Diğer İslam ülkelerinde bulunmadığımı için bilemiyorum ama içinde yaşadığımız Türk insanının en dindar görüneninde bile "Ahiret inancı" sanki belli-belirsiz bir vaziyette.
Basına yansıdığı kadarıyla duyduklarımız, yakın ve uzak çevremizde bizzat şahit olduklarımız bazen adeta kanımızı donduruyor, başımızı döndürüyor ve diyoruz ki; "zerre kadar ahiret inancı olan bunu asla yapamaz".
Her gün yayınlanan gazetelerin üçüncü sayfalarına şöyle bir göz atan bir yabancı, objektif değerlendirme yapan birisi bu toplumun Müslüman bir toplum olduğuna ve inanç esasları arasında da ahiret inancı olduğuna biraz zor inanır.
Arsızlıkların-hırsızlıkların, aldatmaların-hilekârlıkların, her çeşit zulmün ve zalimliğin, fitne ve fesadın bini bir para?
İnanç esaslarını sayarken "Ahirete iman" deyip geçiyoruz.
Daha işin başında, hayat kitabının Fatiha'sında "Din gününün malikinden" söz ediliyor ve o hesap gününe dikkat çekiliyor.
Tartının konulacağı, terazinin kurulacağı, sicil defterlerinin açılacağı ve bütün sırların ortalığa saçılacağı bir gün?
"Ahirete inanmak" demek, elimizden ya da dilimizden sadır olmuş ve kayıtlara geçmiş olan zerre kadar bir iyiliğin ya da kötülüğün, göklerin derinliklerinde de olsa, yer katmanlarının en dibinde de olsa, devasa kayaların tam orta yerinde de olsa Allah tarafından getirilip teraziye konulacağına inanmak demektir.
"Ahirete inanmak" demek, "Her insanın boynuna işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitap'ı önüne çıkarırız. "Kitabını oku, bugün, hesap görücü olarak sen kendine yetersin" (İsra: 13-14) gerçeğini
bir an bile akıldan çıkarmamaktır.
"Ahirete inanmak" demek, "Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitaplarını okurlar. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez" (İsra: 71) hatırlatmasını asla hatırdan çıkarmamaktır.
O gün yaklaşıyor, o güne yaklaşıyoruz.
Her kışın sonunda bahar olacağına inandığımız kadar, her yazın sonunda mevsimin kışa dönüşeceğine, sıcak havanın yerini tipiye-borana terk edeceğine inandığımız kadar ölümden sonraki ebedi hayata inansaydık hayatımıza yansımaları daha farklı, daha olumlu olurdu, hiç olmazsa kışa hazırlık yaptığımız kadar ahirete de hazırlık yapardık.
"Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya: 47).
Ahirete, hesaba-kitaba, mizana-teraziye inandığını iddia eden Müslüman toplumlar, bu iddialarında samimi olsalardı hayatları, coğrafyaları, şehirleri, kasabaları bu günkünden çok daha farklı olurdu.
Hiç kuşku yok ki, inanana da inanmayana da "o gün" adım adım yaklaşıyor.
Basına yansıdığı kadarıyla duyduklarımız, yakın ve uzak çevremizde bizzat şahit olduklarımız bazen adeta kanımızı donduruyor, başımızı döndürüyor ve diyoruz ki; "zerre kadar ahiret inancı olan bunu asla yapamaz".
Her gün yayınlanan gazetelerin üçüncü sayfalarına şöyle bir göz atan bir yabancı, objektif değerlendirme yapan birisi bu toplumun Müslüman bir toplum olduğuna ve inanç esasları arasında da ahiret inancı olduğuna biraz zor inanır.
Arsızlıkların-hırsızlıkların, aldatmaların-hilekârlıkların, her çeşit zulmün ve zalimliğin, fitne ve fesadın bini bir para?
İnanç esaslarını sayarken "Ahirete iman" deyip geçiyoruz.
Daha işin başında, hayat kitabının Fatiha'sında "Din gününün malikinden" söz ediliyor ve o hesap gününe dikkat çekiliyor.
Tartının konulacağı, terazinin kurulacağı, sicil defterlerinin açılacağı ve bütün sırların ortalığa saçılacağı bir gün?
"Ahirete inanmak" demek, elimizden ya da dilimizden sadır olmuş ve kayıtlara geçmiş olan zerre kadar bir iyiliğin ya da kötülüğün, göklerin derinliklerinde de olsa, yer katmanlarının en dibinde de olsa, devasa kayaların tam orta yerinde de olsa Allah tarafından getirilip teraziye konulacağına inanmak demektir.
"Ahirete inanmak" demek, "Her insanın boynuna işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitap'ı önüne çıkarırız. "Kitabını oku, bugün, hesap görücü olarak sen kendine yetersin" (İsra: 13-14) gerçeğini
bir an bile akıldan çıkarmamaktır.
"Ahirete inanmak" demek, "Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitaplarını okurlar. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez" (İsra: 71) hatırlatmasını asla hatırdan çıkarmamaktır.
O gün yaklaşıyor, o güne yaklaşıyoruz.
Her kışın sonunda bahar olacağına inandığımız kadar, her yazın sonunda mevsimin kışa dönüşeceğine, sıcak havanın yerini tipiye-borana terk edeceğine inandığımız kadar ölümden sonraki ebedi hayata inansaydık hayatımıza yansımaları daha farklı, daha olumlu olurdu, hiç olmazsa kışa hazırlık yaptığımız kadar ahirete de hazırlık yapardık.
"Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya: 47).
Ahirete, hesaba-kitaba, mizana-teraziye inandığını iddia eden Müslüman toplumlar, bu iddialarında samimi olsalardı hayatları, coğrafyaları, şehirleri, kasabaları bu günkünden çok daha farklı olurdu.
Hiç kuşku yok ki, inanana da inanmayana da "o gün" adım adım yaklaşıyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025