Yeni öğretim dönemiyle birlikte bir taraftan yeni YÖK yasası, diğer taraftan ilk ve orta öğretim öğrencilerinin sorunları, paralı eğitim, devlet okulları ve özel okullar derken üniversite sınavlarını yeni kazanan öğrencilerin kayıtları ile birlikte orta öğretimden üniversiteye taşınan eğitim sorunları yeniden gündemde. Üniversite sınavını kazanmak için ezberci bir yapı içerisinde yarışıp eşdaşlarını geçip %10'luk bir sıraya girmeyi becererek kayda gelen gençlerin gözlerindeki pırıltı ve gelecek beklentisi bizleri yeniden umutlandırmakla beraber, üniversitelilik bilinci ve gerçek anlamda üniversite eğitimi ve öğretimi konusundaki kaygılarımızı yeniden hatırlatmış oldu. Uzun zamandır üniversite öğretim üyeleri olarak liseden üniversiteye gelen öğrencilerin performansından memnun olunmadığı sık sık konuşulmaktadır. Bu konudaki temel görüş; Milli Eğitim okullarından ve özel okullardan gelen öğrencilerin yeterince bilgilerle donatılmamış, çağın gereklerini ve değişimlerini kavramakta yetersiz, hobileri olmayan, geleceğini nasıl belirlemek istediği konusunda yetersiz olan, yabancı dil eksikliği ve kendini ifade etme yetersizliği olan kişiler olduğu yönündedir. Bütün öğrenimleri boyunca ezbere ve test sınavlarına hazırlandıkları için herhangi bir konuyu kâğıda dökerek ifade etmekte çok zorlandıkları görülmektedir. Öğrenciler sınav yorgunu ve motivasyonları tükenmiş durumdadırlar.
Sorumlu sadece öğrenci mi?
Üniversiteler yukarıda beklenilen ölçüde yetişmiş beyin gücü yetiştirebiliyor mu? Cevap hayır. Burada sorulan soru üniversite seçme sınavı üniversitelerin aradığı öğrenci tipini seçebiliyor mu? Bugün bu sorunun cevabı net değil. Devlet üniversitelerinin içinden geçtiği sıkıntılı durum ortada. Bunca zorluğa rağmen, bazı üniversiteler kaliteli eğitim vermeye çalışsalar da belirli bir bilim felsefeleri ve politikaları olmadığı için sonuç alınamamaktadır. Özel üniversiteler ve diğer vakıf üniversiteleri kendi içlerinde işletme ciddiyetleri ile kendi özel okullarını kurarak istedikleri adam tipini yetiştirmeyi hedeflemektedirler. Geride kalanların çoğu üniversite ile ileri lise arasında sıkışıp kalmış durumdalar. Öğrenci, veli ve eğitmen ne yapacağını bilmiyor. Üniversiteye giremeyen, üniversiteyi bitirip de işsiz kalan ve bunalıma sürüklenen gençlik ordusu hepimizin malumu. Ciddi boyutlarda bir eğitim ve öğretim sorunu ülke gündemini işgal etmektedir.
Yapılan yanlışlardan biri de sorunun doğrudan öğrenciye yüklenmesi ve sorumlu kişi olarak yalnızca öğrencinin algılanmasıdır. Olayın bilincinde olanlar sorunun bir sistem sorunu olduğunu söylemekte ve çözüm yolları da önerebilmektedirler. Belki de üniversitelerin bu bağlamda her yıl Milli Eğitim Bakanlığı'na gelen öğrencilerin performansları ile ilgili bilgi sunması gerekir.
Genç Cumhuriyetin öncüsü Mustafa Kemal tarafından o yokluk yıllarında mutlu bir toplum oluşturmak amacıyla Milli Eğitime büyük önem verilmişti. Türk eğitim tarihine bakıldığında Cumhuriyetin eğitim projesinin bu dönemde şahlandığı ancak çok kısa sürede önünün kesildiği görülmektedir. Bir dönem 1940'lı yıllarda başta Köy Enstitüleri olmak üzere Türk eğitimi-öğretim modeli dünyaya UNESCO tarafından örnek olarak gösterilmeye çalışılırken bir anda bizim eğitim sistemimiz zayıflatıldı ve bugün içinden çıkılamaz duruma getirildi. Ne oldu da kim bu ülkenin yurttaşlarının üst düzeyde eğitilmelerini istemedi? Hiç sorgulandı mı? Bugün hızla artan ve bir sektör haline gelen dershanecilik, özel okullar, özel kurslar nereden çıktı? Bunların başarılarını geçmişin eğitim modelleri ile karşılaştırıp eğer bir yanlış var ise bunu sorgulamak gerekmez mi?
Bütün bu gelişmelerin sonucunda ülkemiz insani kalkınmışlık yönünden dünyada son sıraları almaktadır. Yine merkezi Paris'te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'nın (OECD), üye ülkelerin vatandaşlarının ortaöğrenim başarısını ele alan araştırmasına göre Türkiye'nin yüzde 30'luk başarıyla 30 üye ülke arasında 29. sırada bulunduğunu ortaya koymuştur.
Milli Eğitiminin amacı topluma yaratıcı, girişimci, kendine güveni olan ve kendini yönetebilen insanlar sağlamaktır. Bunun için insan kaynakları konusunda olası temel konuların başında 1. Sorumluluk sahibi ve sağlıklı kararlar verebilen kişiler yetiştirmek, 2. İyi yabancı dil bilgisi, 3. Teknoloji kullanımına hazır olmak, 4. Güzel sanatlar özellikle de müzik ve resim, iş eğitimi konusunda eğitime önem vermektir. Bugün acaba bu beklentinin neresindeyiz? Bu bağlamda üniversite çalışanları olarak liseden gelen öğrencilerin performanslarını sorgulamakta haksız mıyız?
Sorumlu sadece öğrenci mi?
Üniversiteler yukarıda beklenilen ölçüde yetişmiş beyin gücü yetiştirebiliyor mu? Cevap hayır. Burada sorulan soru üniversite seçme sınavı üniversitelerin aradığı öğrenci tipini seçebiliyor mu? Bugün bu sorunun cevabı net değil. Devlet üniversitelerinin içinden geçtiği sıkıntılı durum ortada. Bunca zorluğa rağmen, bazı üniversiteler kaliteli eğitim vermeye çalışsalar da belirli bir bilim felsefeleri ve politikaları olmadığı için sonuç alınamamaktadır. Özel üniversiteler ve diğer vakıf üniversiteleri kendi içlerinde işletme ciddiyetleri ile kendi özel okullarını kurarak istedikleri adam tipini yetiştirmeyi hedeflemektedirler. Geride kalanların çoğu üniversite ile ileri lise arasında sıkışıp kalmış durumdalar. Öğrenci, veli ve eğitmen ne yapacağını bilmiyor. Üniversiteye giremeyen, üniversiteyi bitirip de işsiz kalan ve bunalıma sürüklenen gençlik ordusu hepimizin malumu. Ciddi boyutlarda bir eğitim ve öğretim sorunu ülke gündemini işgal etmektedir.
Yapılan yanlışlardan biri de sorunun doğrudan öğrenciye yüklenmesi ve sorumlu kişi olarak yalnızca öğrencinin algılanmasıdır. Olayın bilincinde olanlar sorunun bir sistem sorunu olduğunu söylemekte ve çözüm yolları da önerebilmektedirler. Belki de üniversitelerin bu bağlamda her yıl Milli Eğitim Bakanlığı'na gelen öğrencilerin performansları ile ilgili bilgi sunması gerekir.
Genç Cumhuriyetin öncüsü Mustafa Kemal tarafından o yokluk yıllarında mutlu bir toplum oluşturmak amacıyla Milli Eğitime büyük önem verilmişti. Türk eğitim tarihine bakıldığında Cumhuriyetin eğitim projesinin bu dönemde şahlandığı ancak çok kısa sürede önünün kesildiği görülmektedir. Bir dönem 1940'lı yıllarda başta Köy Enstitüleri olmak üzere Türk eğitimi-öğretim modeli dünyaya UNESCO tarafından örnek olarak gösterilmeye çalışılırken bir anda bizim eğitim sistemimiz zayıflatıldı ve bugün içinden çıkılamaz duruma getirildi. Ne oldu da kim bu ülkenin yurttaşlarının üst düzeyde eğitilmelerini istemedi? Hiç sorgulandı mı? Bugün hızla artan ve bir sektör haline gelen dershanecilik, özel okullar, özel kurslar nereden çıktı? Bunların başarılarını geçmişin eğitim modelleri ile karşılaştırıp eğer bir yanlış var ise bunu sorgulamak gerekmez mi?
Bütün bu gelişmelerin sonucunda ülkemiz insani kalkınmışlık yönünden dünyada son sıraları almaktadır. Yine merkezi Paris'te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'nın (OECD), üye ülkelerin vatandaşlarının ortaöğrenim başarısını ele alan araştırmasına göre Türkiye'nin yüzde 30'luk başarıyla 30 üye ülke arasında 29. sırada bulunduğunu ortaya koymuştur.
Milli Eğitiminin amacı topluma yaratıcı, girişimci, kendine güveni olan ve kendini yönetebilen insanlar sağlamaktır. Bunun için insan kaynakları konusunda olası temel konuların başında 1. Sorumluluk sahibi ve sağlıklı kararlar verebilen kişiler yetiştirmek, 2. İyi yabancı dil bilgisi, 3. Teknoloji kullanımına hazır olmak, 4. Güzel sanatlar özellikle de müzik ve resim, iş eğitimi konusunda eğitime önem vermektir. Bugün acaba bu beklentinin neresindeyiz? Bu bağlamda üniversite çalışanları olarak liseden gelen öğrencilerin performanslarını sorgulamakta haksız mıyız?
Ibrahim Ortaş / diğer yazıları
- Türkiye'de eğitim sorunları / 24.10.2004
- Ortaöğretimden üniversiteye taşınan sorunlar / 21.09.2004
- Üniversitede bütünsel bakış / 08.09.2004
- Bütünsel bakabilmek-1 / 06.09.2004
- Sıfır puan ve eğitim sistemimizin çıkmazı / 03.08.2004
- Ortaöğretimden üniversiteye taşınan sorunlar / 21.09.2004
- Üniversitede bütünsel bakış / 08.09.2004
- Bütünsel bakabilmek-1 / 06.09.2004
- Sıfır puan ve eğitim sistemimizin çıkmazı / 03.08.2004