Türkiye bugünlerde diplomasi alanında, önümüzdeki aylarda girilecek çok kritik bir sürecin doğum sancılarını yaşıyor adeta. ABD, Irak'la savaşı kafasına koymuş ve vazgeçme ihtimali de neredeyse yok. ABD askeri yetkililerinin Yahudi medyasına sızdırdıkları savaş planlarına göre, Türkiye, ABD'nin Irak'a düzenleyeceği askeri operasyonda kilit noktada bulunuyor. Ve yine ABD medyasına göre, Türkiye'de yaşanan siyasi belirsizlik ve karmaşa ortamı ABD'nin yapacağı operasyon planlarını doğrudan etkiliyor. Wall Street Journal gazetesi, Türkiye'deki siyasal krizin, ABD'nin Irak'a yönelik operasyon konusunda destek sağlama planlarını etkilediğini belirttiği nüshasında, "ABD'nin uzun süredir müttefiki olan Türkiye'ye, Irak operasyonu sırasında hayati görev düşebileceğini ve Irak operasyonunun Türkiye'de fazla taraftar bulmadığını ve seçim atmosferinin durumu daha güçleştireceğini" yazıyor. ABD medyasını sabah okuyan Tansu Çiller akşam saatlerinde ABD'ye mesaj niteliğinde bir demeç verdi. Çiller, Türkiye'nin en acil sorununun şu an ki belirsizliğin ortadan kaldırılması olduğunu söyledikten sonra biraz daha açık konuşarak, Irak konusunda şunları dile getirdi: "Böyle bir hükümet, orayı da kucaklayamaz. Orada çok ciddi bir kararlılık ve siyasi irade lazım. Bu hükümetin tavrı, 'biz bu operasyonu istemiyoruz' şeklindedir. Hiç kimse bu operasyonu istemiyor. Ama deprem olsun da istemiyoruz. 'Deprem olmasın' demek farklı bir olay, ona hazırlanmamak farklı bir olay. Ben, bu hükümetin en ufak bir hazırlığı olduğuna inanmıyorum, görmüyorum. Bu konu, son derece hassas bir konudur. Bir yandan iktisadi hazırlıksızlık, bir yandan böyle ortamda, bu meselenin yönlendirilmesi kararlılığı ve iradesi eksiktir"
Wolfowitz'den açık tehdit
ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, önceki akşam Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, Devlet Bakanı Tayyibe Gülek, Devlet Bakanı Kemal Derviş, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve bazı siyasilerin katıldığı yemekte, Türkiye'ye çok önemli bir tehditte bulundu. Wolfowitz, "Biz bu operasyonda Türkiye ile birlikte hareket etmek istiyoruz. Türkiye, başından itibaren bu hareketi desteklerse masada da yeriniz olur. Eğer hareketin içinde yer almazsanız, operasyon başladıktan sonra Irak'ın size yönelik saldırıları olacaktır. Bu nedenle savunma amaçlı da olsa bu operasyonun içinde yer alacaksınız. Ancak böyle bir durumda geç kalmış olacaksınız. Masada yer alamayacaksınız. Ayrıca, Irak'ın elindeki silahlar konusunda tam bir bilgiye sahip değiliz. 1998 yılından bu yana mevcut silahlara eklemeler yapılmış olabilir. Emin olduğumuz tek şey nükleer silahları bulunmadığı." Wolfowitz açıkça Türkiye'nin Irak'a savaş ilan etmesini ve bizzat savaşın içinde taraf olmasını istiyor. Aynı açıklıkta, Irak'ın Türkiye'ye saldıracağını kendinden emin bir şekilde dile getiriyor. Yani "Eğer siz katılmazsanız, biz bir şekilde sizi savaşın içine sokacağız" demeye getiriyor Wolfowitz. Türkiye'nin, ABD'nin elindeki kartları tek tek masaya koyduğu bu diplomasi oyununda masaya tek kart bile atamamış olması, hem siyasi irade yoksunluğunu hem de sürüklendiğimiz mecranın tehlike boyutlarını açık bir şekilde gösteriyor.
Truman'dan Bush'a değişmeyen ABD politikası
Wolfowitz'in ziyaretinin ardından New York Times gazetesinde çıkan "Türkiye, ABD'nin 4 milyar doları aşkın bir borcu silmesini istiyor ancak hükümet yetkilileri, Saddam'ı devirmeye yönelik bir Irak operasyonuna destek vermek için bir fiyat dile getirmediklerini söylediler" haberi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Truman Doktrini ile yeni bir şekle bürünen Türkiye - ABD ilişkilerinin 1947'den 2002'ye değişmeden devam ettiğini göstermesi bakımından hayli ibret verici.
12 Mart 1947'de ABD Başkanı Harry S. Truman kongrede, Türkiye ve Yunanistan'a yardım yapılmasını savunan bir konuşma yapıyor. 22 Mayıs 1947'de yoğun tartışmalar arasında Türkiye'ye 100 milyon dolar, Yunanistan'a 300 milyon dolar verilmesi güç-bela kabul ediliyor. Paranın bir kısmı verildikten sonra ABD kongresinde Türkiye'ye para verilmesinden hoşnutsuzluğunu dile getiren üyelerin sayısı ve tepkisi artınca, ABD dışişleri yetkilileri ABD'nin şu dış politika ilkesini hatırlatıyorlar: "Bizim bu ülkelere verdiğimiz paralar kesinlikle sadaka değildir. Bu paralar Amerikan dış politikasının bir parçasıdır."
Nitekim öyle de olmuştur. ABD verdiği bu paralarla Türkiye'yi tamamen kendisine bağlamış ve bütün askeri inisiyatifleri eline almıştır. 12 Temmuz 1947'de ABD ile Türkiye arasında imzalanan askeri yardım anlaşmasının semeresini de 1964'te Kıbrıs'a ABD'nin izni olmadan çıkamayacağımız realitesiyle gördük. ABD yaptığı silah ve para yardımını, "benim iznim olmadan ve benim istemediğim yerlerde kullanamazsın" diyebilme hakkını, yapılan anlaşmalarda Türkiye'ye imzalatarak almıştı.
Bugün de değişen pek bir şey yok. ABD para yardımlarıyla (borç silme yöntemiyle) Türkiye'yi kendi yörüngesine çekmeyi ve istediği şekilde kullanabilmeyi amaçlarken, Türkiye'deki siyasi irade, iktidarı ve muhalefeti ile bu alışverişe (sadece 'veriş' demek daha doğru olur) oldukça gönüllü görünüyor. Demek ki değişen sadece zaman ve kişiler... Dış politika kalıpları bile aynı...
Wolfowitz'den açık tehdit
ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, önceki akşam Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, Devlet Bakanı Tayyibe Gülek, Devlet Bakanı Kemal Derviş, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve bazı siyasilerin katıldığı yemekte, Türkiye'ye çok önemli bir tehditte bulundu. Wolfowitz, "Biz bu operasyonda Türkiye ile birlikte hareket etmek istiyoruz. Türkiye, başından itibaren bu hareketi desteklerse masada da yeriniz olur. Eğer hareketin içinde yer almazsanız, operasyon başladıktan sonra Irak'ın size yönelik saldırıları olacaktır. Bu nedenle savunma amaçlı da olsa bu operasyonun içinde yer alacaksınız. Ancak böyle bir durumda geç kalmış olacaksınız. Masada yer alamayacaksınız. Ayrıca, Irak'ın elindeki silahlar konusunda tam bir bilgiye sahip değiliz. 1998 yılından bu yana mevcut silahlara eklemeler yapılmış olabilir. Emin olduğumuz tek şey nükleer silahları bulunmadığı." Wolfowitz açıkça Türkiye'nin Irak'a savaş ilan etmesini ve bizzat savaşın içinde taraf olmasını istiyor. Aynı açıklıkta, Irak'ın Türkiye'ye saldıracağını kendinden emin bir şekilde dile getiriyor. Yani "Eğer siz katılmazsanız, biz bir şekilde sizi savaşın içine sokacağız" demeye getiriyor Wolfowitz. Türkiye'nin, ABD'nin elindeki kartları tek tek masaya koyduğu bu diplomasi oyununda masaya tek kart bile atamamış olması, hem siyasi irade yoksunluğunu hem de sürüklendiğimiz mecranın tehlike boyutlarını açık bir şekilde gösteriyor.
Truman'dan Bush'a değişmeyen ABD politikası
Wolfowitz'in ziyaretinin ardından New York Times gazetesinde çıkan "Türkiye, ABD'nin 4 milyar doları aşkın bir borcu silmesini istiyor ancak hükümet yetkilileri, Saddam'ı devirmeye yönelik bir Irak operasyonuna destek vermek için bir fiyat dile getirmediklerini söylediler" haberi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Truman Doktrini ile yeni bir şekle bürünen Türkiye - ABD ilişkilerinin 1947'den 2002'ye değişmeden devam ettiğini göstermesi bakımından hayli ibret verici.
12 Mart 1947'de ABD Başkanı Harry S. Truman kongrede, Türkiye ve Yunanistan'a yardım yapılmasını savunan bir konuşma yapıyor. 22 Mayıs 1947'de yoğun tartışmalar arasında Türkiye'ye 100 milyon dolar, Yunanistan'a 300 milyon dolar verilmesi güç-bela kabul ediliyor. Paranın bir kısmı verildikten sonra ABD kongresinde Türkiye'ye para verilmesinden hoşnutsuzluğunu dile getiren üyelerin sayısı ve tepkisi artınca, ABD dışişleri yetkilileri ABD'nin şu dış politika ilkesini hatırlatıyorlar: "Bizim bu ülkelere verdiğimiz paralar kesinlikle sadaka değildir. Bu paralar Amerikan dış politikasının bir parçasıdır."
Nitekim öyle de olmuştur. ABD verdiği bu paralarla Türkiye'yi tamamen kendisine bağlamış ve bütün askeri inisiyatifleri eline almıştır. 12 Temmuz 1947'de ABD ile Türkiye arasında imzalanan askeri yardım anlaşmasının semeresini de 1964'te Kıbrıs'a ABD'nin izni olmadan çıkamayacağımız realitesiyle gördük. ABD yaptığı silah ve para yardımını, "benim iznim olmadan ve benim istemediğim yerlerde kullanamazsın" diyebilme hakkını, yapılan anlaşmalarda Türkiye'ye imzalatarak almıştı.
Bugün de değişen pek bir şey yok. ABD para yardımlarıyla (borç silme yöntemiyle) Türkiye'yi kendi yörüngesine çekmeyi ve istediği şekilde kullanabilmeyi amaçlarken, Türkiye'deki siyasi irade, iktidarı ve muhalefeti ile bu alışverişe (sadece 'veriş' demek daha doğru olur) oldukça gönüllü görünüyor. Demek ki değişen sadece zaman ve kişiler... Dış politika kalıpları bile aynı...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012