Yapılan anketlerde milletin mevcut siyasilere küskün olduğu görülüyor.
Hangi araştırma kuruluşu vatandaşa sorarsa sorsun, anketleri kim yaptırırsa yaptırsın sonuç değişmiyor. İnsanımızın kahir ekseriyeti mevcut siyasilerden ümidini kesmiş durumda.
Türk siyaset tarihine baktığımızda bu büyük milletin bütün siyasilere hizmet fırsatı tanıdığı görülecektir. Seçmen körü körüne bir particilik anlayışı ortaya koymadığı gibi, her seçimde bir başkasına hak tanıyarak bir anlamda tarihi sorumluluktan da kendini kurtarmıştır.
Öyle bir noktaya geldik ki, artık hiç hir parti ve kadronun "beni de deneyin" diyecek hali kalmamıştır. Hatta seçmen tarafından siyasilere bizzat yapılan ikaz ve ihtarlar da işin cabasıdır. Milletin reyinin kimsenin tapulu malı olmadığı, eğer beklentilere cevap verilmezse bu hakkın geri alınacağı bizler tarafından da bizzatihi ifade edilmiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen, siyasilerin kendi parti programlarına uymaması, ve hatta tam tersi icraat yapmaları da milletin gözü önünde cereyan etmektedir.
Türk siyasi hayatı yeni bir döneme girmiştir. Artık 'sağcı, solcu' kavramları, yerini 'mandacı ve ulusal birlikçi' ayrımına bırakmıştır. Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu partilerin söylemlerine ve icraatlerine bakarak da görebilirsiniz.
Memleketimizin yeni siyasi kadrolara ihtiyacı olduğu ayan beyandır. Bu o kadar açıktır ki, büyük kitlelerle anket yapmadan anket sonuçlarına bakmadan da bu durum tespitini yapabilirsiniz.
Evet yeni oluşumlardan çarşaf çarşaf bahsedilmektedir. Fakat millet şunun da muhasebesini yapmaktadır:
Yeni oluşum içindeki kadrolar ne kadar samimidir?
Milletin bütününü kucaklayacak, beklenen ve özlenen birliği ortaya koyabilecekler mi?
Bu kadrolar bırakın yıllar öncesini, dün söyledikleri ile bu gün ifade ettikleri aynı mıdır?
Yine bu kadrolar, milletin değerleri ile ne kadar barışıktır?
Bu kadrolar icazeti nerede aramaktadır, Amerika'da mı, Avrupa'da mı? Kısacası mandacı mıdır, yoksa icazeti bu büyük milletten mi beklemektir?
Milletimizin yıllardan beri dili yandığı için ayranı üfleyerek içmektedir. Basının, yayın organlarının haberlerine ihtiyatla yaklaşmaktadır. Bugün milletimizin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlar onu bir anlamda uzmanlaştırmış; doğru ile yanlışı ayırt edebilecek noktaya taşımıştır.
Ülkemizin tarihi badirelerle içiçe olduğu, egemenlik haklarımızın devrinin bile sözkonusu edildiği günümüzde, sağduyu sahibi bütün millet fertlerine görev düşmektedir. Kuva-yı Milliye ruhuyla milletimizin bütününü içine alacak şekilde sosyal siyasal ve ekonomik badireleri aşacak çalışmalar yapılmalıdır.
Yıllardan beri hayati olan bu konularda çile çeken, gayret sarfeden bir kadronun mensupları olarak Anadoluda görüşmeler yaptık.
Cuma günü Gaziantep'teydik.
Cumartesi günü Kilis'teydik.
Ali Gedik, Baki Bektaş, Ali Değirmenci, Fuat Şengül, Ahmet Erimhan, Bilal Karamus, Cemal Baba, Dr. Nuri Kaplan, Abdullah Ağar, bizim ve daha bir çok saygın arkadaşımızın katılımıyla sanayici ve işadamları ile görüşmelerimiz oldu.
Gerek Gaziantep ve gerekse Kilis'te sanayici ve işadamları ile akşam saatlerinde bağ evlerinde toplanıp istişare etme fırsatımız oldu.
Sanayinin durma noktasına geldiğini, esnafın kan ağladığını bizzat yerinde müşahede ettik. İşadamlarının kendi ifadeleri ile karanlık tünelin ucunda ışık göremediklerine, mevcutlarla çözüm gelmeyeceğini ifade ettiklerine şahit olduk.
Hükümetin icra ettiği programlarla, milletimizin onurunun ayaklar altına alınışını asil olarak protesto ettiklerini gördük.
Söz sırası bize gelmişti.
Arkadaşlarımızla birlikte teker teker üstadımız Prof. Dr Haydar Baş Beyin sosyal, siyasal ve ekonomik konudaki tezlerini anlatmağa başladık. Anlattıklarımız insanımız tarafından sünger gibi emiliyordu, çatlamış toprak misali hiçbir kelime kaçırmamaya çalıştılar.
Toplantıda diğerlerinden farklı olarak, yalnız ülkemizin meselelerini ifade etmekle kalmayıp, çözüm yollarını da anlattık.
Çözüm olarak fundamentalist değil dindar; şövenist değil, Türk milliyetçisi; mandacı değil, ulusal çizgide hareket etmenin şart olduğunu özellikle vurguladık.
Ekonomik kurtuluşumuzun ve hatta en kısa zamanda Avrupa'nın, Amerika'nın önüne geçmenin, dünyada ekonomik olarak da zirve olmanın projelerini anlattık.
Programlarının sonunda, toplantıya katılanların soruları cevaplandırıldı.
Gaziantep'tan Faruk Boztepe, Hasan Akkurt, İsmet Tuğrul, Yakup Can, Kamil Eksen, ve daha niceleri; Kilis'ten Ali Özalpaydın, Mustafa Elmacı, Abdurrahman Akdağ, Mücahit Anteplioğlu, Mustafa Pirinççioğlu ve ismini sayamadığımız yüzlerce sanayici ve işadamı "sonuna kadar sizinle beraberiz" diyordu.
İnsanımız adeta dirilmişti. Ortak olarak sordukları soru ise "daha ne zamana kadar bekleyeceğiz?" şeklindeydi.
"Şahlanan bu Kuva-yı Milliye ruhunu, bu oluşumu ne zaman parti olarak ilan edeceksiniz?" diye soruyorlardı.
Ülkemizin meselelerini çözecek tek ismin "Prof. Dr. Haydar Baş Bey" olduğunu ifadeyle mutlaka millete sahip çıkmasını talep ettiler.
Evet dostlar, Gaziantep ve Kilis'linin uyanıklığı ve ortaya koyduğu ilgiyi gördükten sonra Kurtuluş savaşı yıllarında Atatürk'ün bu topraklarda yaşayan insanlar hakkındaki düşüncesi hatırıma geldi. "İlk ayak bastığım Türk topraklarındaki bu uyanıklığa cidden hayran kaldım ve bir daha iman ettim ki bu millet asla ölmeyecektir;
Var Olun Aziz Kilisliler - 28 Ekim 1918"
Hangi araştırma kuruluşu vatandaşa sorarsa sorsun, anketleri kim yaptırırsa yaptırsın sonuç değişmiyor. İnsanımızın kahir ekseriyeti mevcut siyasilerden ümidini kesmiş durumda.
Türk siyaset tarihine baktığımızda bu büyük milletin bütün siyasilere hizmet fırsatı tanıdığı görülecektir. Seçmen körü körüne bir particilik anlayışı ortaya koymadığı gibi, her seçimde bir başkasına hak tanıyarak bir anlamda tarihi sorumluluktan da kendini kurtarmıştır.
Öyle bir noktaya geldik ki, artık hiç hir parti ve kadronun "beni de deneyin" diyecek hali kalmamıştır. Hatta seçmen tarafından siyasilere bizzat yapılan ikaz ve ihtarlar da işin cabasıdır. Milletin reyinin kimsenin tapulu malı olmadığı, eğer beklentilere cevap verilmezse bu hakkın geri alınacağı bizler tarafından da bizzatihi ifade edilmiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen, siyasilerin kendi parti programlarına uymaması, ve hatta tam tersi icraat yapmaları da milletin gözü önünde cereyan etmektedir.
Türk siyasi hayatı yeni bir döneme girmiştir. Artık 'sağcı, solcu' kavramları, yerini 'mandacı ve ulusal birlikçi' ayrımına bırakmıştır. Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu partilerin söylemlerine ve icraatlerine bakarak da görebilirsiniz.
Memleketimizin yeni siyasi kadrolara ihtiyacı olduğu ayan beyandır. Bu o kadar açıktır ki, büyük kitlelerle anket yapmadan anket sonuçlarına bakmadan da bu durum tespitini yapabilirsiniz.
Evet yeni oluşumlardan çarşaf çarşaf bahsedilmektedir. Fakat millet şunun da muhasebesini yapmaktadır:
Yeni oluşum içindeki kadrolar ne kadar samimidir?
Milletin bütününü kucaklayacak, beklenen ve özlenen birliği ortaya koyabilecekler mi?
Bu kadrolar bırakın yıllar öncesini, dün söyledikleri ile bu gün ifade ettikleri aynı mıdır?
Yine bu kadrolar, milletin değerleri ile ne kadar barışıktır?
Bu kadrolar icazeti nerede aramaktadır, Amerika'da mı, Avrupa'da mı? Kısacası mandacı mıdır, yoksa icazeti bu büyük milletten mi beklemektir?
Milletimizin yıllardan beri dili yandığı için ayranı üfleyerek içmektedir. Basının, yayın organlarının haberlerine ihtiyatla yaklaşmaktadır. Bugün milletimizin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlar onu bir anlamda uzmanlaştırmış; doğru ile yanlışı ayırt edebilecek noktaya taşımıştır.
Ülkemizin tarihi badirelerle içiçe olduğu, egemenlik haklarımızın devrinin bile sözkonusu edildiği günümüzde, sağduyu sahibi bütün millet fertlerine görev düşmektedir. Kuva-yı Milliye ruhuyla milletimizin bütününü içine alacak şekilde sosyal siyasal ve ekonomik badireleri aşacak çalışmalar yapılmalıdır.
Yıllardan beri hayati olan bu konularda çile çeken, gayret sarfeden bir kadronun mensupları olarak Anadoluda görüşmeler yaptık.
Cuma günü Gaziantep'teydik.
Cumartesi günü Kilis'teydik.
Ali Gedik, Baki Bektaş, Ali Değirmenci, Fuat Şengül, Ahmet Erimhan, Bilal Karamus, Cemal Baba, Dr. Nuri Kaplan, Abdullah Ağar, bizim ve daha bir çok saygın arkadaşımızın katılımıyla sanayici ve işadamları ile görüşmelerimiz oldu.
Gerek Gaziantep ve gerekse Kilis'te sanayici ve işadamları ile akşam saatlerinde bağ evlerinde toplanıp istişare etme fırsatımız oldu.
Sanayinin durma noktasına geldiğini, esnafın kan ağladığını bizzat yerinde müşahede ettik. İşadamlarının kendi ifadeleri ile karanlık tünelin ucunda ışık göremediklerine, mevcutlarla çözüm gelmeyeceğini ifade ettiklerine şahit olduk.
Hükümetin icra ettiği programlarla, milletimizin onurunun ayaklar altına alınışını asil olarak protesto ettiklerini gördük.
Söz sırası bize gelmişti.
Arkadaşlarımızla birlikte teker teker üstadımız Prof. Dr Haydar Baş Beyin sosyal, siyasal ve ekonomik konudaki tezlerini anlatmağa başladık. Anlattıklarımız insanımız tarafından sünger gibi emiliyordu, çatlamış toprak misali hiçbir kelime kaçırmamaya çalıştılar.
Toplantıda diğerlerinden farklı olarak, yalnız ülkemizin meselelerini ifade etmekle kalmayıp, çözüm yollarını da anlattık.
Çözüm olarak fundamentalist değil dindar; şövenist değil, Türk milliyetçisi; mandacı değil, ulusal çizgide hareket etmenin şart olduğunu özellikle vurguladık.
Ekonomik kurtuluşumuzun ve hatta en kısa zamanda Avrupa'nın, Amerika'nın önüne geçmenin, dünyada ekonomik olarak da zirve olmanın projelerini anlattık.
Programlarının sonunda, toplantıya katılanların soruları cevaplandırıldı.
Gaziantep'tan Faruk Boztepe, Hasan Akkurt, İsmet Tuğrul, Yakup Can, Kamil Eksen, ve daha niceleri; Kilis'ten Ali Özalpaydın, Mustafa Elmacı, Abdurrahman Akdağ, Mücahit Anteplioğlu, Mustafa Pirinççioğlu ve ismini sayamadığımız yüzlerce sanayici ve işadamı "sonuna kadar sizinle beraberiz" diyordu.
İnsanımız adeta dirilmişti. Ortak olarak sordukları soru ise "daha ne zamana kadar bekleyeceğiz?" şeklindeydi.
"Şahlanan bu Kuva-yı Milliye ruhunu, bu oluşumu ne zaman parti olarak ilan edeceksiniz?" diye soruyorlardı.
Ülkemizin meselelerini çözecek tek ismin "Prof. Dr. Haydar Baş Bey" olduğunu ifadeyle mutlaka millete sahip çıkmasını talep ettiler.
Evet dostlar, Gaziantep ve Kilis'linin uyanıklığı ve ortaya koyduğu ilgiyi gördükten sonra Kurtuluş savaşı yıllarında Atatürk'ün bu topraklarda yaşayan insanlar hakkındaki düşüncesi hatırıma geldi. "İlk ayak bastığım Türk topraklarındaki bu uyanıklığa cidden hayran kaldım ve bir daha iman ettim ki bu millet asla ölmeyecektir;
Var Olun Aziz Kilisliler - 28 Ekim 1918"
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Kaybolan iğne evde aranır / 23.04.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025