3 Kasım'da bir erken seçime gidilmesi için karar alan TBMM, şu sıralarda AB'ye uyum yasa paketini görüşüyor. Kopenhag Kriterlerinde içeriği belirlenen ve bizim u lusal programımızda yapmayı taahhüt ettiğimiz bu düzenlemelerin müzakereleri hararetli görüşmelerle halen devam etmektedir.
İlk olarak oylanması gereken "idamın terör suçları için kaldırılması" konusunda sert tartışmaların yapıldığı dünkü oturumda, gözardı edilen ve en az idam konusundaki madde kadar önemli bir diğer husus da paketteki "yabancılara ait vakıfların mülk ve toprak alma hakkını" düzenleyen maddedir.
Ülkemizdeki Yahudi, Ermeni, Rum ve Süryani vakıflarını kapsamı içine alacak bu uygulama eğer yürürlüğe girerse bu cemaatler Bakanlar Kurulu'nun onayladığı yerlerde toprak edinebilecekler.
Lozan Anlaşmasına göre, gayr-i müslim-müslim olarak belirlenen azınlık kavramı AB Kriterleri'ne göre etnik ayrım esasına dayanılarak belirlenmiştir. Devletler hukukunun karşılıklılık esasına göre ve bu yeni "etnik ayrım" kıstası dikkate alınarak AB'nin Türkiye'den beklediği, yabancı dernek ve vakıfların Türkiye'de şube açmalarına izin verilmesi; yabancı cemaat vakıflarının mülk ve toprak edinebilme hakkının tanınmasıdır.
13 Kasım 2001 tarihli Avrupa Komisyonu'nun bir kararı örnek teşkil edilerek talep edilen düzenlemede bu hakların kanunla güvence altına alınması da yer almaktadır. Böyle bir maddenin onaylanması, Rum, Ermeni ve Yahudilerin ülkemiz topraklarında öteden beri süre gelen "devlet kurma" heveslerine kanunî bir destek demektir.
İstanbul sur içinde Vatikanlaşmaya uğraşan bir Rum Devleti bu noktada artık kaçınılmazdır.
Van ve Ağrı civarında Büyük Ermenistan'ın Güneydoğu Anadolu'da Yahudilerin Arz-ı Mev'ud hayallerinin önü açılmış olacaktır. Bu cemaatlerin şu andaki mevcut kanunlar çerçevesinde şahıslar üzerinden gayelerine hizmet edecek merkezlerde fazla miktarda mülk edindikleri zaten bilinen hakikatlerdir. Paravan şirketler ve para ile kandırılan vatandaşlarımız aracılığıyla Arz-ı Mev'ud için GAP bölgesinde; ekümenik bir site din devleti içinse sur içi bölgesinde bu şekilde mülk ve toprak aldıkları gözden kaçmamaktadır.
Vakıflar yasamıza göre yabancı vakıfların bir karış dahi toprak edinebilmeleri kanunen imkânsızken ve bu düzenleme milli bütünlüğümüz düşünülerek hazırlanmışken, AB'ye uyum paketinde bu düzenleme rafa kaldırılarak ciddi bir tehlikeye zemin hazırlanmaktadır.
Bu düzenleme istenirken, Abdülhamit Han'dan para karşılığı alınamayan Ortadoğu topraklarını, onun ölümünden sonra Yahudilere satmak için yarışan Arap kardeşlerimizin şu andaki durumu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugün Filistin halkı atalarının para karşılığı sattıkları kendi topraklarında işgalci konumundadırlar. Dünya nezdinde de teker teker yok edilen savunmasız Filistin halkı yalnızlığa ve çaresizliğe mahkum edilmiştir.
Bu tür tehlikeli yasalara onay verilerek önü açılan yabancılar karşısında akıbetimiz Filistinliler'den farklı olamaz. AB ne ekonomik, siyasî, sosyal problemlerimizin çözümü; ne daha gelişmiş, modern bir ülke olmamızın garantisidir.
Kaldı ki, tüm şartlarını yerine getirsek dahi üyeliğe dahil edilmemiz risklidir. 1999 Helsinki Zirvesi'nin sonuç bildirgesinde alınan ve altına siyasî irademizin imza attığı karar göre, "Aday ülke kendisinden AB'nin istediği tüm istekleri yerine getirmiş olsa bile, adayın AB içine alınması sorun yaratıyorsa, aday AB'ye alınamaz."
Bu ince strateji dikkate alınarak ve dahil edilmeme riskimiz de düşünülerek yasal düzenlemelere gidilmelidir.
İdamın terör suçları için kaldırılması veya yabancı vakıflara mülk ve toprak hakkının verilmesi, AB yolunda istenen siyasî tavizlerin ne ilki ne de sonudur.
Bu konularda Kıbrıs, Ege, Güneydoğu ile ilgili istenilenler ve yapılması beklenilenler eklenince, oynanan oyunun devletimizin masada paylaşımından başka bir şey olmadığı açıktır. Ulusal Program dikkate alınarak hazırlanan yeni Milli Güvenlik Belgesi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir.
1997 yılındaki düzenlemesinde, "Yunanistan'la ilişkilerde tehdit algılamasına devam edilmelidir. ... Yunanistan'la çatışma çıkabileceği gözardı edilmemelidir" ifadelerine yer verilerek, Yunanistan dış tehdit sıralamasında 1. dereceye koyulmuştu. Bugün ise Yunanistan ve Suriye yakın tehdit kapsamından çıkarılmıştır.
Kurumlar ve partiler üstü bu belge, milli stratejilerimizin oluşturulmasında esas alınmaktadır. 1997 yılından bugüne ne değişmiştir ki, Yunanistan listeden silinmiştir? Kıbrıs, Ege, Kıta Sahanlığı sorunlarımızın hangisi halledilmiştir ki, Yunanistan listeden silinmiştir?
Silinen sadece listedeki Yunanistan değildir. Vazifesi milletin iradesini yansıtmak olan vekillerimizin AB istedi diye hafızası da silinmiştir. Binlerce şehidimize mal olan Kıbrıs ve Güneydoğu meselesi unutularak Yunanistan ve Apo affedilmek istenmektedir.
İşte bu sebeple Fener Rum Patriği Bartholomeus'un AB üye adalığımıza neden bizden çok sevindiğini anlayamamakta, AB'ye tam üyelikte onun bir eyaleti olarak kararlarını koşulsuz uygulamaktan başka bir vazifeye sahip olamayacağımızı görmemektedirler. Şu anda birlik taleplerini meclisimizde hür iradeyle tartışıp kabul ya da red yetkisi bulunan vekiller, eğer birlik üyesi olunursa bunların hiçbirini yapamayacaklarını akıl edememektedirler. AB rüyasında olmayan milletin hafızası ise kesinlikle silinmemiştir. İradesi ise kabulü için görüşülen bu maddeler kesinlikle değildir. Millet, iradesini anlamayan vekillere yakında, seçim sandığında bunu gösterecektir. Galiba, siyasi iradenin hafızası ancak o zaman yerine gelecektir.
İlk olarak oylanması gereken "idamın terör suçları için kaldırılması" konusunda sert tartışmaların yapıldığı dünkü oturumda, gözardı edilen ve en az idam konusundaki madde kadar önemli bir diğer husus da paketteki "yabancılara ait vakıfların mülk ve toprak alma hakkını" düzenleyen maddedir.
Ülkemizdeki Yahudi, Ermeni, Rum ve Süryani vakıflarını kapsamı içine alacak bu uygulama eğer yürürlüğe girerse bu cemaatler Bakanlar Kurulu'nun onayladığı yerlerde toprak edinebilecekler.
Lozan Anlaşmasına göre, gayr-i müslim-müslim olarak belirlenen azınlık kavramı AB Kriterleri'ne göre etnik ayrım esasına dayanılarak belirlenmiştir. Devletler hukukunun karşılıklılık esasına göre ve bu yeni "etnik ayrım" kıstası dikkate alınarak AB'nin Türkiye'den beklediği, yabancı dernek ve vakıfların Türkiye'de şube açmalarına izin verilmesi; yabancı cemaat vakıflarının mülk ve toprak edinebilme hakkının tanınmasıdır.
13 Kasım 2001 tarihli Avrupa Komisyonu'nun bir kararı örnek teşkil edilerek talep edilen düzenlemede bu hakların kanunla güvence altına alınması da yer almaktadır. Böyle bir maddenin onaylanması, Rum, Ermeni ve Yahudilerin ülkemiz topraklarında öteden beri süre gelen "devlet kurma" heveslerine kanunî bir destek demektir.
İstanbul sur içinde Vatikanlaşmaya uğraşan bir Rum Devleti bu noktada artık kaçınılmazdır.
Van ve Ağrı civarında Büyük Ermenistan'ın Güneydoğu Anadolu'da Yahudilerin Arz-ı Mev'ud hayallerinin önü açılmış olacaktır. Bu cemaatlerin şu andaki mevcut kanunlar çerçevesinde şahıslar üzerinden gayelerine hizmet edecek merkezlerde fazla miktarda mülk edindikleri zaten bilinen hakikatlerdir. Paravan şirketler ve para ile kandırılan vatandaşlarımız aracılığıyla Arz-ı Mev'ud için GAP bölgesinde; ekümenik bir site din devleti içinse sur içi bölgesinde bu şekilde mülk ve toprak aldıkları gözden kaçmamaktadır.
Vakıflar yasamıza göre yabancı vakıfların bir karış dahi toprak edinebilmeleri kanunen imkânsızken ve bu düzenleme milli bütünlüğümüz düşünülerek hazırlanmışken, AB'ye uyum paketinde bu düzenleme rafa kaldırılarak ciddi bir tehlikeye zemin hazırlanmaktadır.
Bu düzenleme istenirken, Abdülhamit Han'dan para karşılığı alınamayan Ortadoğu topraklarını, onun ölümünden sonra Yahudilere satmak için yarışan Arap kardeşlerimizin şu andaki durumu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugün Filistin halkı atalarının para karşılığı sattıkları kendi topraklarında işgalci konumundadırlar. Dünya nezdinde de teker teker yok edilen savunmasız Filistin halkı yalnızlığa ve çaresizliğe mahkum edilmiştir.
Bu tür tehlikeli yasalara onay verilerek önü açılan yabancılar karşısında akıbetimiz Filistinliler'den farklı olamaz. AB ne ekonomik, siyasî, sosyal problemlerimizin çözümü; ne daha gelişmiş, modern bir ülke olmamızın garantisidir.
Kaldı ki, tüm şartlarını yerine getirsek dahi üyeliğe dahil edilmemiz risklidir. 1999 Helsinki Zirvesi'nin sonuç bildirgesinde alınan ve altına siyasî irademizin imza attığı karar göre, "Aday ülke kendisinden AB'nin istediği tüm istekleri yerine getirmiş olsa bile, adayın AB içine alınması sorun yaratıyorsa, aday AB'ye alınamaz."
Bu ince strateji dikkate alınarak ve dahil edilmeme riskimiz de düşünülerek yasal düzenlemelere gidilmelidir.
İdamın terör suçları için kaldırılması veya yabancı vakıflara mülk ve toprak hakkının verilmesi, AB yolunda istenen siyasî tavizlerin ne ilki ne de sonudur.
Bu konularda Kıbrıs, Ege, Güneydoğu ile ilgili istenilenler ve yapılması beklenilenler eklenince, oynanan oyunun devletimizin masada paylaşımından başka bir şey olmadığı açıktır. Ulusal Program dikkate alınarak hazırlanan yeni Milli Güvenlik Belgesi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir.
1997 yılındaki düzenlemesinde, "Yunanistan'la ilişkilerde tehdit algılamasına devam edilmelidir. ... Yunanistan'la çatışma çıkabileceği gözardı edilmemelidir" ifadelerine yer verilerek, Yunanistan dış tehdit sıralamasında 1. dereceye koyulmuştu. Bugün ise Yunanistan ve Suriye yakın tehdit kapsamından çıkarılmıştır.
Kurumlar ve partiler üstü bu belge, milli stratejilerimizin oluşturulmasında esas alınmaktadır. 1997 yılından bugüne ne değişmiştir ki, Yunanistan listeden silinmiştir? Kıbrıs, Ege, Kıta Sahanlığı sorunlarımızın hangisi halledilmiştir ki, Yunanistan listeden silinmiştir?
Silinen sadece listedeki Yunanistan değildir. Vazifesi milletin iradesini yansıtmak olan vekillerimizin AB istedi diye hafızası da silinmiştir. Binlerce şehidimize mal olan Kıbrıs ve Güneydoğu meselesi unutularak Yunanistan ve Apo affedilmek istenmektedir.
İşte bu sebeple Fener Rum Patriği Bartholomeus'un AB üye adalığımıza neden bizden çok sevindiğini anlayamamakta, AB'ye tam üyelikte onun bir eyaleti olarak kararlarını koşulsuz uygulamaktan başka bir vazifeye sahip olamayacağımızı görmemektedirler. Şu anda birlik taleplerini meclisimizde hür iradeyle tartışıp kabul ya da red yetkisi bulunan vekiller, eğer birlik üyesi olunursa bunların hiçbirini yapamayacaklarını akıl edememektedirler. AB rüyasında olmayan milletin hafızası ise kesinlikle silinmemiştir. İradesi ise kabulü için görüşülen bu maddeler kesinlikle değildir. Millet, iradesini anlamayan vekillere yakında, seçim sandığında bunu gösterecektir. Galiba, siyasi iradenin hafızası ancak o zaman yerine gelecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002