Aslen Urfalı olan şairimiz Osmanlı döneminde yaşamış, hem on yedi hem de on sekizinci yüzyıla şahitlik etmiş ve adeta birbirinden farklı iki yüzyılı ayrı ayrı teneffüs etmiştir. Nabi'yi diğer şairlerden ayıran belki en önemli özelliği bütün araştırmacıların hem fikir olduğu konu; kendisinin "Hikemî" tarzın akla gelen ilk ismi olmasıdır. Hikemi şiiri en kısa tabirle şöyle ifade edebiliriz: Şiiri kurarken şiirin içerisine öğüt verici, mesajı olan; geçmişe, o güne ve geleceğe ışık tutan, okuyucuyu uyaran ve düşündüren ifadeler yerleştirme esasına dayanır. Bu alanda kendisinden daha kıymetlisi çıkmamıştır.
O meşhur şiiri…
Merhumun öyle bir şiiri vardır ki bugün bile anlamını korumuş, korumakla kalmamış, anlam derinliğini daha da zenginleştirmiştir. Bir şiirinde şöyle der:
Bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz.
(Biz, bu zaman bahçesinde sonbaharı da görmüşüz, baharı da. Biz mutluluğun da üzüntünün ve kederin rüzgârını da görmüşüz).
Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.
(Bu makam, mevki denen meyhanede çok da fazla gururlanma. Biz bu makam meyhanesinde gururdan sarhoş olan yüzlerce insanın sersemlediklerini ve düştüklerini görmüşüz).
Top-ı âh-ı inkisâra pâyidâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengin hisârın görmüşüz.
(Biz ülkelerin makam ve mevkilerinin birçok taştan hisarlarını gördük ki onlar "Ah" toplarının gönül yıkıcılıklarıyla yerle bir olmuşlar ve yıkılıp gitmişlerdir).
Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz.
(Dert ehli insanların gönül kırgınlarından dolayı döktükleri gözyaşından oluşan selin bir anlık coşkuyla, gürültüyle binlerce makam ve mevkiyi yerle bir ettiklerini görmüşüz).
Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâpük-süvârın görmüşüz.
(Bu dert ehli insanlar öyle kişilerdir ki onların sermayesi çektikleri ahtır. O ah tıpkı can yakan bir ok gibidir. Biz bu meydanda nice usta binicilerin, hızlı at binenlerin o ah okuyla yere serildiğini görmüşüz).
Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı câygâh
Bi-aded mağrûr-u sadr-ı i'tibârın görmüşüz.
(O kişiler bir gün öyle bir şey yaparlar ki makam mevki üzerine oturan kişiler onların karşısında ellerini bağlamak zorunda kalırlar. Sayısız makam sahiplerinin gururlu hallerini itibarını bu şekilde görmüşüz).
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz.
(Ey Nâbî! O makamda oturanların istekleri(nin kadehi) bir gün dilenci kâsesine döner ki biz bu mecliste böyle sarhoşlardan çok gördük).
Aslında şairin anlattığı şey o kadar açık ki izaha lüzum yok. Yalnız bazı noktalara dikkat çekmekte fayda var. Burada "Ah" kavramına değinmek istiyorum. Divan şiirinde çekilen "Ah" o kadar kuvvetlidir ki kişinin gönlünde yanan soyut bir ateş vardır. Bu ateş o kadar şiddetlidir ki çekilen bir "Ah" neticesinde ağızdan çıkar yeri göğü yakabilir. "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste" sözünden hatırlayabiliriz. Şairin "ehl-i derd" diye anlattığı insanlar yüreğinde yangın olan insanlar. Bahsedilen "Ah" toplarının yıkıcılığı da buradan gelir. O insanlar bu gün hala daha var. Bakkalda, sokakta, caddede, karşı binamızda… Her yerde.
Bu dizeleri yazarken aklıma lise Edebiyat dersinin kitabı geldi. İçinde yaklaşık olarak şunlar yazılıyordu: Divan Edebiyatı anlaşılmaz bir edebiyattır. Halktan kopuk bir edebiyattır. Soyut bir edebiyattır. Gerçeklerden uzak bir edebiyattır. Sizce de öyle mi acaba? Divan edebiyatı ile ilgilenen kişiler toplumun içinde yaşayan insanlar değil miydi? İnsanların dertleri sorunları onların da dertleri ve sorunları değil miydi? Şairin şiirinde bahsettiği "ehl-i derd" hepimizin akrabası, komşusu veya yakını değil mi? O dönemdeki makam, mevki sahiplerinin sarhoşluğu bugün de karşımıza hemen hemen her gün o veya bu şekilde çıkmıyor mu? Eğer bizler düşüncelerimizin kölesi değil de efendisi olmayı başarabilirsek şairin bahsettiği tüm konuların karşılığını günümüzde mutlaka bulacağız.
Nâbî merhumun şu sözleriyle yazımı tamamlarken sizleri de tefekküre davet ediyorum:
"Vermezdi kimse kimseye nan minnet olmasa
Bir maslahat görülmez idi rüşvet olmasa."
(Eğer minnet diye bir şey olmasaydı kimse kimseye ekmek bile vermezdi. Rüşvet olmasaydı hiçbir iş görülmezdi).
- Kişi toplumu doğurur, toplum da şiiri / 22.03.2021
- Kişi toplumu doğurur , toplum da şiiri / 21.03.2021
- Alternatif bir şiir-II / 05.01.2021
- Nâbî kimdir? / 21.11.2020
- Mevlana ve Hümanizm / 20.12.2014