Bir'i Maune Faciası
Arap yarımadasında yeni yeni haberler yayılıyordu... Kureyşliler, Müslümanları Mekke'den çıkarmışlardı ama, Bedir'de yedikleri Müslüman tokadı sevinçlerini kursaklarına tıkamıştı. Uhud'a intikam almaya gelmişlerdi, fakat, gerisin geriye kaçmak zorunda kalmışlardı. Kötü haber erken yayılmıştı; Kureyş ve bütün Mekke, Muhammed (sav) adında bir insanla başa çıkamıyordu. Her geçen gün, insanlar, bu farklı simanın etrafında daha da sıklaşıyorlardı. Medine coşkuyla bağrına basmıştı bu insanı... O, hem yetim, hem de malından mülkünden edilmiş biriydi ama, insanlar niçin bölük bölük ona yöneliyorlardı? Onda ne buluyorlardı? Yanına uğrayan, niçin hemen onun rengine boyanıyordu? Benzeri binlerce soru, yarımadanın insanına peygamberin yolunu işaret ediyordu. Vahaların en duyarsız bedevisi bile, Peygamberin sesine kulak kabartmak zorunda kalmıştı. Birçok kabile, böylece İslâm'la tanışma şerefine eriyordu. Allah'ın elçisi ise, yetiştirdiği mürşidleri çevreye gönderiyor, insanları aydınlatıyordu. Ancak, bu gayretler, kimi acıları da peşinden getiriyordu şüphesiz.
Henüz hicretin dördüncü senesiydi. Necid bölgesinden Ebu Berâ adında biri... Kabile reisi... Hz. Peygamber'e takdim etmek üzere yanında bir hediye olduğu halde huzura gelir. Allah Resulü, müşriklerden hediye kabul etmediğini ifade buyurarak, teklifi nazikçe geri çevirir. Ona İslâm'ı anlatır ve Müslüman olmaya davet eder. Ebu Berâ, ziyaret amacının kabilesinin mürşid isteğini ulaştırmak olduğunu belirtir. Kutlu Nebî, Necidlilerden endişe ettiğini, ashabının hayatından sorumlu olduğunu söyleyerek tereddütlerini izhar eder. Bunun üzerine misafir kabile reisi, Müslümanların hayatı için kesin bir teminat ve himaye sözü verir.
Fakat, kısa bir zaman önceki Raci' vakıasında şehid edilen, baskına uğrayan on suffe talebesinin ıstırabı, Allah Resulünün kalbinde kanayan bir yara halinde hissediliyordu. Şimdi de, Necid bölgesi mürşid istiyordu. Zahirde birşey görünmüyordu ama sanki ölüme doğru gideceklerdi mürşid heyeti. Kutlu Nebî, tereddütünü ortaya koydu; fakat insanların irşad edilmesi, İslâm'ın anlatılması, yaşanması, örnek şahsiyetlerde abideleşen mesajın aktarılması da ilahî bir görev, bir mesuliyetti. Can uğruna bu vazifeyi ihmal etmek risalet sahibine yaraşmazdı. Neticede, yetmiş kişilik seçkin bir heyet, Necid bölgesine gönderilmek üzere hazırlandı ve yola çıkarıldı.
Yola çıkan mürşid kervanının binekleri üzerinde, ilim namına sahifelere hapsedilmiş bir İslâm değil, yaşayan mesajlar; ilmiyle, ameliyle, ruhuyla, ihlasıyla canlı birer Kur'ân gidiyordu Necid'e. Allah'ı anlatmanın, Peygamberi tanıtmanın, hidayete vesile olmanın muştularıyla yollar kısalıyordu. Uzun bir yolculuğun yorgunluğunu atmak, dinlenmek için Maûne kuyusu başında konaklarlar. Burası Hz. Peygamber'e teminat veren Ebu Berâ'nın kardeşioğlu Amir'in riyaseti altındaki bölgedir. Ashabdan Haram b. Milhan, kabile reisi Amir'e hitaben Resulüllah'ın gönderdiği mektubu vermek üzere yanına gider. Mektuba göz bile atmadan misafire hançeri saplar zalim. İbn Milhan (ra); "Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki ben kazandım", diye haykırır ve şehid düşer. Zalimin kalbini karartan kini, bir şehidle tatmin olmaz. Diğer misafirlere yönelir. Çevresindeki bazı kabileleri yanına çağırır; "Biz Ebu Berâ'nın himayesini bozmayız", diyerek karşılık verirler. Masum insanları şehid etmek üzere bazı insanları yanına çekmeyi başarır ve Müslümanların çevresini kuşatırlar. Müslümanlarla kıyasıya bir çarpışmaya tutuşurlar. Ensar'dan Kâb b. Zeyd dışındaki bütün Müslüman muallimler şehid olur. Kâb'ı da ağır yaralı olarak can çekişmekteyken bırakıp giderler. Çarpışmanın cereyan ettiği sıralarda Amr b. Ümeyye ve Ensar'dan bir zât, o çevrenin yakınında bulunuyorlardı. Kuşların gök yüzünü kaplayıp bir bölge üzerinde dolaştıklarına şahit oldular. "Bunun bir sebebi olmalı", diyerek araştırmaya koyuldular. Olaya vakıf oldular. Müslümanlara yardım etmek üzere düşmanla çarpışmaya giriştiler. Ensarî şehid düştü. Amr esir alındı. Daha sonra Sa'd kabilesinden olduğu anlaşılınca serbest bıraktılar. Amr hemen yola çıktı. Durumu haber vermek gerekir, diye düşünüyordu. Yolda Amroğullarından iki kişiye rastladı. Müminlerin şehid edilmesine karşılık bu ikisini öldürdü. Halbuki bunlar, Hz. Peygamberin güven sözü altındaydılar; fakat hiçbirşeyden haberi yoktu Amr'ın. Resulüllah'a gelince, iki kişinin diyetini ödemeyi üstlendi; zira eman verilmişti.
Hz. Peygamber, İslâm'ın adım adım gelişmeye başladığı bir dönemde yetmiş yetişmiş insanın, mürşid heyetinin feci bir ihanet sonucu şehid edilmelerine çok üzüldü. Bir ay boyunca her sabah namazında zalimlere beddua etti.
Himaye sözü veren Ebu Berâ ise, vakıanın üzüntüsünden ölür. Ebu Berâ'nın oğlu da, Müslümanlara saldıran Amir'i öldürür.
Aşk ve irfan ocağında yetişen bu kutlu insanlar, davaları uğruna can pazarına çıkmaktan çekinmemişlerdi. Zira; "Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır". Hak dava ise, kıyamete kadar bakidir. Dava erleri de, Hakk'ın her yere ulaşmasında birer vesile olmak durumundadırlar.
Arap yarımadasında yeni yeni haberler yayılıyordu... Kureyşliler, Müslümanları Mekke'den çıkarmışlardı ama, Bedir'de yedikleri Müslüman tokadı sevinçlerini kursaklarına tıkamıştı. Uhud'a intikam almaya gelmişlerdi, fakat, gerisin geriye kaçmak zorunda kalmışlardı. Kötü haber erken yayılmıştı; Kureyş ve bütün Mekke, Muhammed (sav) adında bir insanla başa çıkamıyordu. Her geçen gün, insanlar, bu farklı simanın etrafında daha da sıklaşıyorlardı. Medine coşkuyla bağrına basmıştı bu insanı... O, hem yetim, hem de malından mülkünden edilmiş biriydi ama, insanlar niçin bölük bölük ona yöneliyorlardı? Onda ne buluyorlardı? Yanına uğrayan, niçin hemen onun rengine boyanıyordu? Benzeri binlerce soru, yarımadanın insanına peygamberin yolunu işaret ediyordu. Vahaların en duyarsız bedevisi bile, Peygamberin sesine kulak kabartmak zorunda kalmıştı. Birçok kabile, böylece İslâm'la tanışma şerefine eriyordu. Allah'ın elçisi ise, yetiştirdiği mürşidleri çevreye gönderiyor, insanları aydınlatıyordu. Ancak, bu gayretler, kimi acıları da peşinden getiriyordu şüphesiz.
Henüz hicretin dördüncü senesiydi. Necid bölgesinden Ebu Berâ adında biri... Kabile reisi... Hz. Peygamber'e takdim etmek üzere yanında bir hediye olduğu halde huzura gelir. Allah Resulü, müşriklerden hediye kabul etmediğini ifade buyurarak, teklifi nazikçe geri çevirir. Ona İslâm'ı anlatır ve Müslüman olmaya davet eder. Ebu Berâ, ziyaret amacının kabilesinin mürşid isteğini ulaştırmak olduğunu belirtir. Kutlu Nebî, Necidlilerden endişe ettiğini, ashabının hayatından sorumlu olduğunu söyleyerek tereddütlerini izhar eder. Bunun üzerine misafir kabile reisi, Müslümanların hayatı için kesin bir teminat ve himaye sözü verir.
Fakat, kısa bir zaman önceki Raci' vakıasında şehid edilen, baskına uğrayan on suffe talebesinin ıstırabı, Allah Resulünün kalbinde kanayan bir yara halinde hissediliyordu. Şimdi de, Necid bölgesi mürşid istiyordu. Zahirde birşey görünmüyordu ama sanki ölüme doğru gideceklerdi mürşid heyeti. Kutlu Nebî, tereddütünü ortaya koydu; fakat insanların irşad edilmesi, İslâm'ın anlatılması, yaşanması, örnek şahsiyetlerde abideleşen mesajın aktarılması da ilahî bir görev, bir mesuliyetti. Can uğruna bu vazifeyi ihmal etmek risalet sahibine yaraşmazdı. Neticede, yetmiş kişilik seçkin bir heyet, Necid bölgesine gönderilmek üzere hazırlandı ve yola çıkarıldı.
Yola çıkan mürşid kervanının binekleri üzerinde, ilim namına sahifelere hapsedilmiş bir İslâm değil, yaşayan mesajlar; ilmiyle, ameliyle, ruhuyla, ihlasıyla canlı birer Kur'ân gidiyordu Necid'e. Allah'ı anlatmanın, Peygamberi tanıtmanın, hidayete vesile olmanın muştularıyla yollar kısalıyordu. Uzun bir yolculuğun yorgunluğunu atmak, dinlenmek için Maûne kuyusu başında konaklarlar. Burası Hz. Peygamber'e teminat veren Ebu Berâ'nın kardeşioğlu Amir'in riyaseti altındaki bölgedir. Ashabdan Haram b. Milhan, kabile reisi Amir'e hitaben Resulüllah'ın gönderdiği mektubu vermek üzere yanına gider. Mektuba göz bile atmadan misafire hançeri saplar zalim. İbn Milhan (ra); "Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki ben kazandım", diye haykırır ve şehid düşer. Zalimin kalbini karartan kini, bir şehidle tatmin olmaz. Diğer misafirlere yönelir. Çevresindeki bazı kabileleri yanına çağırır; "Biz Ebu Berâ'nın himayesini bozmayız", diyerek karşılık verirler. Masum insanları şehid etmek üzere bazı insanları yanına çekmeyi başarır ve Müslümanların çevresini kuşatırlar. Müslümanlarla kıyasıya bir çarpışmaya tutuşurlar. Ensar'dan Kâb b. Zeyd dışındaki bütün Müslüman muallimler şehid olur. Kâb'ı da ağır yaralı olarak can çekişmekteyken bırakıp giderler. Çarpışmanın cereyan ettiği sıralarda Amr b. Ümeyye ve Ensar'dan bir zât, o çevrenin yakınında bulunuyorlardı. Kuşların gök yüzünü kaplayıp bir bölge üzerinde dolaştıklarına şahit oldular. "Bunun bir sebebi olmalı", diyerek araştırmaya koyuldular. Olaya vakıf oldular. Müslümanlara yardım etmek üzere düşmanla çarpışmaya giriştiler. Ensarî şehid düştü. Amr esir alındı. Daha sonra Sa'd kabilesinden olduğu anlaşılınca serbest bıraktılar. Amr hemen yola çıktı. Durumu haber vermek gerekir, diye düşünüyordu. Yolda Amroğullarından iki kişiye rastladı. Müminlerin şehid edilmesine karşılık bu ikisini öldürdü. Halbuki bunlar, Hz. Peygamberin güven sözü altındaydılar; fakat hiçbirşeyden haberi yoktu Amr'ın. Resulüllah'a gelince, iki kişinin diyetini ödemeyi üstlendi; zira eman verilmişti.
Hz. Peygamber, İslâm'ın adım adım gelişmeye başladığı bir dönemde yetmiş yetişmiş insanın, mürşid heyetinin feci bir ihanet sonucu şehid edilmelerine çok üzüldü. Bir ay boyunca her sabah namazında zalimlere beddua etti.
Himaye sözü veren Ebu Berâ ise, vakıanın üzüntüsünden ölür. Ebu Berâ'nın oğlu da, Müslümanlara saldıran Amir'i öldürür.
Aşk ve irfan ocağında yetişen bu kutlu insanlar, davaları uğruna can pazarına çıkmaktan çekinmemişlerdi. Zira; "Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır". Hak dava ise, kıyamete kadar bakidir. Dava erleri de, Hakk'ın her yere ulaşmasında birer vesile olmak durumundadırlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.