Hemen hemen bütün dinlerin, ideolojilerin, felsefelerin ya da başka türlü düşünce yapılarının mükemmel insan ya da ideal insan modeli için önerdikleri 4 temel alanda önerileri olmuştur.
Bu 4 temel alan şunlardır: 1. Tatmin ve ikna edici ontolojik yani varoluşsal açıklamalar, 2. Sağlam, doğru, gerekli, işlevsel bir bilgi felsefesi, 3. Her türlü insanlararası ilişkileri tanzim eden etik, ahlakî ilke ve değerler bütünü, 4. İnsanı, hayatı, varlığı, zamanı ve mekânı anlamlı, güzel, hoş, ahenktar bir anlayışla yorumlayabilen estetik algı.
Ancak İslam'ın dışındaki önerilerin tamamı boş, anlamsız ve yanlıştır. Tek hak din olan İslam'ın ortaya koyduğu mükemmel insan tasavvurunu tasavvufî planda sergileyen ve somutlaştıran büyük İslam âlimlerinden biri Ahmet Yesevî'dir.
Ahmet Yesevî, 1085-1095 yılları arasında bugün Kazakistan'ın bir şehri olan Sayram'da doğdu. Küçük yaşta anne babası öldü. Bir süre sonra Yesi şehrine taşındı. Orada Arslan Baba'nın tasavvuf terbiyesinde yetişti. Daha sonra da Buhara'ya gitti. Orada hem medresede okudu, hem de Şeyh Yusuf-ı Hemedanî'den tasavvuf eğitimini aldı. Bir zaman ilim ve irşadla meşgul olduktan sonra Yesi'ye geri döndü ve hayatının sonuna kadar orada kaldı. 63 yaşına geldiğinde Hz. Muhammed'e olan saygısından dolayı, ondan daha fazla yeryüzünde yaşamamak adına tekkesinin avlusunda kazdırdığı bir yer altı odasını çilehane yapıp ömrünün kalan kısmını burada ibadet ve riyazetle geçirdi. 1166'da vefat etti.
Bir mutasavvıf, bir Müslüman Türk âlimi ve aydını olarak Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet adlı eserinde ortaya koyduğu hikmetleriyle insanı, kâmil insan yapan bu 4 temel alanda doyurucu açıklamalar yaparak, sahih İslam geleneğine bağlı bir mükemmel insan projesinin esaslarını ortaya koymuştur. Bu meseleyi Yesevî'nin hikmetlerinden hareketle açıklayalım.
En önemli ontolojik sorun, yaratıcı ve yaratılan kavramlarının açıkça bilinmesi ve yaratıcı-yaratılan ilişkilerinin iyi düzenlenmesi, yaratılanın yaratıcı konumuna geçmemesidir. Yaratılan, kendisini yaratıcı konumuna ikame ederse insan bilinci allak bullak olur, huzursuzluk, sıkıntı, bunalım, buhran başlar.
Bugün modern dünyanın ruhsal, toplumsal, felsefi, metafizik ve düşünsel sorunlarından biri, insanın yaratılan konumunu unutup yaratıcıya ait bazı özellikleri gasp ederek diğer insanlar üzerinde tahakküm ve tasallut kurmasıdır. Kapitalizmin ve emperyalizmin başlıca tezgâhlarından biri, bazı insanları insan olmaktan çıkarıp starlaştırıp insanların önüne sahte tanrılar olarak sunmasıdır. Mesela şarkıcıları, sinemacıları, futbolcuları, filozofları, ideoloji kurucularını, gazetecileri, akademisyenleri, karanlık aydınları ve içerden çökertmek üzere dini parselleyen sahte şeyhleri piyasaya sürerler.
Ancak bu mesele, sadece bugün kapitalist sistemin ürettiği bir pazar mekanizması değildir. Hz. Âdem'den; özellikle Habil ve Kabil'den bu yana bu mesele, temel bir insanlık sorunudur.
Ahmet Yesevi, insanlığın evrensel bir sorunu olan bu meseleyi sahte şeyh tipi üzerinden temellendirip genelleştiriyor. Şöyle der:
"Şeyhim diye böbürlenen Hakk'a rakip
Benlik eder Yaratan'a olmaz yakın
Bidar olup dertsizlere tabip olur
Bu dünyayı müminlere zindan eyler.
Kendini şeyh sanır, torbası boşmuş
Yirmi beşe onun yaşı varmamış
Nasihatlar kılar yaşlıya, gence
Anlamadan iyi ve kötü nece.
Onun kötülüğü şeytandan da çok
Mahşer sabahı yüzü kara kalkar
Onların yüzünü asla görmeyin
Öyle lanet şeyden el çekin."
Modern dünyanın varoluşla ilgili bir sorunu, insanın tanrılaştırılmasıdır. Bu da esasta Ortaçağ sonrası görülen Hümanizm, pozitivizm ve son dönemlerde ortaya çıkan egzistansiyalizmle iyice temellendirilmiştir. Ortaçağ'da muharref yani aslından saptırılmış Hristiyanlığın mevhum bir tanrısının insan üzerinde baskısı vardı. Yani gerçek olmayan, beşer üretimi bir tanrı kavramının insanı ezen, yok sayan, insanın bilim ve sanat üretmesine izin vermeyen bir tutumu vardı. Ortaçağ'dan sonra Yeni Çağ'da buna tepki duyan insan, bu sefer tanrıya karşı insanı ilahlaştırdı ve buna hümanizm dedi. Pozitivizm ise insan aklının ürünü olan müspet bilimlerin cenneti bu dünyada gerçekleştirme tasavvurudur. Dolayısıyla bunu yapacak olan da tanrı-insan figürüdür.
Egzistansiyalizm yani Varoluşçuluk felsefesi ise insanın var oluşunu, hayatına anlam katan değeri, dünyanın ve hayatın nasıl kurgulanacağını belirleyen temel kaynağın tanrı değil de vahiyden bağımsız saf insan iradesi olduğu iddiasını taşır. Yani bunda da yine insan, tanrı yerine geçmektedir. Ama bu algı onları tatmin etmemiş ve hayatı saçma, absürd, abes olarak görmüşler ve bunalıma düşmüşlerdir. Yani çaresizlik ve çözümsüzlük içinde kalmışlardır.
Ahmet Yesevî işte bütün bu modern sapmalara karşı doğru bir bilgi ve tavrı temsil ediyor. O, hikmetlerinde insanın insan, tanrının da tanrı olduğunu sürekli hatırlatıyor. Bu bağlamda Allah sevgisini, ilahî aşkı, insanın acizliğini ve kulluğunu terennüm ediyor.
Bu 4 temel alan şunlardır: 1. Tatmin ve ikna edici ontolojik yani varoluşsal açıklamalar, 2. Sağlam, doğru, gerekli, işlevsel bir bilgi felsefesi, 3. Her türlü insanlararası ilişkileri tanzim eden etik, ahlakî ilke ve değerler bütünü, 4. İnsanı, hayatı, varlığı, zamanı ve mekânı anlamlı, güzel, hoş, ahenktar bir anlayışla yorumlayabilen estetik algı.
Ancak İslam'ın dışındaki önerilerin tamamı boş, anlamsız ve yanlıştır. Tek hak din olan İslam'ın ortaya koyduğu mükemmel insan tasavvurunu tasavvufî planda sergileyen ve somutlaştıran büyük İslam âlimlerinden biri Ahmet Yesevî'dir.
Ahmet Yesevî, 1085-1095 yılları arasında bugün Kazakistan'ın bir şehri olan Sayram'da doğdu. Küçük yaşta anne babası öldü. Bir süre sonra Yesi şehrine taşındı. Orada Arslan Baba'nın tasavvuf terbiyesinde yetişti. Daha sonra da Buhara'ya gitti. Orada hem medresede okudu, hem de Şeyh Yusuf-ı Hemedanî'den tasavvuf eğitimini aldı. Bir zaman ilim ve irşadla meşgul olduktan sonra Yesi'ye geri döndü ve hayatının sonuna kadar orada kaldı. 63 yaşına geldiğinde Hz. Muhammed'e olan saygısından dolayı, ondan daha fazla yeryüzünde yaşamamak adına tekkesinin avlusunda kazdırdığı bir yer altı odasını çilehane yapıp ömrünün kalan kısmını burada ibadet ve riyazetle geçirdi. 1166'da vefat etti.
Bir mutasavvıf, bir Müslüman Türk âlimi ve aydını olarak Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet adlı eserinde ortaya koyduğu hikmetleriyle insanı, kâmil insan yapan bu 4 temel alanda doyurucu açıklamalar yaparak, sahih İslam geleneğine bağlı bir mükemmel insan projesinin esaslarını ortaya koymuştur. Bu meseleyi Yesevî'nin hikmetlerinden hareketle açıklayalım.
En önemli ontolojik sorun, yaratıcı ve yaratılan kavramlarının açıkça bilinmesi ve yaratıcı-yaratılan ilişkilerinin iyi düzenlenmesi, yaratılanın yaratıcı konumuna geçmemesidir. Yaratılan, kendisini yaratıcı konumuna ikame ederse insan bilinci allak bullak olur, huzursuzluk, sıkıntı, bunalım, buhran başlar.
Bugün modern dünyanın ruhsal, toplumsal, felsefi, metafizik ve düşünsel sorunlarından biri, insanın yaratılan konumunu unutup yaratıcıya ait bazı özellikleri gasp ederek diğer insanlar üzerinde tahakküm ve tasallut kurmasıdır. Kapitalizmin ve emperyalizmin başlıca tezgâhlarından biri, bazı insanları insan olmaktan çıkarıp starlaştırıp insanların önüne sahte tanrılar olarak sunmasıdır. Mesela şarkıcıları, sinemacıları, futbolcuları, filozofları, ideoloji kurucularını, gazetecileri, akademisyenleri, karanlık aydınları ve içerden çökertmek üzere dini parselleyen sahte şeyhleri piyasaya sürerler.
Ancak bu mesele, sadece bugün kapitalist sistemin ürettiği bir pazar mekanizması değildir. Hz. Âdem'den; özellikle Habil ve Kabil'den bu yana bu mesele, temel bir insanlık sorunudur.
Ahmet Yesevi, insanlığın evrensel bir sorunu olan bu meseleyi sahte şeyh tipi üzerinden temellendirip genelleştiriyor. Şöyle der:
"Şeyhim diye böbürlenen Hakk'a rakip
Benlik eder Yaratan'a olmaz yakın
Bidar olup dertsizlere tabip olur
Bu dünyayı müminlere zindan eyler.
Kendini şeyh sanır, torbası boşmuş
Yirmi beşe onun yaşı varmamış
Nasihatlar kılar yaşlıya, gence
Anlamadan iyi ve kötü nece.
Onun kötülüğü şeytandan da çok
Mahşer sabahı yüzü kara kalkar
Onların yüzünü asla görmeyin
Öyle lanet şeyden el çekin."
Modern dünyanın varoluşla ilgili bir sorunu, insanın tanrılaştırılmasıdır. Bu da esasta Ortaçağ sonrası görülen Hümanizm, pozitivizm ve son dönemlerde ortaya çıkan egzistansiyalizmle iyice temellendirilmiştir. Ortaçağ'da muharref yani aslından saptırılmış Hristiyanlığın mevhum bir tanrısının insan üzerinde baskısı vardı. Yani gerçek olmayan, beşer üretimi bir tanrı kavramının insanı ezen, yok sayan, insanın bilim ve sanat üretmesine izin vermeyen bir tutumu vardı. Ortaçağ'dan sonra Yeni Çağ'da buna tepki duyan insan, bu sefer tanrıya karşı insanı ilahlaştırdı ve buna hümanizm dedi. Pozitivizm ise insan aklının ürünü olan müspet bilimlerin cenneti bu dünyada gerçekleştirme tasavvurudur. Dolayısıyla bunu yapacak olan da tanrı-insan figürüdür.
Egzistansiyalizm yani Varoluşçuluk felsefesi ise insanın var oluşunu, hayatına anlam katan değeri, dünyanın ve hayatın nasıl kurgulanacağını belirleyen temel kaynağın tanrı değil de vahiyden bağımsız saf insan iradesi olduğu iddiasını taşır. Yani bunda da yine insan, tanrı yerine geçmektedir. Ama bu algı onları tatmin etmemiş ve hayatı saçma, absürd, abes olarak görmüşler ve bunalıma düşmüşlerdir. Yani çaresizlik ve çözümsüzlük içinde kalmışlardır.
Ahmet Yesevî işte bütün bu modern sapmalara karşı doğru bir bilgi ve tavrı temsil ediyor. O, hikmetlerinde insanın insan, tanrının da tanrı olduğunu sürekli hatırlatıyor. Bu bağlamda Allah sevgisini, ilahî aşkı, insanın acizliğini ve kulluğunu terennüm ediyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015