Ehl-i Beyt, Kur'an-ı Kerim'de Rabb'imizin kendilerini meth ü sena ettiği, tertemiz kıldığını beyan ettiği, sevmemizi bize emrettiği ve kendilerine itaati emrettiği seçilmiş özel bir ailedir. Ahzab suresi 33'te, "Ey Ehl-i Beyt! Yüce Allah sizden, her türlü günahı, haramı, fenalığı, çirkinliği, basitliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak istiyor" buyurur. Şimdi ayetle tertemiz olduğunu beyan ettiği bu aileyi Meveddet ayeti olarak bilinen Şûra 23'te, "Ben peygamberliğimi tebliğe karşılık sizden, Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka, hiçbir ücret istemiyorum" buyurarak bu aileyi sevmemizi emrediyor. Ardından Nisa 59'da, "Allah'a, Resulüne ve sizden olan ulu'l-emre itaat ediniz" buyurarak, itaati emreder. Bu ayet inince ashab, Resûlullah'a sorar: "Ya Resûlallah, Allah ve Resulüne itaati anladık fakat kendisine itaat etmemiz istenen ulu'l-emir kimdir?" Allah Resulü cevaben, "Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin'in soyundan gelecek İmamlardır" cevabını verir.
Sekaleyn hadisinde, "Size iki ağır emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınızda benden sonra ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz. Allah'ın kitabı Kur'an ve ıtretim Ehl-i Beyt'imdir" buyurur. Bırakılan bu iki emanetten Kur'an ancak müracaat edildiğinde bize yol gösterir. Halbuki Ehl-i Beyt konuşan Kur'an'dır. İkaz eder, yol gösterir, yaşantısı ile örnek olur. O Ehl-i Beyt ki, ilmin kapısı olan İmam Ali ve O'nun evlatlarıdır. Kur'an ayetlerinin dörtte üçünün bu seçkin aile ile ilgisi vardır. Hadis-i şerifte, "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir, binen kurtulur. Binmeyen helak olur" buyurulur.
İmam Şafii Hazretleri, "Meveddet ayeti ile anlaşılmıştır ki Ehl-i Beyt'i sevmek farzdır" buyurur. Şafii mezhebine göre, namazın tahiyyatında Hz. Peygambere salat ve selamdan sonra, mutlaka Ehl-i Beyt'e salat ve selam okunmalıdır. Şayet terk edilirse namazın sonunda sehiv secdesi gereklidir. Yani onlara salat ve selam okumadan namaz olmaz. Diğer sünni mezheplerde de müekked sünnet konumundadır.
Peygamberimiz, "Bana kesik salavat getirmeyin" buyurmuştur. "Tam salavat nasıldır" diye Resûlullah'a sorulduğunda, "Allahümme salli ala Muhammedin ve ala al-i Muhammed" şeklinde okumayı istemişlerdir. Yapılan dualar bile başta ortada ve sonda salat ve selam ile Allah'a ulaşır. Yoksa Arş ile arz arasında asılı kalır.
O Fâtıma ki, ateşle Müslümanın arasını ayıran duvar gibidir. O Ali ki, mahşerde Sırat'ın başına oturur, insanlar gelir, ey cehennem bu senin bu da benim der. O Hasan ve Hüseyin ki, insanların mahşerde susuzluktan kavrulduğu günde, mü'minleri suya kandıracak havuzun başındadırlar. Ehl-i Beyt olmadan hayatta rahat ve hayır yoktur. "Ehl-i Beyt'i kendine rehber edinen Şii de Müslümandır. İmam Ali'yi velayetin başı kabul eden Sünni de Müslümandır." Bu orijinal tespit çok muhterem Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza aittir.
Peki, nerede yanlış yaptık? Başımıza gelen bunca belaların sebebi nedir? Nerde yanlış yaptık ki, musibet ve belalar bizi bırakmıyor. Cevaben şunları söylemek yerinde olur sanıyorum: Biz Müslümanlar Ehl-i Beyt'e sırt döndük. O aileyi tanıyıp hayatımıza geçirmedik. Onlara itaati yerine getirmedik. Bu aile ile irtibatımız kesilince, bunun yerini Muaviye ve Emevi imanı doldurdu. Bu da İslam olmaktan uzaktır. İmam Ali'yi kabul etmemek helake götürür. Sahabeden Numan, Resûlullah'a gelerek, "Ya Muhammed, Allaha ve Resulüne inanmamızı istedin kabul ettik. Namaz dedin kıldık. Oruç dedin tuttuk. Hac dedin gittik. Zekât dedin verdik. Şimdi bir de senden sonra başımıza Ali'nin velayetini mi sarıyorsun. Bunu Allah mı böyle istiyor" deyince, Allah'ın Resulü, "Evet ey Numan" cevabını verir. Bu emre hiddetlenen Numan, "Eğer öyle ise başımıza taş yağsın" diyerek ayrılır. Daha devesine varmadan gökten inen taşlar Numan'ın tepesinden girip altından çıkar. Numan orada helak olup gider.
Bir de şu misali verelim: Yer Kûfe. Kerbala'da Hz. Hüseyin Efendimizin mübarek başı kesilir. Yezit ordusu tarafından, yine Yezit'in valisi İbn-i Ziyad'ın sarayına getirilir. Vali elindeki değnekle Hz. Hüseyin Efendimizin mübarek dudaklarına vurur. Orada bulunan yaşlı sahabi, İbn-i Ziyad'a, "Çek o değneğini, ben Resûlullah'ı Hüseyin'in dudaklarını öperken gördüm" der. Bunun üzerine İbn-i Ziyad, "Şayet yaşlı olmasaydın senin de başını bedeninden ayırırdım" der. Meclisi terk etmek için sarayın kapısına yönelen yaşlı sahabi İbn-i Ziyad ve saraydakilere dönerek şöyle der: "Ey Arap kavmi, siz ki Peygamberin evlatlarını katlettiniz. Bundan sonra her türlü yokluk ve belaya hazır olun. Şayet Peygamberin Ehl-i Beyt'ini kabul etse idiniz kıyamet sabahına kadar hiç bir Müslümanın sıkıntısı olmayacaktı."
Şimdi eğer huzur ve bereket aranıyorsa bugün Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın gösterdiği Ehl-i Beyt yolunda tevhid ve birliğimizi temin etmek ve bu bereketli yola sarılma mecburiyetimiz vardır.
Sekaleyn hadisinde, "Size iki ağır emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınızda benden sonra ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz. Allah'ın kitabı Kur'an ve ıtretim Ehl-i Beyt'imdir" buyurur. Bırakılan bu iki emanetten Kur'an ancak müracaat edildiğinde bize yol gösterir. Halbuki Ehl-i Beyt konuşan Kur'an'dır. İkaz eder, yol gösterir, yaşantısı ile örnek olur. O Ehl-i Beyt ki, ilmin kapısı olan İmam Ali ve O'nun evlatlarıdır. Kur'an ayetlerinin dörtte üçünün bu seçkin aile ile ilgisi vardır. Hadis-i şerifte, "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir, binen kurtulur. Binmeyen helak olur" buyurulur.
İmam Şafii Hazretleri, "Meveddet ayeti ile anlaşılmıştır ki Ehl-i Beyt'i sevmek farzdır" buyurur. Şafii mezhebine göre, namazın tahiyyatında Hz. Peygambere salat ve selamdan sonra, mutlaka Ehl-i Beyt'e salat ve selam okunmalıdır. Şayet terk edilirse namazın sonunda sehiv secdesi gereklidir. Yani onlara salat ve selam okumadan namaz olmaz. Diğer sünni mezheplerde de müekked sünnet konumundadır.
Peygamberimiz, "Bana kesik salavat getirmeyin" buyurmuştur. "Tam salavat nasıldır" diye Resûlullah'a sorulduğunda, "Allahümme salli ala Muhammedin ve ala al-i Muhammed" şeklinde okumayı istemişlerdir. Yapılan dualar bile başta ortada ve sonda salat ve selam ile Allah'a ulaşır. Yoksa Arş ile arz arasında asılı kalır.
O Fâtıma ki, ateşle Müslümanın arasını ayıran duvar gibidir. O Ali ki, mahşerde Sırat'ın başına oturur, insanlar gelir, ey cehennem bu senin bu da benim der. O Hasan ve Hüseyin ki, insanların mahşerde susuzluktan kavrulduğu günde, mü'minleri suya kandıracak havuzun başındadırlar. Ehl-i Beyt olmadan hayatta rahat ve hayır yoktur. "Ehl-i Beyt'i kendine rehber edinen Şii de Müslümandır. İmam Ali'yi velayetin başı kabul eden Sünni de Müslümandır." Bu orijinal tespit çok muhterem Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza aittir.
Peki, nerede yanlış yaptık? Başımıza gelen bunca belaların sebebi nedir? Nerde yanlış yaptık ki, musibet ve belalar bizi bırakmıyor. Cevaben şunları söylemek yerinde olur sanıyorum: Biz Müslümanlar Ehl-i Beyt'e sırt döndük. O aileyi tanıyıp hayatımıza geçirmedik. Onlara itaati yerine getirmedik. Bu aile ile irtibatımız kesilince, bunun yerini Muaviye ve Emevi imanı doldurdu. Bu da İslam olmaktan uzaktır. İmam Ali'yi kabul etmemek helake götürür. Sahabeden Numan, Resûlullah'a gelerek, "Ya Muhammed, Allaha ve Resulüne inanmamızı istedin kabul ettik. Namaz dedin kıldık. Oruç dedin tuttuk. Hac dedin gittik. Zekât dedin verdik. Şimdi bir de senden sonra başımıza Ali'nin velayetini mi sarıyorsun. Bunu Allah mı böyle istiyor" deyince, Allah'ın Resulü, "Evet ey Numan" cevabını verir. Bu emre hiddetlenen Numan, "Eğer öyle ise başımıza taş yağsın" diyerek ayrılır. Daha devesine varmadan gökten inen taşlar Numan'ın tepesinden girip altından çıkar. Numan orada helak olup gider.
Bir de şu misali verelim: Yer Kûfe. Kerbala'da Hz. Hüseyin Efendimizin mübarek başı kesilir. Yezit ordusu tarafından, yine Yezit'in valisi İbn-i Ziyad'ın sarayına getirilir. Vali elindeki değnekle Hz. Hüseyin Efendimizin mübarek dudaklarına vurur. Orada bulunan yaşlı sahabi, İbn-i Ziyad'a, "Çek o değneğini, ben Resûlullah'ı Hüseyin'in dudaklarını öperken gördüm" der. Bunun üzerine İbn-i Ziyad, "Şayet yaşlı olmasaydın senin de başını bedeninden ayırırdım" der. Meclisi terk etmek için sarayın kapısına yönelen yaşlı sahabi İbn-i Ziyad ve saraydakilere dönerek şöyle der: "Ey Arap kavmi, siz ki Peygamberin evlatlarını katlettiniz. Bundan sonra her türlü yokluk ve belaya hazır olun. Şayet Peygamberin Ehl-i Beyt'ini kabul etse idiniz kıyamet sabahına kadar hiç bir Müslümanın sıkıntısı olmayacaktı."
Şimdi eğer huzur ve bereket aranıyorsa bugün Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın gösterdiği Ehl-i Beyt yolunda tevhid ve birliğimizi temin etmek ve bu bereketli yola sarılma mecburiyetimiz vardır.
Yüksel Durak / diğer yazıları
- Belalardan kurtulmanın yolu / 24.01.2017