Resûlü Ekrem bir hediye aldıkça, onu arkadaşları arasında tevzi eder, arkadaşları arasında hiç fark gözetmeksizin bu tevziatı yapardı.
Ashab, ittifakla bir şey yaptılar mı, Resûlü Ekrem de onlara iştirak ederdi. Meselâ, Resûlü Ekrem, Medine'de mescidin inşasında bir amele gibi çalışmış, taş taşıyarak ashaba yardım etmişti. Ashab, istirahat etmesi için ısrar ettikleri halde, Resûlü Ekrem, onlara yardıma devam etmişlerdi.
Ahzab Savaşı esnasında, hendek kazılırken Resûlü Ekrem de eline bir çapa alarak çalışmış, üstü-başı toz-toprak içinde kalmıştı.
Bir seyahat esnasında ashab acıkmış, yemek hazırlamağa karar vermişlerdi. Bunun üzerine ashab, yapılacak işi taksim etmişler, Resûlü Ekreme, yakacak tedariki düşmüştü. Ashab, Peygamber'in yerine bu işi de görmek istemişler, Resûlü Ekrem; "Hayır, benim sizden bir farkım yoktur. Kendisini dostlarından ayıran insanı, Allah sevmez", demişti.
Bir milletin kalkınması için millî bütünlüğün ve millî beraberliğin gerçekleşmesi de gerektir. Birlik ve beraberlik de karşılıklı sevgi ve kardeşlik üzerine kurulur. Kardeşliğin, kendisine iman etmekle ve üzerinde anlaşmakla tamamlandığı bir akideye bağlı olması gerekli olduğuna göre; herbiri bir fikre veya biri diğerine muhalif bir akideye inanan iki şahıs arasındaki kardeşlik hayal ve vehimden ibarettir. Hele; fikir veya akide, sahibini pratik hayatta muayyen bir yola sevkeden türden olursa... Resûlullah (sav), ashabının gönülden birleştiği kardeşlik esasını, Allah katından getirdiği İslâm akidesi üzerine kurdu.
Resûlullah (sav), Mekke'den Medine'ye hicret ettiklerinde Allah'ın emriyle kardeşlik müessesesini kurdu. Her bir muhaciri ensardan birisine kardeş yaptı. Bu kardeşliği, soydan gelen kardeşlikten üstün tuttu. Müslümanlar, Mekke'den hicret ettikleri zaman ensar, muhacirler için münakaşa ediyorlardı. Herkes yeni gelen muhacir için; "Ben kendi evime götüreceğim" diyordu. Öyle oldu ki, muhacirler, kur'a ile ensarın evlerinde misafir ediliyorlardı. İşte Resûlullah'ın mü'minlere verdiği bu şuur sayesinde büyük problemlerden çoğu halledilmişti.
Milletler ve kabileler, birbirlerine karşı iftihar etmek değil, birbirlerini tanıyıp, kaynaşmak için yaratılmışlardır. Bütün milletler, Allah nezdinde eşittir. Birbirlerine üstünlükleri ancak takva iledir. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışasınız diye büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin, Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır." 107
Günümüzde hâlâ Birleşik Amerika'daki beyazlarla Kızılderililerin ve siyahların arasındaki ayrılıkları düşününce Resûlullah'ın Vedâ Hutbesinde buyurduğu eşitlik ve kardeşlik mesajının hikmeti daha iyi anlaşılacaktır.
Bir dava lideri, bir yanlışı kaldırıyor, fakat onu hemen tatbike koyuyor, hem de kendi kabilesinden başlayarak... Öncülerin söz ve fiille nasıl örnek olacaklarının en güzel nümunesini gösteriyor. Çifte standart uygulayarak, haksızlığa sebep olmuyor.
Ashab, ittifakla bir şey yaptılar mı, Resûlü Ekrem de onlara iştirak ederdi. Meselâ, Resûlü Ekrem, Medine'de mescidin inşasında bir amele gibi çalışmış, taş taşıyarak ashaba yardım etmişti. Ashab, istirahat etmesi için ısrar ettikleri halde, Resûlü Ekrem, onlara yardıma devam etmişlerdi.
Ahzab Savaşı esnasında, hendek kazılırken Resûlü Ekrem de eline bir çapa alarak çalışmış, üstü-başı toz-toprak içinde kalmıştı.
Bir seyahat esnasında ashab acıkmış, yemek hazırlamağa karar vermişlerdi. Bunun üzerine ashab, yapılacak işi taksim etmişler, Resûlü Ekreme, yakacak tedariki düşmüştü. Ashab, Peygamber'in yerine bu işi de görmek istemişler, Resûlü Ekrem; "Hayır, benim sizden bir farkım yoktur. Kendisini dostlarından ayıran insanı, Allah sevmez", demişti.
Bir milletin kalkınması için millî bütünlüğün ve millî beraberliğin gerçekleşmesi de gerektir. Birlik ve beraberlik de karşılıklı sevgi ve kardeşlik üzerine kurulur. Kardeşliğin, kendisine iman etmekle ve üzerinde anlaşmakla tamamlandığı bir akideye bağlı olması gerekli olduğuna göre; herbiri bir fikre veya biri diğerine muhalif bir akideye inanan iki şahıs arasındaki kardeşlik hayal ve vehimden ibarettir. Hele; fikir veya akide, sahibini pratik hayatta muayyen bir yola sevkeden türden olursa... Resûlullah (sav), ashabının gönülden birleştiği kardeşlik esasını, Allah katından getirdiği İslâm akidesi üzerine kurdu.
Resûlullah (sav), Mekke'den Medine'ye hicret ettiklerinde Allah'ın emriyle kardeşlik müessesesini kurdu. Her bir muhaciri ensardan birisine kardeş yaptı. Bu kardeşliği, soydan gelen kardeşlikten üstün tuttu. Müslümanlar, Mekke'den hicret ettikleri zaman ensar, muhacirler için münakaşa ediyorlardı. Herkes yeni gelen muhacir için; "Ben kendi evime götüreceğim" diyordu. Öyle oldu ki, muhacirler, kur'a ile ensarın evlerinde misafir ediliyorlardı. İşte Resûlullah'ın mü'minlere verdiği bu şuur sayesinde büyük problemlerden çoğu halledilmişti.
Milletler ve kabileler, birbirlerine karşı iftihar etmek değil, birbirlerini tanıyıp, kaynaşmak için yaratılmışlardır. Bütün milletler, Allah nezdinde eşittir. Birbirlerine üstünlükleri ancak takva iledir. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışasınız diye büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin, Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır." 107
Günümüzde hâlâ Birleşik Amerika'daki beyazlarla Kızılderililerin ve siyahların arasındaki ayrılıkları düşününce Resûlullah'ın Vedâ Hutbesinde buyurduğu eşitlik ve kardeşlik mesajının hikmeti daha iyi anlaşılacaktır.
Bir dava lideri, bir yanlışı kaldırıyor, fakat onu hemen tatbike koyuyor, hem de kendi kabilesinden başlayarak... Öncülerin söz ve fiille nasıl örnek olacaklarının en güzel nümunesini gösteriyor. Çifte standart uygulayarak, haksızlığa sebep olmuyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.