Saray çaresiz, hükümet afallamış durumda. Günde, iki günde bir yaptıkları gaf ve inkârları şimdi saat başı yapmaya başladılar.
Bakın! Genelkurmay'ın, Meclis'in yanı başında bomba patlatılıyor. Analar ağlıyor, babalar ağlıyor, çocuklar ağlıyor, Türkiye ağlıyor ama devletin zirvesi failden bir et parçası bulma derdinde. Bulursa rahatlayacak. Buldular da. Bir parmak buldular.
Ama başbakan heyecanına yenildi. Katliamdan birkaç saat sonra olayın tüm yönleriyle aydınlatıldığını, olayı Suriye'den gelen YPG mensubu Salih Neccar'ın gerçekleştirdiğini, açıkladı.
Erdoğan'da beklide ilk kez hükümetten sonra açıklama yaptı. "Evet, bu işi üstlenmeseler de YPG gerçekleştirmiştir" dedi.
Kazın ayağını bilmem ama hükümetin dili ile olayın failinin uyuşmadığını yine hükümetten Numan Kurtulmuş açıklamak zorunda kaldı.
Kurtulmuş, katliamı Davutoğlu'nun dediği Salih Neccar değil de başka bir kişi işlemiş olabilir, dedi.
Sonra tıp ilmi devreye girdi. Hükümetin bulduğu parmağı inceledi, Van'dan da bir haber geldi. Musa Sömer, katliamı gerçekleştiren kişinin oğlu Abdulbaki Sömer olduğunu, oğlundan aylardır haber alamadıklarını açıkladı. DNA tuttu.
Sonuç, başbakan kamuoyunu yanlış bilgilendirdi, yanlış yönlendirdi. Terörist YPG militanı değil PKK'nın kolu olan bir örgüt mensubu olduğu netleşti.
Başbakan baktı ki, her dediğimiz yalan çıkıyor, bu sefer yeni bir söz ortaya attı; "Ha PKK, ha PYD ne fark eder."
Bu tez stratejik derinlik içeriyor ve doğrudur da. Çünkü PK ile masaya oturan, bir terör örgütü ile pazarlık eden, muhatap kabul eden bizzat AKP'nin tepesindeki isimlerdir.
Suriye'nin meşru hükümetine isyan eden, eli kanlı PYD örgütünü yine muhatap alan, başkanını, eş başkanını defalarca ülkemizde ağırlayan, birçok imkanlar veren de yine devletimizin en tepesindeki isimlerdir. Haliyle "ha PKK, ha PYD-YPG" tezi doğrudur.
Başkent Ankara'daki ikinci canlı bomba katliamından son İç İşleri Bakanı Efkan Ala'nın, "bu tip olaylar her ülkede olabilir" savunması ise acziyet ve çaresizlik itirafının ötesinde siyasi anlamda teslimiyet, sosyal anlamda komediden başka bir şey değildi.
Bu komedi, bu acziyet bitmedi, bitmiyor. İktidar koltuklarına yerleşmeden önce tekfir ettikleri, İslam dışı gösterdikleri Vahhabi Suud ailesiyle iktidarları döneminde müthiş bir yakınlaşma ve kenetlenmeye girdiler.
Öyle ki! Suud uçakları ülkemize geldi. Askeri üslerimize pardon İncirlik üssüne indi. Neden? Suriye'ye karşı birlikte bir harekatta bulunabilirmişiz.
Evet, bizzat dış işleri bakanı bunu açıkladı; "Suudilerle birlikte Suriye'ye kara operasyonuna girebiliriz."
Ama yukarıdan bir ses, "hop! Nereye" deyince aynı dış işleri bakanımız bir hafta geçmeden; "Suudi Arabistanla birlikte müdahale edeceğimiz nerden çıktı?" dedi.
Böyle bir siyaset mantığını Türk tarihinde ben okumadım, rastlamadım.
Kardeşim! Adamlar zaten "ben, Türk'üm demiyor ki, Türk tarihinden örnek arıyorsun" diyebilirsiniz. Doğrudur. Ama bu duruş Türk Milletinin kaderini etkiliyor ve tarihe Türk damgasıyla giriyor.
* * *
İsrail aç kalmasın
Tek tek dost sıfırlamanın elbette bir ekonomik bedeli de olacaktır. Oluyor da. En büyük narenciye müşterimiz Rusya'yı kaybettik. Irak, Suriye, Libya ve Mısır'ı da kaybettik.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar, Ocak ayında, Rusya'ya ihracatın, 2015'in aynı ayına göre yüzde 86.8 gerilediğini, Irak'a ihracatın da yüzde 41.2 azaldığını belirtti.
Bayraktar'ın sevindirici (!) haberi ise İsrail'e yapılan ticaretin % 4043.7 arttığıydı.
Eee komşularını tek tek düşman eden AKP hükümetleri, dost edindikleri İsrail'e sığındılar.
Öyle değil mi! AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İsrail dostumuzdur, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'e ihtiyacımız var, dememiş miydi!
Bakın! Genelkurmay'ın, Meclis'in yanı başında bomba patlatılıyor. Analar ağlıyor, babalar ağlıyor, çocuklar ağlıyor, Türkiye ağlıyor ama devletin zirvesi failden bir et parçası bulma derdinde. Bulursa rahatlayacak. Buldular da. Bir parmak buldular.
Ama başbakan heyecanına yenildi. Katliamdan birkaç saat sonra olayın tüm yönleriyle aydınlatıldığını, olayı Suriye'den gelen YPG mensubu Salih Neccar'ın gerçekleştirdiğini, açıkladı.
Erdoğan'da beklide ilk kez hükümetten sonra açıklama yaptı. "Evet, bu işi üstlenmeseler de YPG gerçekleştirmiştir" dedi.
Kazın ayağını bilmem ama hükümetin dili ile olayın failinin uyuşmadığını yine hükümetten Numan Kurtulmuş açıklamak zorunda kaldı.
Kurtulmuş, katliamı Davutoğlu'nun dediği Salih Neccar değil de başka bir kişi işlemiş olabilir, dedi.
Sonra tıp ilmi devreye girdi. Hükümetin bulduğu parmağı inceledi, Van'dan da bir haber geldi. Musa Sömer, katliamı gerçekleştiren kişinin oğlu Abdulbaki Sömer olduğunu, oğlundan aylardır haber alamadıklarını açıkladı. DNA tuttu.
Sonuç, başbakan kamuoyunu yanlış bilgilendirdi, yanlış yönlendirdi. Terörist YPG militanı değil PKK'nın kolu olan bir örgüt mensubu olduğu netleşti.
Başbakan baktı ki, her dediğimiz yalan çıkıyor, bu sefer yeni bir söz ortaya attı; "Ha PKK, ha PYD ne fark eder."
Bu tez stratejik derinlik içeriyor ve doğrudur da. Çünkü PK ile masaya oturan, bir terör örgütü ile pazarlık eden, muhatap kabul eden bizzat AKP'nin tepesindeki isimlerdir.
Suriye'nin meşru hükümetine isyan eden, eli kanlı PYD örgütünü yine muhatap alan, başkanını, eş başkanını defalarca ülkemizde ağırlayan, birçok imkanlar veren de yine devletimizin en tepesindeki isimlerdir. Haliyle "ha PKK, ha PYD-YPG" tezi doğrudur.
Başkent Ankara'daki ikinci canlı bomba katliamından son İç İşleri Bakanı Efkan Ala'nın, "bu tip olaylar her ülkede olabilir" savunması ise acziyet ve çaresizlik itirafının ötesinde siyasi anlamda teslimiyet, sosyal anlamda komediden başka bir şey değildi.
Bu komedi, bu acziyet bitmedi, bitmiyor. İktidar koltuklarına yerleşmeden önce tekfir ettikleri, İslam dışı gösterdikleri Vahhabi Suud ailesiyle iktidarları döneminde müthiş bir yakınlaşma ve kenetlenmeye girdiler.
Öyle ki! Suud uçakları ülkemize geldi. Askeri üslerimize pardon İncirlik üssüne indi. Neden? Suriye'ye karşı birlikte bir harekatta bulunabilirmişiz.
Evet, bizzat dış işleri bakanı bunu açıkladı; "Suudilerle birlikte Suriye'ye kara operasyonuna girebiliriz."
Ama yukarıdan bir ses, "hop! Nereye" deyince aynı dış işleri bakanımız bir hafta geçmeden; "Suudi Arabistanla birlikte müdahale edeceğimiz nerden çıktı?" dedi.
Böyle bir siyaset mantığını Türk tarihinde ben okumadım, rastlamadım.
Kardeşim! Adamlar zaten "ben, Türk'üm demiyor ki, Türk tarihinden örnek arıyorsun" diyebilirsiniz. Doğrudur. Ama bu duruş Türk Milletinin kaderini etkiliyor ve tarihe Türk damgasıyla giriyor.
* * *
İsrail aç kalmasın
Tek tek dost sıfırlamanın elbette bir ekonomik bedeli de olacaktır. Oluyor da. En büyük narenciye müşterimiz Rusya'yı kaybettik. Irak, Suriye, Libya ve Mısır'ı da kaybettik.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar, Ocak ayında, Rusya'ya ihracatın, 2015'in aynı ayına göre yüzde 86.8 gerilediğini, Irak'a ihracatın da yüzde 41.2 azaldığını belirtti.
Bayraktar'ın sevindirici (!) haberi ise İsrail'e yapılan ticaretin % 4043.7 arttığıydı.
Eee komşularını tek tek düşman eden AKP hükümetleri, dost edindikleri İsrail'e sığındılar.
Öyle değil mi! AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İsrail dostumuzdur, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'e ihtiyacımız var, dememiş miydi!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Gazze’den tehciri, ‘hicret’ olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar / 18.04.2025
- Sahada yaşananlar Erdoğan’ı teyit etmiyor / 17.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Sahada yaşananlar Erdoğan’ı teyit etmiyor / 17.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025