Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye'nin tasfiyesine karar verilmiştir. Batılıların uzun yıllardan beri uyguladıkları strateji sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin parçalanması için son noktaya gelinmiştir. 1. Dünya savaşı ve sonrasındaki Sevr antlaşması ile sona yaklaşan ülkemiz, maalesef yeni bir Sevr'le, hatta ondan da ağır şartlarla karşı karşıyadır.
AB'nin ilerleme raporuna yansıyan müzakere maddeleri incelendiği zaman ortaya çıkan tablo, hiç de milletimizin menfaatine değildir. Bu raporda AB tutum ve davranışlarında hiçbir zaman kendini bize karşı bağlamamakta, hatta savaş kazanmış bir taraf edasıyla, müzakerelerin ucunu açık bırakarak, diğer aday ülkelere uygulamadığı yaptırımları şart koşmaktadır. Verilen genel mesaj Türkiye'nin tasfiye edileceği ve Türkiye'nin üye olarak alınmayacağıdır. Hele istenen bu kadar tavize rağmen AB'nin temel vasıflarından serbest dolaşım hakkının Türk işçilere verilmemesi Türklere bakış açısını da göstermektedir.
Sevr ve Lozan'da batının ortaya koyduğu duruş aynısıyla devam etmektedir. Sürecin batının bir stratejisi olduğunu ve adım adım hedefine nasıl yaklaştığını daha iyi görmek açısından Lozan anlaşmasında Türk heyeti üyesi olan Dr. Rıza Nur'un tespitlerini hatırlamak gerekir. Dr. Rıza Nur, "Frenkler bizde ekalliyet (azınlık) diye üç nevi biliyorlar, ırkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet. Bu bizim için gayet vahim bir şey, büyük bir tehlike. Aleyhimize olunca şu adamlar ne derin ve ne iyi düşünüyorlar. Irk tabiri ile Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt'ü Rum ve Ermeni'nin yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları da ekalliyet yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan 2 milyon Alevi'yi de ekalliyet yapacaklar. Yani bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar. Bu taksimi işittiğim vakit tüylerim ürperdi. Ecnebi devletler bizim ciğerimize pençe atıyorlar. Biraz daha gayret ederlerse Türkiye'deki karıncaları da ekalliyet yapacaklar" demektedir.
Bu tespitler, AB'nin ilerleme raporuyla birebir örtüşüyor. Bir farkla, dün durumun ciddiyeti karşısında Türk heyetindekilerin tüyleri diken diken olurken, bugün Türk tarafı adına hareket edenler gelişmelere alkış tutuyorlar. İşte gariplik tam da bu noktada.
Raporda Kürtlerin de dahil olduğu başka vatandaşlarımız azınlık sayılıyor; Alevilik İslam'ın dışında farklı bir oluş olarak gösteriliyor; azınlıklara hak üstüne hak isteniyor; ülkenin bölünmesinin hukuki alt yapısını sağlayacak Kamu Reformu yasasını veto ettiği için Sezer eleştiriliyor? Raporun özü ülkemizin dil, din ve ırk temelinde paramparça edilmek istendiğidir. Yüzyıllardan beri bizi bir arada tutan dini birliğimiz AB'nin istediği şartlarla parçalanmakta böylece milli bütünlüğümüz de elimizden alınmaktadır.
AB'nin bu talepleri karşısında ortaya konan tavır çok önemlidir. Bu tavır aynı zamanda kişinin kimliğini de ele verecektir. AKP iktidarı ve mütareke basını üç maymunu oynamaktadır. Ülkeyi tasfiye ettiklerini görmüyorlar, duymuyorlar ve konuşmuyorlar! Oysa, bağımsızlık penceresinden baktığımızda kendini Türk milleti kabul eden herkesin tüylerinin diken diken olması gerekmektedir. Bu sürece çanak tutanların tez zamanda kendilerine gelmeleri gerekmektedir. Aksi halde devletimizi ve milletimizi kaybetmek an meselesi olacaktır.
3 Kasım Genel seçimlerinde, siyasi bir feraset ve öngörü ile "Türkiye, yeni bir seçimi, bir daha görmeyebilir" tespitiyle ülkemizin ne kadar vahim bir süreçten geçtiğini gösteren Prof. Dr Haydar Baş beye ülke olarak ne kadar da muhtacız.
AB'nin ilerleme raporuna yansıyan müzakere maddeleri incelendiği zaman ortaya çıkan tablo, hiç de milletimizin menfaatine değildir. Bu raporda AB tutum ve davranışlarında hiçbir zaman kendini bize karşı bağlamamakta, hatta savaş kazanmış bir taraf edasıyla, müzakerelerin ucunu açık bırakarak, diğer aday ülkelere uygulamadığı yaptırımları şart koşmaktadır. Verilen genel mesaj Türkiye'nin tasfiye edileceği ve Türkiye'nin üye olarak alınmayacağıdır. Hele istenen bu kadar tavize rağmen AB'nin temel vasıflarından serbest dolaşım hakkının Türk işçilere verilmemesi Türklere bakış açısını da göstermektedir.
Sevr ve Lozan'da batının ortaya koyduğu duruş aynısıyla devam etmektedir. Sürecin batının bir stratejisi olduğunu ve adım adım hedefine nasıl yaklaştığını daha iyi görmek açısından Lozan anlaşmasında Türk heyeti üyesi olan Dr. Rıza Nur'un tespitlerini hatırlamak gerekir. Dr. Rıza Nur, "Frenkler bizde ekalliyet (azınlık) diye üç nevi biliyorlar, ırkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet. Bu bizim için gayet vahim bir şey, büyük bir tehlike. Aleyhimize olunca şu adamlar ne derin ve ne iyi düşünüyorlar. Irk tabiri ile Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt'ü Rum ve Ermeni'nin yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları da ekalliyet yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan 2 milyon Alevi'yi de ekalliyet yapacaklar. Yani bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar. Bu taksimi işittiğim vakit tüylerim ürperdi. Ecnebi devletler bizim ciğerimize pençe atıyorlar. Biraz daha gayret ederlerse Türkiye'deki karıncaları da ekalliyet yapacaklar" demektedir.
Bu tespitler, AB'nin ilerleme raporuyla birebir örtüşüyor. Bir farkla, dün durumun ciddiyeti karşısında Türk heyetindekilerin tüyleri diken diken olurken, bugün Türk tarafı adına hareket edenler gelişmelere alkış tutuyorlar. İşte gariplik tam da bu noktada.
Raporda Kürtlerin de dahil olduğu başka vatandaşlarımız azınlık sayılıyor; Alevilik İslam'ın dışında farklı bir oluş olarak gösteriliyor; azınlıklara hak üstüne hak isteniyor; ülkenin bölünmesinin hukuki alt yapısını sağlayacak Kamu Reformu yasasını veto ettiği için Sezer eleştiriliyor? Raporun özü ülkemizin dil, din ve ırk temelinde paramparça edilmek istendiğidir. Yüzyıllardan beri bizi bir arada tutan dini birliğimiz AB'nin istediği şartlarla parçalanmakta böylece milli bütünlüğümüz de elimizden alınmaktadır.
AB'nin bu talepleri karşısında ortaya konan tavır çok önemlidir. Bu tavır aynı zamanda kişinin kimliğini de ele verecektir. AKP iktidarı ve mütareke basını üç maymunu oynamaktadır. Ülkeyi tasfiye ettiklerini görmüyorlar, duymuyorlar ve konuşmuyorlar! Oysa, bağımsızlık penceresinden baktığımızda kendini Türk milleti kabul eden herkesin tüylerinin diken diken olması gerekmektedir. Bu sürece çanak tutanların tez zamanda kendilerine gelmeleri gerekmektedir. Aksi halde devletimizi ve milletimizi kaybetmek an meselesi olacaktır.
3 Kasım Genel seçimlerinde, siyasi bir feraset ve öngörü ile "Türkiye, yeni bir seçimi, bir daha görmeyebilir" tespitiyle ülkemizin ne kadar vahim bir süreçten geçtiğini gösteren Prof. Dr Haydar Baş beye ülke olarak ne kadar da muhtacız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Kaybolan iğne evde aranır / 23.04.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025