Niye hep aynı tiyatro? AB ile her temas bir krize, her kriz de bir kahramanlık öyküsüne dönüşüveriyor. Sanki Avrupa Birliği'ne onca tavizi verip, diz çöken Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül değilmiş gibi, bu iki isim AB toplantıları sonrasında "ülkenin âlî menfaatleri uğruna rest çeken, AB'ye kök söktüren kahramanlar" olarak takdim ediliyor. Oynanan tiyatronun ana teması bu sanal kahramanlık vurgusu üzerine kurulu ve sonuçta hep aynı sahneyi izleyip duruyoruz. Türk halkı bu tiyatroyu, bu sahneyi ve bu sanal kahramanlık mavallarına artık kanmıyor. Hele hele bu kahramanlık maskesi altındaki ezilmişlik, kandırılmışlık ve ülkenin çözülüş sürecini çok iyi tahlil ediyor milletimiz.Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün gece geç saatlerde Lüksemburg'da Genişlemeden sorumlu üye Rehn ile birlikte yaptığı basın toplantısında "kendinden emin, AB'ye kök söktürmüş" halinde samimi olmayan ve "rol kokan" bir iğretilik hissediliyordu. Nihayetinde Türkiye'nin 9 aydır beklediği fiili müzakereler bir şekilde başlamıştı ama beraberinde birçok tuzağı da getirerek. Öncelikle şunu belirtelim; müzakerelerin ilk faslı olan bilim ve araştırma, müzakerelerin en kolay başlığı. Bu yüzden de ilk sırada o fasıl müzakere ediliyor. Bu faslın açılıp kapanması birkaç saatle sınırlıydı oysa müzakere sürecinde öyle fasıllar var ki, açılıp kapanması yıllar sürebiliyor. Mesela tarım konusunda Türkiye'nin yaşayacağı sıkıntılar ve Avrupa'nın Türkiye'den isteyeceklerinin listesi oldukça büyük. Çünkü topyekun Türkiye'nin toplumsal, ekonomik, sosyal ve demografik yapısını değiştirecek olan tarım başlığı, Türkiye'de nüfus ve istihdamın çok önemli bir bölümünü teşkil eden köylü kesimini yok edecek.Türkiye'nin çekeceği sıkıntılar ve vereceği tavizler bir yana AB'nin Türkiye'yi sürüklediği bu karanlık tünelin sonunda bizi neyin beklediğini göremiyoruz. İlk ve en kolay fasılda bile bu denli sıkıntı yaşayan Türkiye'nin diğer 34 fasılda neleri yaşayacağına dair Avrupa basınında ilginç yorumlar yer aldı. Geçtiğimiz dönemde Türkiye'nin müzakere sürecinin en az 10 yıl süreceğini düşünen çevreler, artık 15-20 yılı telaffuz etmeye başladılar. Oysa AB'nin önümüzdeki 10 yıl içinde var olup olamayacağı bile tartışılıyor. Öngörüsü kuvvetli birçok aydın, ilim adamı bu seyirde Avrupa Birliği'nin daha fazla ayakta kalamayacağı ve parçalanmaya doğru hızla ilerlediği görüşünü dile getiriyor. Ayrıca Türkiye'ye AB'nin uyguladığı çifte standart, müzakerelerin başlaması sürecinde de tekrarlandı. Diğer hiçbir üyeye uygulanmayan "ucu açık" ve "şartlı" süreç, 35 faslın müzakeresi esnasında da yaşanıyor. Öyle ki, Rumlar'ın veto engelini aşmak için Avrupa Birliği'nin bulduğu formül, Türkiye'nin müzakereleri şartlı onaylamak oldu. Yani bilim ve araştırma faslı açılıp kapandı ama şartlı olarak. Yani Türkiye, Rumlara karşı yükümlülüklerini (liman ve havaalanlarının açılması ve tabii ki tanıma) yerine getirmediği takdirde müzakereler en başına dönebilir. Bu da şu anlama geliyor; Türkiye 15 yıl içinde 35 faslın müzakeresini tamamlamış olsa bile eğer Rum tarafının talepleri yerine getirilmezse, müzakereler hiç yapılmamış farzedilip en başa dönülebilir. Amiyane tabirle Türkiye büyük bir meşakkatle çıktığı 35. kattan bir anda tepetaklak aşağıya yuvarlanabilir. Müzakerelerin "şartlı" olarak açılıp kapanması AB tarihinde de bir ilk. Daha önce hiçbir üyeye bu şekilde bir uygulama tatbik edilmedi. Müzakere sürecinde Türkiye'yi bekleyen sıkıntıların neler olduğu sorusunun cevabı oldukça kabarık olmakla birlikte sadece "veto" silahının Türkiye'yi nasıl sıkıştıracağını örneklemek adına şu rakamları vermekte fayda var. 35 fasıldan bir tanesi önceki gün açılıp kapandı. Geriye kaldı 34 fasıl. Bu fasılların açılıp kapanması esnasında her üyenin birer veto hakkı var. Sadece Rumları baz aldığımızda 34 fasıl için Rumların 68 veto hakkı bulunuyor. Bir de son aşamada katılım anlaşması için yapılan oylamada veto hakkını katarsak toplam 69 veto hakkı bulunuyor. Bu 69 veto hakkı her bir üye için geçerli olduğuna göre, Türkiye'yi toplam 1725 veto tehlikesi bekliyor. Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri daha baştan tehdit, şantaj ve veto silahı üzerine kuruldu. Böyle tehdit ve şantaj üzerine kurulu sahte bir ortaklık ilişkisinin sağlıklı bir şekilde yürümesi mümkün mü?Özür:Gazetemizin 14 haziran 2006 tarihli nüshasında yazarımızın, 13 Haziran Salı günü kaleme aldığı ve 14 Haziran Çarşamba günü yayınlanması gereken yazısı yerine sehven 12 Haziran'da yayınlanan "Vatan elden giderken" yazısı tekrar yayınlanmıştır. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileyerek, yazarımızın Çarşamba günü yayınlanması gereken yazıyı yayınlıyoruz.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012