Yıllardır dolaşıyordu o gül için. Ne dikenlere takılmıştı da elleri, ah etmemişti güle sevdasından. Herkes ona, bari sevdin niçin al olanını sevmedin, bak seninkisi kara diyorlardı. Siyah gül olur mu hiç, ama vardı. Rengi ne mühim, gül güldür!
Ona varmak için küçücük yüreğinde ümitler üzerine bir dünya kurmuştu. Ne olursa olsun ona varacaktı. İster gözyaşlarının seline karışıp yüzerek, ister başındaki dumanlara karışıp uçarak gidecekti bağına. Ama gel gelelim gülün yakınmasına, hiç de maşuktan mutlu değil gibi...
"Ben al bir gül idim
Yâr derdi ile kara eyledi
Açamadı üstümdeki libası
Tüm güllere rüsvay eyledi".
Gün geçti, yıl geçti... Teker teker libasları açılıp da rengarenk çeşitlere ayrıldı gül bağının gülleri ama sevda gülü hala siyahtı. Yollarda inleyen yârin dili rüzgarlarla sevda gülüne ulaştığı vakte kadar da siyah gülün canına tak etmişliği süregeldi böylece.
"Ne de zormuş be gülüm sana bir ancık bakmanın hayali. Dertler, gerçeğe gidersin de hayalden korkarsın hala. Bilmem onlar nasıl severler, vefa kalkmış cefa olmuş dilleri. Boyunlarını bükmezler ki yâre, daim diklenir başları. Yeni bir aşılama usulü diyorlar, dikenlerini de koparmışlar birer birer gülün. Böyle mi olur sevda, çilesiz, zahmetsiz. Daim koklayıversinler bakayım, bir süre sonra kokusunu da alamazlar. Bir de koparıversinler dalından, sonra ne kadar su verseler de doyuramazlar.
Ey gül, kimbilir ne kadar kızıyorsundur bana. Seninle tanışmışlığımdan bu yana sefa görmedi gönlüm. Daim zahmetle sana koşmaktayım, gücüm tükendi desem, içim sana dolmaktayken tükenmeler az kalır. Bilsem ki ömrüm sona varma zahmetiyle tükenecek gam yemem asla. Ancak sen kırılma, gücenme gelmedi diye..."
Böylece siyah olmuşluğun kederini silmişti sevda gülü. O da canını dişine katarak beklemeye durdu onu. Seher vaktini çok severdi, çünkü rüzgarlardan yalnızca seher yeli selam göndermekte elçilik ediyordu. Diğerleri gamsızdı aşk bâbından.
Henüz şafağın kendini belli etmediği bir sabah... Alacakaranlık... Seher yeli uzaktan uzaktan yetişmekte gülün bağına, lakin daha aceleci biri var.
"Aa..." dedi o kişi. Siyah gül bulmak çok zor. Bunu alır ve aşılarsam, bir ömür zenginliğin sefasına erişirim. Seherin bu alacakaranlığında kara kara bakıyordu içi sadece dünyalık dolu kişi. Bir çırpıda kopardı gülü, hem de kökünden.
Ötesi belliydi zaten.
Şimdi yârin elleri boş, yolları boş... Yüreği yıllardır yollarında yürümekte olduğu sevda gülünde. Onu öyle nadide kılan hasreti, aşkı, ömrünü eriten derdi iken yaban eller bir çırpıda çalmışlardı o siyah güzelini. Bilmiyorlardı ki maşuk var iken o siyah idi, hırsızın elinde döndü beyaza, iş işten çoktan geçmiş olsa da.
Bu devirde merak salar herkes siyah gülün efsanesine. O derdi bilmeyenlerin ise siyah gülü görmeleri meçhuldür. O dert gülün derdi, sevda derdi...
Fatıma Leyla
Ona varmak için küçücük yüreğinde ümitler üzerine bir dünya kurmuştu. Ne olursa olsun ona varacaktı. İster gözyaşlarının seline karışıp yüzerek, ister başındaki dumanlara karışıp uçarak gidecekti bağına. Ama gel gelelim gülün yakınmasına, hiç de maşuktan mutlu değil gibi...
"Ben al bir gül idim
Yâr derdi ile kara eyledi
Açamadı üstümdeki libası
Tüm güllere rüsvay eyledi".
Gün geçti, yıl geçti... Teker teker libasları açılıp da rengarenk çeşitlere ayrıldı gül bağının gülleri ama sevda gülü hala siyahtı. Yollarda inleyen yârin dili rüzgarlarla sevda gülüne ulaştığı vakte kadar da siyah gülün canına tak etmişliği süregeldi böylece.
"Ne de zormuş be gülüm sana bir ancık bakmanın hayali. Dertler, gerçeğe gidersin de hayalden korkarsın hala. Bilmem onlar nasıl severler, vefa kalkmış cefa olmuş dilleri. Boyunlarını bükmezler ki yâre, daim diklenir başları. Yeni bir aşılama usulü diyorlar, dikenlerini de koparmışlar birer birer gülün. Böyle mi olur sevda, çilesiz, zahmetsiz. Daim koklayıversinler bakayım, bir süre sonra kokusunu da alamazlar. Bir de koparıversinler dalından, sonra ne kadar su verseler de doyuramazlar.
Ey gül, kimbilir ne kadar kızıyorsundur bana. Seninle tanışmışlığımdan bu yana sefa görmedi gönlüm. Daim zahmetle sana koşmaktayım, gücüm tükendi desem, içim sana dolmaktayken tükenmeler az kalır. Bilsem ki ömrüm sona varma zahmetiyle tükenecek gam yemem asla. Ancak sen kırılma, gücenme gelmedi diye..."
Böylece siyah olmuşluğun kederini silmişti sevda gülü. O da canını dişine katarak beklemeye durdu onu. Seher vaktini çok severdi, çünkü rüzgarlardan yalnızca seher yeli selam göndermekte elçilik ediyordu. Diğerleri gamsızdı aşk bâbından.
Henüz şafağın kendini belli etmediği bir sabah... Alacakaranlık... Seher yeli uzaktan uzaktan yetişmekte gülün bağına, lakin daha aceleci biri var.
"Aa..." dedi o kişi. Siyah gül bulmak çok zor. Bunu alır ve aşılarsam, bir ömür zenginliğin sefasına erişirim. Seherin bu alacakaranlığında kara kara bakıyordu içi sadece dünyalık dolu kişi. Bir çırpıda kopardı gülü, hem de kökünden.
Ötesi belliydi zaten.
Şimdi yârin elleri boş, yolları boş... Yüreği yıllardır yollarında yürümekte olduğu sevda gülünde. Onu öyle nadide kılan hasreti, aşkı, ömrünü eriten derdi iken yaban eller bir çırpıda çalmışlardı o siyah güzelini. Bilmiyorlardı ki maşuk var iken o siyah idi, hırsızın elinde döndü beyaza, iş işten çoktan geçmiş olsa da.
Bu devirde merak salar herkes siyah gülün efsanesine. O derdi bilmeyenlerin ise siyah gülü görmeleri meçhuldür. O dert gülün derdi, sevda derdi...
Fatıma Leyla
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.