Hani parmağına kıymık batar ya, bütün canının kıymığın battığı yerde attığını hissedersin ya, işte öyle garip bir hal var üzerimde. Öyle bir hal üzereyim ki hayatta bildiğim veya bilmeye gayret ettiğim her şeyi; terazisi çok hassas, merceği çok büyük bir sınavdan geçiriyorum. Öyle bir sınav ki bu var olmak ya da olmamak gibi ince bir çizgi adeta. Büyük bir değerlendirmenin paralelinde bir profil çıkarıyorum. Bu noktadan hareket ederek Ebû Cehilleri değerlendirmeye başlıyorum. Profil dedik ya hani insan fıtratı işte. Bir soru geliyor aklıma neden iman etmedi acaba gerçekten inanmadı mı? Biraz daha derinleşiyorum, Muaviye'yi düşünüyorum ve burada durup Muaviye'nin gözünden bakmaya çalışıyorum. İman edip 18 bin âlemin en şereflisi, Allah'ın en sevgilisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ile hemhal olmuş birisi neden bir zulmün baş aktörü olmuş, böyle bir hale girmiştir diye düşünüyorum.Günümüze geliyorum, İslam dünyasının ileri gelen temsilcileri diye kol gezenler, sakalını göbek deliğine kadar uzatanlar Müslüman anatomisini melankolik bir kişilik olarak düşünme özelliğinden feragat ettirip cami ve seccadeye sabitleyenler? "Siz İslam adına neler yapıyorsunuz?" derken yine bir fıtrat çıkıyor karşıma.Devam ediyorum, İslam tarihine iniyor indikçe aklımın uçup gitmesinden endişe ediyorum. Bugüne kadar bize öğretilen İslam dininde Ehl-i Beyt neden yok? Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizin çocuk kalmadıklarını, İslam namına nasıl şahadete erdiklerini neden öğretmemişler bize? Hatta ve hatta Ehl-i Beyt kelimesini dahi kullanmak neden Alevi olarak bir yafta vurulmasına sebep oluyor. Daha doğrusu Aleviliğin nereden geldiğini, nasıl oluştuğunu anlatmak yerine neden Alevi'yi ?haşa- kâfir ilan etmeyi öğretmişler bize? Evet, işte bu noktada bahsettiğimiz fıtrat vardı ya hani, işte bu o günden bugüne hiç değişmemiş olarak belirginleşiyor. İnsan denilen varlık hep içinde bir nefisle mücadele ediyor ve nefis imandan büyük ise imanı alt edip o kalbin tahtına oturuyor. Sosyolojik anlamda bu fıtrat 1400 sene önce nasıl baş göstermiş ise bugün de aynı şekilde devam ediyor. İman emirleri kabul etmek, yasakları reddetmektir. İşte bu yüzden her şeyi çok iyi değerlendirmek lazım. İslam'ı bu meşrepten beslenen Muaviye ve Yezid zihniyetindeki insanlardan öğrenip onların tekeline mahkûm edersek bu din Allah'ın değil, bu zihniyeti temsil edenlerin dini olur.En başta dedim ya garip bir hal var üzerimde. Bir taraftan İslâm'ın özü olan Ehl-i Beyt'i bu coğrafyada ortaya koyan Prof. Dr. Haydar Baş Hocamın çizgisinde bu meseleyi anlayabildiğime şükürler edip mutlu olurken bir taraftan da kendimi, tefekkürle Kerbela'ya taşıyor, dünya tarihinin en acı zulmünün ortasına koyuyorum. Gözlerimden yaş değil kan aktığını hissediyorum. Acaba o dönemde yaşasaydım o aşk kafilesinde olabilir miydim? O nefis sınavından geçebilir miydim? Hay Hakk! Öyle bir gönül fırtınası ki bu, anlatmaya kalkınca kelimeler isyan ediyor, sözler tesirsiz kalıyor, hiçbir edebiyat bunu anlatmaya yetmiyor. İşte böyle garip bir hal üzereyim. Düşündükçe aynalar kırılıyor yüreğimde, şırıl şırıl akan suların içinde "Ahhh Hüseyin vaaahh Hüseyin" nidaları yükseliyor sanki. Ve artık şunu çok iyi biliyorum: Bir hak yol varsa dünyada zerre şüphe yok ki bu Haydar Hocamın bayraktarlığını yaptığı Ehl-i Beyt yolu ve sevdasıdır. Rabbim, Hocamın ve 12 İmam'ın haliyle hallendirsin bizi, inşaallah. Nefsimiz bu kutlu ve mübarek İslam sancağını taşımaktan alıkoymasın bizi. Son nefesimizde Rabbim bizi de bu aşk kafilesinin içine dâhil etsin. Bu topluma da bu hak yolun temsilcisi olan Hocamı anlama basireti ve feraseti nasip etsin!
Yunus Emre ŞİMŞEK / diğer yazıları
- Hallerden bir hal / 23.07.2015