Bizler, bazı kavramları anlamını bilmeden, nereden duyduğumuza bakmadan ya da kimlerin ağzında pelesenk olduğuna aldırış etmeden çok rahat bir biçimde kullanabiliyoruz. Bunlardan bir tanesi de Hümanizm/Hümanizmadır. Nereden geldi, nasıl yaygınlaştı ya da ne zaman milletimizin ağzına bulaştı bilmiyoruz. Ama parmakla gösterdiğimiz, okumuş etmiş dediğimiz insanlara bile gidip; "Nedir bu Hümanizm?" diye sorsak, alacağımız ilk cevap "İnsan seven, insana değer veren bir akım ya da insancıllık" olacaktır. Hatta kimsenin de yadırgamadığı bir cevap olacaktır. Latince kökenli bir kelime olan "Human" insan anlamına gelmektedir. Hümanizm ise doğrudan çeviri ile "insana değer veren bir akım" olarak yanlış anlama gelmez. Olayın derinine inmeye başladığımız zaman ise bazı gerçeklerin perdesi yavaş yavaş aralanmaya başlamaktadır. Olayın geri planında ise neler olduğunu idrak edebilmek için Ortaçağ Avrupa'sından kısaca söz etmek yersiz olmaz.Ortaçağ'da İslam coğrafyasında aydınlık bir dönem yaşanırken Hıristiyan coğrafyasında ise aksine karanlık bir çağ yaşanmaktaydı. Buna kendi kaynakları dahi böyle yer vermektedir. Kilisenin kurallarının egemen olduğu din adamlarının kral gibi hüküm verdiği, dini olarak insanları cennetle ödüllendirdiği ya da cezalandırdığı, aynı zamanda da hâkim ve yargıç olduğu bir dönem yaşanmaktaydı. Akabinde dini anlamda gerçekleşen "Reform" ve bilimsel alandaki gelişmeler olan "Rönesans" dönemi yaşanmaktaydı. Batı medeniyetinin kendilerince din baskısı sebebiyle sekteye uğrayan bilimsel gelişmelerinin devam etmesi için bir yöntem, bir sistem gerekiyordu. Onlar da bu yöntemi kendi öz kaynaklarına, geçmişlerine yönelmekte buldular. Geçmişe yüzlerini dönerlerse, geçmişlerinden faydalanırlarsa eskisi gibi aydınlığa kavuşacaklardı. Bundan dolayı Eski Yunan ve Latin kaynaklarına hatta kendi mitolojilerine döndüler. Bu şekilde, geçmişleri ile yaşadıkları zaman arasında kültürel bir bağ kurup, ileriye yönelik hedefler ve gelişmeler kaydedeceklerdi. Kiliseden yedikleri darbeden sonra daha fazla akla yöneldiler. Çünkü onlara kilisenin öğrettiği din anlayışı, onları hayattan soyutlayan bir din anlayışıydı. Kendi kültürlerinin özlerini, konsantre hallerini kendi mitolojilerinde buldular. Ve kendi mitolojilerini gelişmeleri için en önemli adım haline getirdiler. Onlara göre insan irade gücü ve akıl ile birlikte düşünüldüğünde tabiata ?mitolojilerindeki gibi- tek başlarına da hükmedebilirlerdiİşte Avrupa'nın Ortaçağ'da yaşadığı kilise ve din baskısının sonucu, Batı medeniyetinin çıkış noktası, tanrının reddedilişi ve onun yerine aklın yerleştirilişidir. Eski Yunan felsefesi ile birlikte Batı medeniyeti düşünüldüğünde şu sonuca varılır; insanın tanrısı akıldır. Aklını kullanarak insanlar tanrılar gibi kutsal bir varlık haline gelebilir ve insan bu akıl vasıtasıyla tabiata ve her şeye hükmedebilir. Tanrı tabiata değil insan tabiata hükmetmelidir. Çünkü insan özgürdür. Akıl ve erdem sahibidir. Bu her şeye hükmetme anlayışı ileriki yıllarda Batı'nın emperyalizmi kendilerince haklı görecekleri bir düzen halinde vücut bulacaktır. Batı medeniyetinin bu insanı yüceltmesi insanların tanrıdan bağımsız hareket edebileceği düşüncesi hatta ve hatta insanın da tanrılaşabileceği düşüncesi "Hümanizm"i ortaya çıkarmıştır. Kendi mitolojilerine bakacak olursak var olan onlarca tanrılarının entrikalarıyla ünlüdür. Her bir tanrı bir diğerinin oğlu ya da kızı yahut gelini, güzellik için ayrı aşk için ayrı ve daha niceleri mevcuttur. Görüldüğü gibi tanrıların insani özellikleri dolayısıyla pek de bir vasfı yoktur. Bu da insanın tanrılaşabileceği düşüncesini mümkün kılmaktadır. İşte Hümanizm böyle bir gelenekten doğmuş bir felsefedirBuradan da anlaşılacağı gibi "Hümanizm" kelimesinin insanı seven insana değer veren bir akım anlamından çok daha fazlası, insanın tanrılaştırılmaya çalışıldığı bir sistem olması bizim ne kadar tehlikeli sularda yüzdüğümüzün bir kanıtıdır.Şimdi konuyu tekrar bir ele alalım. Mevlana gerçekten bir Hümanist midir yoksa bir Hak aşığı mıdır? Mevlana bütün yaratılanları Allah'tan dolayı mı sevmiş, yoksa Allah'tan gayrı mı sevmiştir? Yine Mevlana Allah'a ulaşacağı günün gecesine neden düğün gecesi (Şeb-i Arus) demiştir? Hz. Mevlana biz Müslümanlar için hiçbir zaman bir Hümanist değildir. O elinde Ehl-i Beyt çırası ile gönül yolculuğuna çıkmış, bu yolculuk sırasında bütün dünyayı aydınlatmış, aklını tabiata hâkim olmak için değil, Hakk'a vasıl olmak için kullanmış ve bu yolda da can vermiş bir şahsiyettir. "Gönül ehlinin ilimleri onları taşır, ten ehlinin ilimleri ise onların yükleridir. İlim gönüle aksederse (onlara) yardımcı olur, ilim bedende kalırsa onlara yük olur. Dikkat et! Arzuların için bu ilim yükünü taşıma, ilmin rahvan atına bin." Mevlana'da akıl işte budur.Allah Hz. Mevlana gibi elinde Ehl-i Beyt çırasıyla dünyaya ışık saçan insanlarla bizi beraber haşreylesin.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Kerim Baydar / diğer yazıları
- Bir şairin amentüsü / 18.05.2021
- Kişi toplumu doğurur, toplum da şiiri / 22.03.2021
- Kişi toplumu doğurur , toplum da şiiri / 21.03.2021
- Alternatif bir şiir-II / 05.01.2021
- Nâbî kimdir? / 21.11.2020
- Mevlana ve Hümanizm / 20.12.2014
- Kişi toplumu doğurur, toplum da şiiri / 22.03.2021
- Kişi toplumu doğurur , toplum da şiiri / 21.03.2021
- Alternatif bir şiir-II / 05.01.2021
- Nâbî kimdir? / 21.11.2020
- Mevlana ve Hümanizm / 20.12.2014