Buraları bilir misiniz? Bakın yükseklerinde yalçın kayalar, yamaçları, çalılar, rengarek dağ çicekleriyle süslenmiş. Düzlerinde ise sapları ince, altın sarısı, uçları boncuk boncuk başlarıyla mahzun bir çiçek var...
Hadi ben size isterseniz bu garip çiçekten bahsedeyim. Boynu bükük desem öyle sandığımız gibi başaklarını büken, içli, zayıf çiçek aklınıza gelmesin. O hep gönül nazeninde boynu büküktür. Baş keser hep. İtiraz nedir bilmez. Hayıflanma, neden ve niçinler onun lügatında yazmaz. Dağlarda öten bülbüller, ormanda krallar gibi gezinen aslanlar, kenarında beslenen kavak, söğüt ağaçları da onu hiç ilgilendirmez. Kendi başınadır. Yaratılıştan şekil ve koku olarak akıbete razı olmuş da hiç tesbihini unutmamış.
Şimdi bu sarı çiçeği Yunus'un şiirlerinde övdüğü, derlenip konuştuğu sarı çiçek de zannetmeyin. O çiçekte, derviş gönüllere, erenlere yazılmış sır dolu mektup satırları vardır. Tomurcukları, kokusu, hayatı Yunus'la bütünleşmiş, can dostu olmuş.
Ne haddime Yunus'un çiçeği ile benim anlatacağım sarı çiçekleri kıyaslayıp benzeştirmek.
Bu mahzun çiçek var ya öyle her istediği zaman kavak ağacı gibi su bulamaz. Susuzluktan kavrulmakla rengini bulur. Güneş tepesi üzerinde öyle dolanır ki sapı içerisindeki dayanıklılığını çelik gövdesini o zaman olgunlaştırır. Rüzgarların uğultusu, sağa sola raksları iliklerinin kanıdır; kökünden kopsada sönmez, pörsümez dipdiri kalır.
Etrafta gezinenlere bakın. Yüksek dağların bulutlar altındaki gölgelerinin güneş ışıklarının rengarek çizgilerini seyre dalmışlar. Kimi keklik avında kimi söğüt gölgesini arıyor. Bir dakika şuradan birileri sarı çiçeğe doğru gidiyorlar. Eyvah! Hemen takip edeyim.
O da ne birinin elinde orak var. İşte yakınlarındayım. Konuştuklarını duyuyorum.
-Bu sarı çiçeklerden ne kadar da varmış buralarda. Köşeyi döndük. Bugün bayağı kazanç elde edeceğiz.
-Bugün kesmeyle bitmez. Belki yarın da geliriz.
Benim duyduklarımı siz de duydunuz mu? Sarı çiçekleri kesiyorlar. Evet hem de gözümün önünde bir bir kesip bağladılar sarı çiçekleri hava kararınca da sırtlanıp götürüyorlardı ki içlerinden biri benim kendilerine dikkatli dikkatli baktığımı görünce:
-Sen de mi yoksa çiçekleri koparmaya geldin. Bak kardeşim bunları önce biz gördük. Sakın elini bile sureyim deme.
Öbür adam sinirle elindeki orağı kaldırıp üzerime yürüdü:
-Bu orakla başını keserim.
Ben kendilerine böyle bir işimin olmadığını sadece sarı çiçekleri sevdiğimi, dost olduğumu, hikayelerini yazdığımı söyleyince gülüp geçtiler.
Hemen sapları kesilen sarı çiçeklerin yanına geldim. Elimle kesilen kısımları okşadım. Başımı yanında dimdik, hiç ürpermeden, asaletle pırıl pırıl parlayan gencecik sarı çiçeğe yaklaştırdım. Baş kısımlarını gözlerime sürüp kokladım, kokladım öptüm ve gözlerime sürdüm. Gözlerim doldu, yüreğim yerinde duramaz oldu. Boğazım düğümlendi kaldı. Bağdaş kuran ayaklarım karınlacalanıyordu. Sonra dudaklar kendini mi anlatacaktı, neredee... Ah kendimi bir anlayabilseydim...
Şu sarı çiçekler var ya tane tane toplanırlar, köklerinden birer birer kesilirler. Başları da koparılır. Çiçek tozları da bir sillede dökülür. İyice kurutulup bağlanırlar. Demet demet derlenirler. Çavuldızla delinip dikilir, sicimlerle boyunları burkulup sıkı sıkaya bağlanırlar. Böyleyken işe yarar süpürge olurlar. Süpürge olmak bile onların şerefini azaltmaz. Çünkü bir ot parçası olsalar da işe yarıyorlar.
Ya ben ne olacağım.
Ah sarı çiçeğim!
Ya ben ne olacağım.
Hadi ben size isterseniz bu garip çiçekten bahsedeyim. Boynu bükük desem öyle sandığımız gibi başaklarını büken, içli, zayıf çiçek aklınıza gelmesin. O hep gönül nazeninde boynu büküktür. Baş keser hep. İtiraz nedir bilmez. Hayıflanma, neden ve niçinler onun lügatında yazmaz. Dağlarda öten bülbüller, ormanda krallar gibi gezinen aslanlar, kenarında beslenen kavak, söğüt ağaçları da onu hiç ilgilendirmez. Kendi başınadır. Yaratılıştan şekil ve koku olarak akıbete razı olmuş da hiç tesbihini unutmamış.
Şimdi bu sarı çiçeği Yunus'un şiirlerinde övdüğü, derlenip konuştuğu sarı çiçek de zannetmeyin. O çiçekte, derviş gönüllere, erenlere yazılmış sır dolu mektup satırları vardır. Tomurcukları, kokusu, hayatı Yunus'la bütünleşmiş, can dostu olmuş.
Ne haddime Yunus'un çiçeği ile benim anlatacağım sarı çiçekleri kıyaslayıp benzeştirmek.
Bu mahzun çiçek var ya öyle her istediği zaman kavak ağacı gibi su bulamaz. Susuzluktan kavrulmakla rengini bulur. Güneş tepesi üzerinde öyle dolanır ki sapı içerisindeki dayanıklılığını çelik gövdesini o zaman olgunlaştırır. Rüzgarların uğultusu, sağa sola raksları iliklerinin kanıdır; kökünden kopsada sönmez, pörsümez dipdiri kalır.
Etrafta gezinenlere bakın. Yüksek dağların bulutlar altındaki gölgelerinin güneş ışıklarının rengarek çizgilerini seyre dalmışlar. Kimi keklik avında kimi söğüt gölgesini arıyor. Bir dakika şuradan birileri sarı çiçeğe doğru gidiyorlar. Eyvah! Hemen takip edeyim.
O da ne birinin elinde orak var. İşte yakınlarındayım. Konuştuklarını duyuyorum.
-Bu sarı çiçeklerden ne kadar da varmış buralarda. Köşeyi döndük. Bugün bayağı kazanç elde edeceğiz.
-Bugün kesmeyle bitmez. Belki yarın da geliriz.
Benim duyduklarımı siz de duydunuz mu? Sarı çiçekleri kesiyorlar. Evet hem de gözümün önünde bir bir kesip bağladılar sarı çiçekleri hava kararınca da sırtlanıp götürüyorlardı ki içlerinden biri benim kendilerine dikkatli dikkatli baktığımı görünce:
-Sen de mi yoksa çiçekleri koparmaya geldin. Bak kardeşim bunları önce biz gördük. Sakın elini bile sureyim deme.
Öbür adam sinirle elindeki orağı kaldırıp üzerime yürüdü:
-Bu orakla başını keserim.
Ben kendilerine böyle bir işimin olmadığını sadece sarı çiçekleri sevdiğimi, dost olduğumu, hikayelerini yazdığımı söyleyince gülüp geçtiler.
Hemen sapları kesilen sarı çiçeklerin yanına geldim. Elimle kesilen kısımları okşadım. Başımı yanında dimdik, hiç ürpermeden, asaletle pırıl pırıl parlayan gencecik sarı çiçeğe yaklaştırdım. Baş kısımlarını gözlerime sürüp kokladım, kokladım öptüm ve gözlerime sürdüm. Gözlerim doldu, yüreğim yerinde duramaz oldu. Boğazım düğümlendi kaldı. Bağdaş kuran ayaklarım karınlacalanıyordu. Sonra dudaklar kendini mi anlatacaktı, neredee... Ah kendimi bir anlayabilseydim...
Şu sarı çiçekler var ya tane tane toplanırlar, köklerinden birer birer kesilirler. Başları da koparılır. Çiçek tozları da bir sillede dökülür. İyice kurutulup bağlanırlar. Demet demet derlenirler. Çavuldızla delinip dikilir, sicimlerle boyunları burkulup sıkı sıkaya bağlanırlar. Böyleyken işe yarar süpürge olurlar. Süpürge olmak bile onların şerefini azaltmaz. Çünkü bir ot parçası olsalar da işe yarıyorlar.
Ya ben ne olacağım.
Ah sarı çiçeğim!
Ya ben ne olacağım.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021