70'li yılların başlarında, kendi köyümde hafızlıkla başladığım tahsil hayatımı devam ettirmek için İstanbul'a geldim.
Borçlanarak beni İstanbul'a gönderen rahmetli babamdan harçlık bekleyemezdim, Anadolu'nun muhtelif köşelerinden tahsil için gelen herkes gibi ben de hayırsever halkımızın yardımlarıyla okudum.
Kur'an kursundan İlahiyat fakültesine kadar okuduğumuz bütün eğitim kurumlarında o günün şartlarına göre halkımızın desteğini hep yanımızda bulduk.
Ellili ve altmışlı yıllarda aynı gaye için İstanbul'a gelen kuşakları dinledik, yaşadıkları zorlukları öğrendik ki onlar bizden çok daha zor şartlarda okumuşlar ve hizmete atılmışlar.
Bizden sonraki kuşakların imkanları da bize göre biraz daha iyileşti ve gelişti.
Bilenler bilir, Sultan Ahmet Camii'nin imamı olan merhum Gönenli Hoca'nın camideki odasının önünde her namazın ardından iki kuyruk oluşurdu; vermek için bekleyenler ve almak için bekleyenler.
Vermek için bekleyenlerin sırası bitince rahmetli almak için bekleyen biz öğrencilere yönelir, "söyle bakayım senin ne ihtiyacın var?" diyerek sıra ile herkesi yolcu ederdi.
Demem o ki; hepimiz millete borçluyuz.
Bugün üniversitelerde akademik çalışma yapan, Milli Eğitim'in ve Diyanet teşkilatının çeşitli kademelerinde görev yapan arkadaşlarımızın hepsi, hepimiz halkımıza borçluyuz.
Bu borcu nasıl ödeyeceğiz?
Milletimize daima doğruları söyleyerek, sürekli yakın ve uzak tehlikelere karşı milletimizi uyararak ve her zaman ve zeminde milletimizin yanında durarak.
Hayatın hangi alanında, devletin hangi kademesinde olursak olalım zaman zaman başımızı iki elimizin arasına alıp ciddi ciddi bir muhasebe yapmalıyız; acaba milletimize olan borcumuzu ödüyor muyuz?
Tahsil hayatımızı tamamlamak için elinden gelen imkanları seferber eden, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan halkımızı her çeşit tehlikeye karşı uyarmak görevimizi yapıyor muyuz?
"Uydum kalabalığa" diyerek gözü kapalı herkesin her şartta tekrarladığı nakaratları tekrarlamak borç ödemek sayılır mı?
Ülke kaynakları bir biçimde ayağımızın altından kayıp giderken, halkımız varlık içinde yokluklara mahkum edilirken, elde ettiği birikimleri de yıllar içinde kar gibi erimeye devam ederken hala bir diyeceğimiz, bir uyarımız yoksa, milletimize olan borcumuzun ödenmesinden söz edilebilir mi?
Milletimizi ve devletimizi yokluğa ve yoksulluğa mahkum etmek isteyen küresel tefecilerin ayak oyunlarına karşı, şeytani tuzaklarına karşı bir tedbirimiz, bir önerimiz yoksa bilgimizin ve birikimimizin hakkını vermiş sayılır mıyız?
Bütün bunları şöyle formülleştirebiliriz: Soruyorum yana yana; aydınımız kimden yana?
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025