Hiddet ve Öfke... İsa A.S. dağ meyvelerinden yer, birikintilerden su içer, mağaralarda ve harabelerde barınırdı. Uyumak üzere yattığı zaman da başını ya bir taşa koyar veya kollarını yastık yapardı. Burada esas olan Allah'dan başka hiç bir şeye gönül bağlamamak, hiç bir şeye güvenmemektir. İşte halis mümin böyle yapar. Allah'dan başka hiç bir şeye güvenmez, dayanmaz. İzzet ve Celâl sahibi Rabb'ine bu inanç ve bu şuur içinde kavuşmaya azmeder. Eğer onun dünyada bir kısım kısmetleri bulunuyorsa, bunlar kendisine mutlaka gelir. O nimetlerle onun sadece zahiri hemhal olur. Onları nefsi ile alır. Fakat kalbi, Allah'dan başka hiç bir şeye güvenmemek ve dayanmamak inancı ve azmi içinde olarak hep İzzet ve Celâl sahibi Allah ile beraberdir. Dünyadan kısmetlerini alırken asla değişmez. Zira bir kere zühd kalbe yerleşti mi, dünyalıkların bol bol gelmesi ve kısmetlere nail olması onu değiştirmez. O, ne derece çok dünyalığa sahip bulunursa bulunsun, kalbi daima Allah ile beraberdir? Eğer mümin dünyayı, ehli dünyayı, dünyevi hevesatı, zevkleri, hevesleri? sevmiş olsaydı bunlara karşı bir an bile sabredemez, gecesinde ve gündüzün de onlarla meşgul olurdu. Yine mümin bunları sevmiş bulunsaydı; kulluk edemez, zahid olamaz, İzzet ve Celâl sahibi Allah'ı zikredemez ve O'na itaatte bulunamazdı. Fakat Allah, bir lütûf olarak ona nefsinin kusurlarını gösterdi. O da bunlara tövbe etti. Geçmiş günlerinde Allah'a karşı işlemiş olduğu bu kusurlarından ötürü nedamet duydu. Yine Allah ona; Kitab (Kur'an), Sünnet (Hadisler, Allah Resul'ünün yaşayışı, ahlâkı) ve şeyhler - mürşidler vasıtasıyla dünyanın kusurlarını ve aşağı yanlarını da gösterdi. Böylece, dünya bahsinde ona zühd ve takvâ geldi. Dünyada zühd ve takvâ sahibi oldu. Öyle ki, her ne zaman dünyanın bir kusuruna nazar etse, Allah ona başka kusurları da gösterir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.