Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi gömdüğü “stratejik derinlik” Akdeniz’in 1260 metre dibi olmanın ötesinde, Üçüncü Dünya Savaşını başlatan ve parçalanan ülke olma yolunda hızla ilerliyor.
Bu bağlamda sessiz kalmayı ve bu tehlikeli süreci desteklemeyi tercih eden işbirlikçi “mütareke medyası” ve mandacı - himayeci sözde aydın ve STK’lar gibi olamayacağımıza göre, ülkemizin düşürülmek istendiği bu tarihi tuzağa karşı uyarmak ve tarihe not düşmek vazifemizi icra etmeliyiz.
Öncelikle şu anda yaşadığımız süreç, ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI öncesi yaşanan son perdedir.
İnsanlık tarihinin yaşadığı iki büyük dünya savaşının öncesi ve çıkış süreçleri dikkatle incelendiğinde bugün yaşanılan sürecin bundan farklı olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır.
Özellikle birinci dünya savaşındaki ittifak devletleri ile itilaf devletleri ayrışması, savaş öncesinde yaşanan süreç ve savaş sonrası ortaya çıkan paylaşım süreçleri, bugün yaşadığımız tablo ile birebir örtüşmektedir.
Burada Türkiye olarak dikkat etmemiz gereken en önemli husus ve almamız gereken en kıymetli ders; Osmanlı devletinin birinci dünya savaşındaki taraflardan biri olmakla beraber savaş sonucunda parçalanan – bölüşülen tek devlet olduğu gerçeğidir. Bugün de Türkiye her ne kadar çıkması muhtemel savaşın bir tarafı gibi gözükse de, parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya olan yegane devlettir.
3. dünya savaşı iddiasını abartılı bulanlara ve özellikle ani bir kararla 18 Temmuz’da Rusya’ya gitmeye karar veren Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu’na son bir haftada yaşanılan gelişmeleri tek tek hatırlatıp diplomasi analizlerine yardımcı olalım.
Fransa’da toplanan sözde Suriye’nin dostları toplantısında ABD Dışişleri Bakanı Clinton şunları söyledi:
‘Rusya ve Çin, Esad rejiminin arkasında durdukları için hiçbir bedel ödemediklerine inanıyorlar. Bunu değiştirmenin tek yolu, burada temsil edilen tüm ülkelerin doğrudan ve acilen harekete geçerek, Rusya ve Çin’in bir bedel ödemesini sağlamasıdır. Çünkü bu iki ülke ilerlememizin önünü kesiyor. Artık buna tolerans gösterilemez.’
Clinton’un bu ifadeleri soğuk savaş sonrası ABD- Rusya arasındaki diplomatik sürecin yaşadığı en ağır anlardan bir tanesidir.
Bu ağır ifadelere Rusya’nın verdiği cevap her yönüyle bir diplomasi dersi niteliğindedir. Clinton’a Dışişleri Bakanı düzeyinde değil de bakan yardımcısı düzeyinde cevap vererek, en büyük cevabı veren Rusya tek kelimelik “uygunsuz” cevabı, diplomasi müsabakasında atılan önemli bir goldür.
Aynı toplantıda Clinton’la benzer ifadeleri kullanan Davutoğlu’na cevap verilmeyişi ise Türkiye’nin bakan yardımcısı düzeyinde bile cevap verilmeye tenezzül edilmeyen bir ülke statüsünde değerlendirildiği ağır bir diplomatik şamardır.
Bu sürecin hemen ardından BM Suriye özel temsilcisi Annan’ın apar topar Suriye ve İran ziyaretleri sürecin fazlasıyla hızlandığı ve savaş öncesi son diplomatik temasların zirve yaptığı anı işaret etmektedir. Başbakan Erdoğan’ın sürpriz Rusya ziyareti de Annan’a biçilen misyondan farklı olmayıp, bilakis süreci Türkiye aleyhine hızlandıracak bir denklemi de tetikleyebilir.
Bu süreçte yaşanan bir diğer önemli gelişme de, Rusya Askeri İşbirliği Kurumu’ndan yapılan, yıl sonuna kadar Şam’a gönderilmesi planlanan Yak-130 savaş uçağının sevkinin askıya alındığı açıklamasının Türk medyasında “Rusya, Suriye’ye desteğini çekti” şeklinde dezenformasyon ortamına uygun bir çarpıtma mantığıyla haberleşmesiydi. İşbirlikçi medyanın bu çarpıtmasının üzerinden daha bir gün bile geçmemişti ki, Rusya’nın, Suriye’deki limanı Tartus’a gönderdiği 4 savaş gemisi Marmara’da görüldü. Rus yetkililer bu gemilerin Akdeniz’de “savaş eğitimi” yapacağını duyurup, devamının geleceği sinyalini vermeyi de ihmal etmediler. Buna İran’ın Hürmüz’deki faaliyetlerini ve Suriye’nin Türkiye sınırındaki askeri tatbikatını da ekleyerek, bir önceki yazımızda belirttiğimiz Akdeniz’deki (Rusya-Suriye-İran) Temmuz tatbikatının başladığını da söyleyebiliriz.
Rusya’nın Suriye’ye eğitim uçaklarını vermeyi askıya alıp, savaş gemilerini göndermesini diplomatik olarak okuma güçlüğü çeken işbirlikçi mütareke medyasına ve hala Akdeniz’in 1260 metre derinliğinde “strateji” arayan Sayın Davutoğlu’na yardımcı olmak adına birlikte okuyalım:
Rusya bu hamleyle net bir şekilde şu mesajları veriyor:
Suriye üzerinden değil, doğrudan savaşacağım. Eğitim uçaklarıyla değil, gerçek uçak ve savaş gemileriyle savaşacağım. Bundan sonra muhatabınız benim.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yaptığı, “Yeni bir soğuk savaş öngörmüyorum” açıklaması da, bundan sonraki sürecin “soğuk savaş” yöntemleriyle sürdürülebilir olmaktan çıktığı, “sıcak çatışma-savaş” sürecinin başladığının ilanından başka bir anlam taşımamaktadır.
Bu yazının iki önemli amacı bulunmaktadır:
1- Ani bir kararla Rusya’ya gidecek olan Sayın Başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Osmanlı’nın yaşadığı acı sona benzetmemesi için samimi bir şekilde uyarmak ve sağduyu tavsiye etmek.
2- Bu sürecin 3. Dünya Savaşı olduğunu, savaş meydanının Türkiye ve bölge ülkeleri olacağı ve bu savaşta taraf gibi gözükmekle beraber parçalanacak-bölüşülecek ve en büyük zararı görecek olan ülkenin Türkiye olacağını hatırlatarak tarihe kayıt düşmek.
Bu bağlamda sessiz kalmayı ve bu tehlikeli süreci desteklemeyi tercih eden işbirlikçi “mütareke medyası” ve mandacı - himayeci sözde aydın ve STK’lar gibi olamayacağımıza göre, ülkemizin düşürülmek istendiği bu tarihi tuzağa karşı uyarmak ve tarihe not düşmek vazifemizi icra etmeliyiz.
Öncelikle şu anda yaşadığımız süreç, ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI öncesi yaşanan son perdedir.
İnsanlık tarihinin yaşadığı iki büyük dünya savaşının öncesi ve çıkış süreçleri dikkatle incelendiğinde bugün yaşanılan sürecin bundan farklı olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır.
Özellikle birinci dünya savaşındaki ittifak devletleri ile itilaf devletleri ayrışması, savaş öncesinde yaşanan süreç ve savaş sonrası ortaya çıkan paylaşım süreçleri, bugün yaşadığımız tablo ile birebir örtüşmektedir.
Burada Türkiye olarak dikkat etmemiz gereken en önemli husus ve almamız gereken en kıymetli ders; Osmanlı devletinin birinci dünya savaşındaki taraflardan biri olmakla beraber savaş sonucunda parçalanan – bölüşülen tek devlet olduğu gerçeğidir. Bugün de Türkiye her ne kadar çıkması muhtemel savaşın bir tarafı gibi gözükse de, parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya olan yegane devlettir.
3. dünya savaşı iddiasını abartılı bulanlara ve özellikle ani bir kararla 18 Temmuz’da Rusya’ya gitmeye karar veren Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu’na son bir haftada yaşanılan gelişmeleri tek tek hatırlatıp diplomasi analizlerine yardımcı olalım.
Fransa’da toplanan sözde Suriye’nin dostları toplantısında ABD Dışişleri Bakanı Clinton şunları söyledi:
‘Rusya ve Çin, Esad rejiminin arkasında durdukları için hiçbir bedel ödemediklerine inanıyorlar. Bunu değiştirmenin tek yolu, burada temsil edilen tüm ülkelerin doğrudan ve acilen harekete geçerek, Rusya ve Çin’in bir bedel ödemesini sağlamasıdır. Çünkü bu iki ülke ilerlememizin önünü kesiyor. Artık buna tolerans gösterilemez.’
Clinton’un bu ifadeleri soğuk savaş sonrası ABD- Rusya arasındaki diplomatik sürecin yaşadığı en ağır anlardan bir tanesidir.
Bu ağır ifadelere Rusya’nın verdiği cevap her yönüyle bir diplomasi dersi niteliğindedir. Clinton’a Dışişleri Bakanı düzeyinde değil de bakan yardımcısı düzeyinde cevap vererek, en büyük cevabı veren Rusya tek kelimelik “uygunsuz” cevabı, diplomasi müsabakasında atılan önemli bir goldür.
Aynı toplantıda Clinton’la benzer ifadeleri kullanan Davutoğlu’na cevap verilmeyişi ise Türkiye’nin bakan yardımcısı düzeyinde bile cevap verilmeye tenezzül edilmeyen bir ülke statüsünde değerlendirildiği ağır bir diplomatik şamardır.
Bu sürecin hemen ardından BM Suriye özel temsilcisi Annan’ın apar topar Suriye ve İran ziyaretleri sürecin fazlasıyla hızlandığı ve savaş öncesi son diplomatik temasların zirve yaptığı anı işaret etmektedir. Başbakan Erdoğan’ın sürpriz Rusya ziyareti de Annan’a biçilen misyondan farklı olmayıp, bilakis süreci Türkiye aleyhine hızlandıracak bir denklemi de tetikleyebilir.
Bu süreçte yaşanan bir diğer önemli gelişme de, Rusya Askeri İşbirliği Kurumu’ndan yapılan, yıl sonuna kadar Şam’a gönderilmesi planlanan Yak-130 savaş uçağının sevkinin askıya alındığı açıklamasının Türk medyasında “Rusya, Suriye’ye desteğini çekti” şeklinde dezenformasyon ortamına uygun bir çarpıtma mantığıyla haberleşmesiydi. İşbirlikçi medyanın bu çarpıtmasının üzerinden daha bir gün bile geçmemişti ki, Rusya’nın, Suriye’deki limanı Tartus’a gönderdiği 4 savaş gemisi Marmara’da görüldü. Rus yetkililer bu gemilerin Akdeniz’de “savaş eğitimi” yapacağını duyurup, devamının geleceği sinyalini vermeyi de ihmal etmediler. Buna İran’ın Hürmüz’deki faaliyetlerini ve Suriye’nin Türkiye sınırındaki askeri tatbikatını da ekleyerek, bir önceki yazımızda belirttiğimiz Akdeniz’deki (Rusya-Suriye-İran) Temmuz tatbikatının başladığını da söyleyebiliriz.
Rusya’nın Suriye’ye eğitim uçaklarını vermeyi askıya alıp, savaş gemilerini göndermesini diplomatik olarak okuma güçlüğü çeken işbirlikçi mütareke medyasına ve hala Akdeniz’in 1260 metre derinliğinde “strateji” arayan Sayın Davutoğlu’na yardımcı olmak adına birlikte okuyalım:
Rusya bu hamleyle net bir şekilde şu mesajları veriyor:
Suriye üzerinden değil, doğrudan savaşacağım. Eğitim uçaklarıyla değil, gerçek uçak ve savaş gemileriyle savaşacağım. Bundan sonra muhatabınız benim.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yaptığı, “Yeni bir soğuk savaş öngörmüyorum” açıklaması da, bundan sonraki sürecin “soğuk savaş” yöntemleriyle sürdürülebilir olmaktan çıktığı, “sıcak çatışma-savaş” sürecinin başladığının ilanından başka bir anlam taşımamaktadır.
Bu yazının iki önemli amacı bulunmaktadır:
1- Ani bir kararla Rusya’ya gidecek olan Sayın Başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Osmanlı’nın yaşadığı acı sona benzetmemesi için samimi bir şekilde uyarmak ve sağduyu tavsiye etmek.
2- Bu sürecin 3. Dünya Savaşı olduğunu, savaş meydanının Türkiye ve bölge ülkeleri olacağı ve bu savaşta taraf gibi gözükmekle beraber parçalanacak-bölüşülecek ve en büyük zararı görecek olan ülkenin Türkiye olacağını hatırlatarak tarihe kayıt düşmek.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012