolsuzluk ve rüşvet suçlarından kamuoyu baskısı ile görevden alınıyor, evlatlar trilyonluk müteahhitlerden arsa talebinde bulunuyor, ülkeyi yöneten, kaçakçılara "Hayırsever" çocuklarına da ortalıkta onca karine varken, "Evlatlıktan reddederim" diyerek koruyucu kanatlarını geriyor.. "Üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü" diye yola çıkılıyor amma öyle bir noktaya geliniyor ki, ülkede bütün hâkim savcı ve kolluk kuvvetleri Adalet Bakanlığı eliyle Başbakana bağlanıyor.. Başbakana, Valiye haber vermeden hiçbir hırsızlık ve yolsuzluk soruşturması yapılamaması kanuna bağlanıyor. Yani devlet ve hükümet yolsuzluk ve hırsızlık yaptığında önce o bürokrat ve bakanın haberdar edilmesi kanuni gereklilik haline getirilmiş bulunuyor. İzin verilmezse yolsuzluk ve hırsızlığın üzerine gidilemez hale geliniyor yahut, delillerin karartılması için görevlilere süre tanınmış oluyor.. Devletin en çok gelir getiren kurumları birkaç yıllık gelirleri karşılığı yahut kasalarındaki paralar kadar bir bedelle eşe dosta ve dış güçlere satılırken vatandaşın yüzlerce yıllık malı olan evi, tarlası, yani kendi malı kendisine "2B" dayatması ile para ile satılıyor.Velhasıl dostlar bu liste uzayıp gidiyor.Şimdi size soruyoruz:Bir ülke böyle mi yönetilir?