Türk toplumu nereden nereye gidiyor,
Bir dereden diğer bir derede boğuluyor.
Bu hallere nasıl geldik ya da getirildik.
Sorular ve sorgulamalar çoğaltılabilir...
Günlük hayatımızda yaşadığımız o kadar sorun var ki; biz bu sorunlara eğilerek hayatımızı belli bir kalıba oturtabilmek için kıyasıya mücadele verirken bazı kişiler ve kesimler ısrarla kendi yozluklarını toplumu yozlaştırma adına eyleme dönüştürmekteler.
Son günlerde ve dramatik şekilde yaşadığımız sahte rakı, korsan cd, kaçak sigara, defolu malzeme,sanal tartışmalar... ve nice tuhaflıklar
Türk halkı ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşurken etkili ve yetkili kurumların bu sorunlara çözümler üretmesi bekleniyor. Ama öyle mi?.
Sorumlular mevcut sorunların üzerine gitme yerine sorun çıkaranlarla boğuşmak zorunda kalıyor.
Aile yaşamını düzenleme, insanlara sağlıklı bir çevre oluşturma, kaliteli hizmet ve seviyeli eğitim verme hedefini taşıyan Türkiye'deki kurum ve kuruluşların bu hedeflerin dışında başka hedeflere yönlendirilmesi sanki bazılarının işine geliyor.
Toplumumuzdaki kurumların işlevini layıkıyla yapamamış olması ise ülkedeki anarşinin daha da artmasına ve insanların kurulu düzeninin sarsılmasına kapı aralıyor.
Ülkemizin 1980'lerin ortalarında başlayan ve 30 binden fazla insanımızın ölümüne neden olan yasadışı hareketin dağılma sürecine girmesinden sonra içerisinde bulunduğumuz konjonktürel trendde yeniden toparlanmaya başlaması ile eşzamanlı olarak dini ve milli bütünlüğümüz üzerinde yeni yeni oyunların kurgulanması size de anlamlı gelmiyor mu?
Bir ülkede terör var ise o ülke ya ekonomik ve sosyal açıdan çökmüş ya da çökertilmeye çalışılmakta olan bir ülkedir.
Terörün tanımını yaparken bu tanıma sadece yasadışı örgütleri değil, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda maruz kalınan illegal ve asosyal gelişmeleri de dahil edebiliriz.
Kişilerin yaşantıları ile toplumun sosyal zemini birbiriyle çok uyumludur.
Eğer bir ülkede sorunlar artmış ve refah gitmiş ise insanların da sorunları artmış, refahı gitmiştir.
Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yeralan Türkiye'deki gelişmelere bu açıdan bakmak gerekiyor.
Özellikle siyasal sürecin yönlendirmelerinin etkisinin çok yoğun olduğu sözünü ettiğimiz gelişmekte olan ülkelerde hemen hemen aynı sosyal dokunun olduğunu görmekteyiz.
Gelişmesini tamamlayamamış ya da az gelişmiş ülkeler sanayilerini yeni yeni toparlayarak demokratik bir toplum olma şuuruna henüz erişememişlerken, gelişmiş ülkeler kategorisindekiler hem siyasal hem de sosyal açıdan gelişmişliklerini tamamlama aşamasına erişmişlerdir.
Bunların arasında geliymekte olan ülke tanımı da apayrı bir özellik arzeder. Siyasal ve ekonomik yapı tam oturamamış ama gelişime açık, insanlar demokrasi bilincini yeni yeni algılamaya başlamışlar ve sanayi toplumu olma yolunda belli bir seviyeye gelinmiştir.
Ne tam gelişmiş, ne gelişememiş...ikircikli bir durum.
Türkiye'yi bu kategoride ele aldığımızda geçiş sürecinin devamında sorunların artmış olmasıni bir dereceye kadar anlamlandırabilir.
Eğitim sistemi ikiarada bir derede, ekonomik yapı hem içe dönük hem dış tesire açık, demokrasi ise tartışmaların odağında...
İnsanların bu ara dönemde farklı arayışlara girmesi de mümkündür.
Özellikle illegal gelişmeler ve mafya bağlantıları, derin devlet teşekkülleri ve birey yozlaşması bu dönemde almış başını gitmiştir.
Genç nüfus sayısal olarak demografik dengede geniş bir şekilde yeralırken yaşlı nüfus azalmakta ve milli gelirde önemli sapmalaryaşanmaktadır.
Gayri Safi Milli Hasıla'nın düşük olması ve milli gelirin adil şekilde dağılamamış olması da ayrı bir sorunsal.
İthalat ile ihracat arasındaki makas açılmaya devam ederken liberal politikalar adına uluslararası kuruluşlara olan bağımlılığın artması halkı da tedirgin etmektedir.
Halkı tedirgin bir yaşam süren ülkelerin idaresi de ister istemez güçleşecektir.
"Buna en uygun örnek"diye kafanızdan geçirmekte olduğunuz ülke Türkiye olsa gerek...
Ekonomisi IMF'ye, siyaseti ABD'ye, sosyal yaşamı AB'ye endeksli olan Türkiye'nin yaşam standardı malum.
Eğer bir ülkenin ipleri diğer ülke ya da kurumların elinde ise o ülkenin iflah olmasını bekleyemezsiniz.
Uluslararası ilişkiler literatüründe en önemli aktör olarak tanımlanan "Devlet"lerin ilk amacı kendi esenlikleri ve faydalarıdır.
Onun için başka devletlerin size iyilik yapmasını, sizin elinizden tutmasını bekleyemezsiniz.
Bölgesel ve uluslararası açılımlar elbette olacaktır ve olmalıdır da. Ama bu yapılırken kendi ayakları üzerinde duran ve daha ulusalcı bir çizgide seyretmek lazım.
Bazı kesimler her ne kadar uluslarüstülük kavramını ön planda tutup evrensellikten dem vursalar da içerisinde bulunmakta olduğumuz ekonomik ve siyasal düzlem ulusallık kavramının giderek artan önemine işaret ediyor.
Ulusallık ile uluslararasıcılık Türkiye'de yanlış alanlara ve düşüncelere kanalize ediliyor.
Ulusalcılık, Muhafazakarlık ve Sağ ideoloji ile ilintilendirilirken; uluslararasıcılık da Liberal ya da Sol görüş üzerine monte edilmeye çalışılmakta.
Bu yaklaşım yanlış olduğu kadar da sakat bir bakış açısı.
Devletler hem içte hem de dışta sağlam durmak zorunda oldukları için belli bir paradigmayı benimseyemezler.
Bu mantık ve bakış açısı o ülkenin bireylerini de dolaylı şekilde tesirine almaktadır.
Milletimizin kafası ne kadar bulanık ise devletin istikameti de o derece belirsizdir.
Gelişmekte olan ülke olarak Türkiye hem gelişmiş ekonomiler ile hem de az gelişmiş demokrasiler ile hareket etmeye devam edecektir.
Ne Ortadoğu demokrasilerinin hakimiyeti, ne Avrupa sözde medeniyetinin esareti.
Kendi tercihlerimizi de kendimiz belirlediğimiz sürece önümüz açık olacaktır.
Toplum ile devletin bu ortak noktada buluşması çözüm için ilk harekettir.
Toplumla kucaklaşamamış hükümetler ya da devletler çürüme sürecine girmişlerdir ya da göçüp gitmişlerdir.
Türk toplumunda son yıllarda yaşananlara ve bu yaşananların günlük hayatımıza yansımalarına baktığımızda bunun ne derece anlamlı olduğunu görebiliriz.
İnsanlar birbirine endişe ile yaklaştıkça,toplumsal huzur sağlanamaz. Kamuoyunun görüşleri ile hükümetlerin harmonisi bu uyum için esas.
Birey ile Aile,Toplum ile Devlet arasındaki boşluklar hükümetler tarafından değil doldurulamaz ise bu boşluğu fırsat gören illegal yapılanmalar faaliyete geçecektir.
Ekonomik ve sosyal alanda makro sorunlarla ilgilenmek gerekirken küçük sorunlarla boğuşmak durumunda kalacağız.
Çözüm üretmekte basite kaçanlar ise daha büyük sorunlar ile yüzyüze geleceklerdir.
Bir devlet devlet ise, hükümet sağlam bir hükümet ise, ne karaborsacıya göz açtıracak ne mafyavari yapılanmalara pabuç bırakacak ne de küçük olarak gördüğü ya da affetmeye çalıştığı suçlara müsamaha gösterecek.
Taviz tavizi doğururken, yeni sorunların eski sorunlarla yuvarlanarak büyüdüğü unutulmamalıdır.
Sahte yaşamın kıyısındaki sahtekarlıkların kar etmemesi için önce kendinizi sorguya çekin, sonra "toplum için neler yapılabilirim"in hesabını çıkarın.
Türk toplumu nereden nereye gidiyor,
Bir dereden diğer bir derede boğuluyor.
Bu hallere nasıl geldik ya da getirildik.
Sorular ve sorgulamalar çoğaltılabilir...
Bir dereden diğer bir derede boğuluyor.
Bu hallere nasıl geldik ya da getirildik.
Sorular ve sorgulamalar çoğaltılabilir...
Günlük hayatımızda yaşadığımız o kadar sorun var ki; biz bu sorunlara eğilerek hayatımızı belli bir kalıba oturtabilmek için kıyasıya mücadele verirken bazı kişiler ve kesimler ısrarla kendi yozluklarını toplumu yozlaştırma adına eyleme dönüştürmekteler.
Son günlerde ve dramatik şekilde yaşadığımız sahte rakı, korsan cd, kaçak sigara, defolu malzeme,sanal tartışmalar... ve nice tuhaflıklar
Türk halkı ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşurken etkili ve yetkili kurumların bu sorunlara çözümler üretmesi bekleniyor. Ama öyle mi?.
Sorumlular mevcut sorunların üzerine gitme yerine sorun çıkaranlarla boğuşmak zorunda kalıyor.
Aile yaşamını düzenleme, insanlara sağlıklı bir çevre oluşturma, kaliteli hizmet ve seviyeli eğitim verme hedefini taşıyan Türkiye'deki kurum ve kuruluşların bu hedeflerin dışında başka hedeflere yönlendirilmesi sanki bazılarının işine geliyor.
Toplumumuzdaki kurumların işlevini layıkıyla yapamamış olması ise ülkedeki anarşinin daha da artmasına ve insanların kurulu düzeninin sarsılmasına kapı aralıyor.
Ülkemizin 1980'lerin ortalarında başlayan ve 30 binden fazla insanımızın ölümüne neden olan yasadışı hareketin dağılma sürecine girmesinden sonra içerisinde bulunduğumuz konjonktürel trendde yeniden toparlanmaya başlaması ile eşzamanlı olarak dini ve milli bütünlüğümüz üzerinde yeni yeni oyunların kurgulanması size de anlamlı gelmiyor mu?
Bir ülkede terör var ise o ülke ya ekonomik ve sosyal açıdan çökmüş ya da çökertilmeye çalışılmakta olan bir ülkedir.
Terörün tanımını yaparken bu tanıma sadece yasadışı örgütleri değil, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda maruz kalınan illegal ve asosyal gelişmeleri de dahil edebiliriz.
Kişilerin yaşantıları ile toplumun sosyal zemini birbiriyle çok uyumludur.
Eğer bir ülkede sorunlar artmış ve refah gitmiş ise insanların da sorunları artmış, refahı gitmiştir.
Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yeralan Türkiye'deki gelişmelere bu açıdan bakmak gerekiyor.
Özellikle siyasal sürecin yönlendirmelerinin etkisinin çok yoğun olduğu sözünü ettiğimiz gelişmekte olan ülkelerde hemen hemen aynı sosyal dokunun olduğunu görmekteyiz.
Gelişmesini tamamlayamamış ya da az gelişmiş ülkeler sanayilerini yeni yeni toparlayarak demokratik bir toplum olma şuuruna henüz erişememişlerken, gelişmiş ülkeler kategorisindekiler hem siyasal hem de sosyal açıdan gelişmişliklerini tamamlama aşamasına erişmişlerdir.
Bunların arasında geliymekte olan ülke tanımı da apayrı bir özellik arzeder. Siyasal ve ekonomik yapı tam oturamamış ama gelişime açık, insanlar demokrasi bilincini yeni yeni algılamaya başlamışlar ve sanayi toplumu olma yolunda belli bir seviyeye gelinmiştir.
Ne tam gelişmiş, ne gelişememiş...ikircikli bir durum.
Türkiye'yi bu kategoride ele aldığımızda geçiş sürecinin devamında sorunların artmış olmasıni bir dereceye kadar anlamlandırabilir.
Eğitim sistemi ikiarada bir derede, ekonomik yapı hem içe dönük hem dış tesire açık, demokrasi ise tartışmaların odağında...
İnsanların bu ara dönemde farklı arayışlara girmesi de mümkündür.
Özellikle illegal gelişmeler ve mafya bağlantıları, derin devlet teşekkülleri ve birey yozlaşması bu dönemde almış başını gitmiştir.
Genç nüfus sayısal olarak demografik dengede geniş bir şekilde yeralırken yaşlı nüfus azalmakta ve milli gelirde önemli sapmalaryaşanmaktadır.
Gayri Safi Milli Hasıla'nın düşük olması ve milli gelirin adil şekilde dağılamamış olması da ayrı bir sorunsal.
İthalat ile ihracat arasındaki makas açılmaya devam ederken liberal politikalar adına uluslararası kuruluşlara olan bağımlılığın artması halkı da tedirgin etmektedir.
Halkı tedirgin bir yaşam süren ülkelerin idaresi de ister istemez güçleşecektir.
"Buna en uygun örnek"diye kafanızdan geçirmekte olduğunuz ülke Türkiye olsa gerek...
Ekonomisi IMF'ye, siyaseti ABD'ye, sosyal yaşamı AB'ye endeksli olan Türkiye'nin yaşam standardı malum.
Eğer bir ülkenin ipleri diğer ülke ya da kurumların elinde ise o ülkenin iflah olmasını bekleyemezsiniz.
Uluslararası ilişkiler literatüründe en önemli aktör olarak tanımlanan "Devlet"lerin ilk amacı kendi esenlikleri ve faydalarıdır.
Onun için başka devletlerin size iyilik yapmasını, sizin elinizden tutmasını bekleyemezsiniz.
Bölgesel ve uluslararası açılımlar elbette olacaktır ve olmalıdır da. Ama bu yapılırken kendi ayakları üzerinde duran ve daha ulusalcı bir çizgide seyretmek lazım.
Bazı kesimler her ne kadar uluslarüstülük kavramını ön planda tutup evrensellikten dem vursalar da içerisinde bulunmakta olduğumuz ekonomik ve siyasal düzlem ulusallık kavramının giderek artan önemine işaret ediyor.
Ulusallık ile uluslararasıcılık Türkiye'de yanlış alanlara ve düşüncelere kanalize ediliyor.
Ulusalcılık, Muhafazakarlık ve Sağ ideoloji ile ilintilendirilirken; uluslararasıcılık da Liberal ya da Sol görüş üzerine monte edilmeye çalışılmakta.
Bu yaklaşım yanlış olduğu kadar da sakat bir bakış açısı.
Devletler hem içte hem de dışta sağlam durmak zorunda oldukları için belli bir paradigmayı benimseyemezler.
Bu mantık ve bakış açısı o ülkenin bireylerini de dolaylı şekilde tesirine almaktadır.
Milletimizin kafası ne kadar bulanık ise devletin istikameti de o derece belirsizdir.
Gelişmekte olan ülke olarak Türkiye hem gelişmiş ekonomiler ile hem de az gelişmiş demokrasiler ile hareket etmeye devam edecektir.
Ne Ortadoğu demokrasilerinin hakimiyeti, ne Avrupa sözde medeniyetinin esareti.
Kendi tercihlerimizi de kendimiz belirlediğimiz sürece önümüz açık olacaktır.
Toplum ile devletin bu ortak noktada buluşması çözüm için ilk harekettir.
Toplumla kucaklaşamamış hükümetler ya da devletler çürüme sürecine girmişlerdir ya da göçüp gitmişlerdir.
Türk toplumunda son yıllarda yaşananlara ve bu yaşananların günlük hayatımıza yansımalarına baktığımızda bunun ne derece anlamlı olduğunu görebiliriz.
İnsanlar birbirine endişe ile yaklaştıkça,toplumsal huzur sağlanamaz. Kamuoyunun görüşleri ile hükümetlerin harmonisi bu uyum için esas.
Birey ile Aile,Toplum ile Devlet arasındaki boşluklar hükümetler tarafından değil doldurulamaz ise bu boşluğu fırsat gören illegal yapılanmalar faaliyete geçecektir.
Ekonomik ve sosyal alanda makro sorunlarla ilgilenmek gerekirken küçük sorunlarla boğuşmak durumunda kalacağız.
Çözüm üretmekte basite kaçanlar ise daha büyük sorunlar ile yüzyüze geleceklerdir.
Bir devlet devlet ise, hükümet sağlam bir hükümet ise, ne karaborsacıya göz açtıracak ne mafyavari yapılanmalara pabuç bırakacak ne de küçük olarak gördüğü ya da affetmeye çalıştığı suçlara müsamaha gösterecek.
Taviz tavizi doğururken, yeni sorunların eski sorunlarla yuvarlanarak büyüdüğü unutulmamalıdır.
Sahte yaşamın kıyısındaki sahtekarlıkların kar etmemesi için önce kendinizi sorguya çekin, sonra "toplum için neler yapılabilirim"in hesabını çıkarın.
Türk toplumu nereden nereye gidiyor,
Bir dereden diğer bir derede boğuluyor.
Bu hallere nasıl geldik ya da getirildik.
Sorular ve sorgulamalar çoğaltılabilir...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005