Türkiye'de yapılan ve ben de kendimi bildim bileli gerçekleşen tüm seçimler için şu ifadeler kullanılır:
"Bu seçim, tarihi bir seçim"
"Bu seçim, kader seçimi"
"Bu seçim, o seçim"
Orta Asya'dan hareketle tüm dünya coğrafyasına yerleşen ve kadim medeniyetler kuran Türk milleti için, sanırım hiç bu kadar kaygı duyulan bir dönem yaşanmadı.
Sebebi çok ve karışık.
Ancak şunu bir araştırmacı olarak rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu milletin DNA'sıyla oynayan, Osmanlı olmuştur.
Uzun ve girift bir mesele, o bakımdan detayına değinme imkânımız en azından bu köşede olanaksız.
Şunu diyebiliriz ama…
Osmanlı gerçek İslam'ı yaşamadığı ve anlatmadığı için, çok garip bir Müslüman toplum biçimi ortaya çıktı.
Böyle olunca gerçek İslam'ın yaşanması yerine, Emevi anlayışı ile şekillenen bir din anlayışı topluma hakim kılındı.
Yani kısaca, sorgulamadan ve işin özüne vakıf olmadan yaşanan bir din anlayışı, sadece şekilden ibaretmiş gibi kabullenildi ve istismarcıların beslendiği kaynak haline dönüştürüldü.
Anlayacağınız, ortada İslam dininden kırıntıların olduğu bir toplumsal hayat ve bunu dayatan bir Osmanlı.
Tabi ki bu durum, Osmanlı'nın Emeviler'den devraldığı bir mirastı.
Türklerin ve Ehl-i Beyt'in dışlandığı bir Osmanlı dönemi.
Hilafetin kılıç zoruyla alınacağına inanmış bir Osmanlı.
Türklerin aşağılık varlıklarmış gibi görülüp, sadece savaş malzemesi olarak kullanıldığı bir süreçti Osmanlı dönemi.
Hal böyle olunca da, girdiği topraklarda kalıcı olmayı başaramamış bir Osmanlı.
Ulus devlet bilincine şiddetle karşı olan Osmanlı'ya göre, halk parça parça olursa daha kolay yönetilebilirdi.
Cumhuriyet güneşinin aydınlığında gözleri kör olan Osmanlı yanlılarının en büyük dayanağı, Emevi din anlayışı idi.
Tertemiz Ehl-i Beyt soyunun açan gonca gülü Mustafa Kemal Atatürk ise, Türk toplumunu gerçek İslam anlayışı ile tanıştırma başarısını göstermişti.
Cumhuriyet döneminde pusuya yatmış olan Emevi anlayışına sahip bir takım zararlı unsurlar, sürekli olarak dini istismar edegelmişlerdi.
Dini bilmeyen bu istismarcı ve zararlı unsurların hedefinde daima, Atatürk ve Cumhuriyet olmuştur.
Atatürk sırf bu saikle, laiklik gibi muhteşem bir formül ve çözüm bulmuştur.
Bu açıdan laiklik, gerçek dinin ve dindarların yaşama hakkını sonuna kadar savunmuş ve garanti altına almıştır.
Laikliğe karşı en büyük devrim ise, Emevi zihniyeti ile var olmayı sürdüren, Osmanlı yanlısı din istismarcıları tarafından yapılmıştır.
Bu iki kesim Cumhuriyet döneminde sürekli karşı karşıya gelmiştir.
Ancak ne var ki, bu akımın partileşmesi ve kendisine bir dayanak bulması, Menderes dönemi ile başlamıştır.
NATO'ya girilmesi ile bu mevzu, sağ-sol, Sünni-Alevi çatışmasına evrilmişti.
Bu kavganın tarihsel başlangıç noktası, Peygamberimizin (s.a.v) dönemine kadar uzar.
Bu konunun mühendislik çalışması ise, NATO ile start almıştır.
Dindarlık ve muhafazakârlık, sağcılık-solculuk gibi kavramlar, bu tarihten sonra piyasaya sürülür.
Dini istismar eden partilere bakıldığında, çoğunlukla bunların sağ partiler olduğu görülmekle birlikte, çok azı bundan tümüyle istisna olarak siyaset sahnesinde varlığını sürdürmüştür.
Dindarlık veya muhafazakârlık gibi kavramlarla siyaset yapmayı çok kazançlı gören sağ partiler, özellikle de seçimlerde kullandıkları bu tür söylemlerle, büyük taraftar kitlesi toplamışlardır.
Hangi kötülüğü yaparsa yapsınlar, seçmenleri tarafından aklanıp paklanmıştır.
Onlar için mesele liyakat olmayıp, "dindar mı" değil mi, sözde buna bakılmaktadır.
İşte 1950 sonrası NATO mühendisliği ile Türkiye'de hüküm süren sağ-sol çatışması veya siyaseti, kaçınılmaz olarak toplumu ikiye bölmüş ve germiştir.
Bu anlayışlara seçmenin sürekli olarak pirim veriyor olması ise, üzerinde en çok düşünülmesi ve çözüme kavuşturulması gereken çok acı bir durumdur.
Demem o ki, Ak Partili seçmenin hepsi olmasa da, kemik kadrosunun bu düşüncede olması tek bir şeyle izah edilemez belki ama, muhalefetin çok kötü bir performans sergilemesiyle doğrudan orantılıdır.
Bu açıdan muhalefet kendisine çeki düzen vermelidir.
İktidara söyleyecek sözüm yok zaten!
Binaenaleyh, şayet muhalefet Ak Parti tabanının her şeye rağmen aynı yerde durmaya devam ettiğini görüyor ve bundan rahatsızlık duyuyorsa, öncelikle bunun nedenlerini ortaya koymalı ve aynı hatalara düşülmemelidir.
Ak Parti tabanı, şayet çok başarılı ve kendisini kucaklayan farklı bir siyasi oluşum tarafından yönetilir ve bundan memnun kalırsa, inanın o zaman Ak Parti diye bir parti kalmaz.
Bugün muhalefetin tüm kesimleri ve hatta siyaseti kuşatacak ve bir yürek, bir bilek yapacak söylemden çok uzakta olduğunu söylemeliyim.
Siz bırakın iktidarı eleştirmeyi, önce kendinizi bir düzeltin inanın gerisi gelecektir.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık çağrı / 20.04.2025
- “Kürt sorunu vardır” diyen ajandır! / 17.04.2025
- Türkiye devleti değil, TÜRK devleti! / 16.04.2025
- İslam düşmanı Muaviye, ABD’ye ilham oldu! / 15.04.2025
- Haydar Baş’ı anmak ve anlamak / 14.04.2025
- Kıbrıs Türk’ün tapulu malıdır / 13.04.2025
- Para yok ki ‘BOYKOT’ olsun! / 10.04.2025
- Boykotu bırak satılanlara bak! / 08.04.2025
- ‘Selçuklu ve Osmanlı’yı tarikatlar batırdı’ / 07.04.2025