‘Nefsine yönelmeden fakih olamazsın’
Kul, Allah için insanlara buğzetmedikçe ve Kur'an'ın birçok yönlerini anlamadıkça tam olarak fakih olamaz. Bütün bunlara buğzettikten sonra Allah için nefsine yönelmeli ve her şeyden daha çok ona buğzetmeli
23.11.2019 21:00:00
İmam Gazali Hazretleri şöyle buyuruyor:
"Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki: 'Şafak zamanından güneşin doğuşuna kadar Allah'ı zikreden kimseler ile oturmam, bana dört köle azâd etmemden daha sevimli gelmektedir.'
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamberin bu hadisini rivayet ettiğinde, arkadaşları Zeyd b. Eban Rakkaiı ve Ziyâd b. Abdullah Numeyrî'ye dönüp şöyle dedi: 'Allah Resûlü'nün sözünü ettiği zikir meclisleri, sizin bugünkü meclislerinize benzemezdi. Sizin meclislerinizde biri vaaz ve nasihatta bulunurken sözünü uzattıkça uzatıyor. Fakat Hz. Peygamber'in zamanında biz biraraya geliyor, iman konusunda müzakereler yapıyor, Kur'an ayetleri üzerine dikkatle eğiliyor, dinde fıkıh sahibi oluyor ve fıkhımızdan dolayı Allah'ın bize olan nimet-i ilâhîsini inceden inceye düşünüyorduk.'
Dikkat edildiği takdirde görülecektir ki Hz. Enes, Kur'an üzerinde düşünmeyi, anlayarak Allah'ın nimetlerini saymayı, fıkıh olarak adlandırmaktadır.
Kul, Allah için insanlara buğzetmedikçe ve Kur'an'ın birçok yönlerini anlamadıkça tam olarak fakih olamaz. Bütün bunlara buğzettikten sonra Allah için nefsine yönelmeli ve her şeyden daha çok ona buğzetmeli.
Sencî, Hasan Basrî'ye bir sual sorar. Hasan sorusunun cevabını verdikten sonra kendisine şu itirazda bulunur: 'Fakihler senin verdiğin cevaba muhaliftirler. Onların verdiği cevap senin verdiğin cevaba uymamaktadır.' Bunun üzerine Hasan hiddetle bağırır: 'Ey anası matemini tutasıca! Acaba sen hiç fakih gördün mü? Elbette görmedin. Çünkü fakih dünyaya sırt çevirip, âhirete yönelip, Rabbine ibadet etmeye devam eden, nefsini müslümanlarm şerefini ihlâl etmekten alıkoyan; müslümanların malını haksızlıkla almaktan kaçınan ve müslüman cemaate Allah'ın emirlerini hiç hatır gönül dinlemeden haykıran insandır.'
Dikkat edilecek olursa Hasan Basrî hiçbir şekilde fetva vermekten bahsetmemekte, fakihin fetvaları hıfzeden biri olduğunu söylememektedir.
Ben, Fıkıh teriminin zahirî ahkâmın fetvalarını bilen kişilere şâmil olmadığını söylüyor değilim. Fakat Fıkıh tâbiri, başlı başına bu fetva ehlini ifade etmemekte; ancak tâli derecede bu hususu da içine almaktadır. Demek istediğim sadece budur. Çünkü selef âlimleri, bu terimi Fetva ilminden daha fazla, Ahiret İlmine ıtlak etmişlerdir.
Bu açıklamadan sonra anlaşılmış olmalı ki, insanların iyi ve kötü ilimleri birbirine karıştırması, Fıkıh teriminin sonradan sadece fetva ilmiyle ilgili görülüp, âhiret ilmine ve kalplerin ahkâmına dair konularla ilgili görülmemesine yol açmıştır.
Tahrifçiler bu terimi istedikleri mânâda kullanmak için nefsin de yardımını görmüşlerdir. Çünkü bâtın ilmi zordur. Onunla amel etmek ise daha zordur. Bunun için insan tabiatı, bâtın ilminden kaçar. Bâtın ilmine sahip olmakla; insan valilik, kadılık, rütbe ve servet elde edemez. İşte bu fırsatı ganimet bilen şeytan, esasında güzel bir şerî terim olan Fıkıh terimini teferruata tahsis ederek kalplere güzel göstermeye çalışmıştır."
OKAN EGESEL