(dünden devam…)
Ulus gazetesi bir şiir yarışması düzenler. Yıl 1938. M. Kemal'in hastalığıyla mücadele ettiği yıllar. Gerekçe Cumhuriyetin 15. yıl kutlamaları. Herkesin çok iyi bildiği, tanıdığı bir kişi bu yarışma için bir şiir yazar. Ne hikmettir ki bu şiirin gerek ismi gerekse içindeki birtakım kelimler daha sonraki yıllarda bazı değişikliklere uğrar. Bunu kendisi bile isteye yapar tabi ki.
Birtakım isimler bu ünlü şahsiyetin daha sonra kendi eserlerinde o yarışmanın arkasında aslında İstiklal Marşı'mızın değişmesi gibi bir plandan söz eder. Yazılmış olan bu alternatif şiir gerek teknik, gerekse muhteva bakımından, fesahat ve belâgat açısından, yarattığı kompozisyon açısından İstiklal Marşı'nın yanına bile uğrayamaz. Şiirin yazıldığı tarihler, yarışmanın açıldığı tarihler ne tesadüf ki Atatürk'ün rahatsızlıkları dolayısıyla devlet işlerinden uzaklaştığı tarihlerdir ve bu da oldukça manidardır.
Alternatif bir şiir yazıldı. Bu şiirin yazılma gerekçesinde –ne hazindir ki- İstiklal Marşı'nın artık Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmediği düşüncesi yer almaktaydı. Bu düşünceden hareketle yazılan şiirin adı "Türk Milli Marşı" idi. Şairi ise Necip Fazıl Kısakürek.
N. Fazıl İstiklal Marşı'nı beğenmez. İstiklal Marşı yerine farklı bir şiir yazar ve asıl İstiklal Marşı'nın o şiir olması gerektiğini savunur fakat Atatürk'ün de vefat etmesi dolayısıyla muvaffak olamaz.
Necip Fazıl sonraki yıllarda çıkardığı Büyük Doğu dergisinde bu şiiri paylaşır. Ancak şiir ilk yazdığı şiir değildir. Artık şiirin adı değişmiştir: "Büyük Doğu Marşı".
Bu şiirin sadece adı değişmez. "Tanrı'nın, alnından öptüğü millet" ifadesi yerini "Allah'ın seçtiği kurtulmuş millet"e bırakır. Yine "Yürü altın nesli o Fatih Oğuz'un" ifadesi yerini, "Yürü altın nesli o tunç Oğuz'un" ifadesine bırakır.
Şiirin ilk halindeki Tanrı-Allah ikiliği o dönem hayata geçirilmeye çalışılan "Öz Türkçe"leşme çabasının bir sonucu olarak karşımıza çıkmış olabilir. İlk dönemde Necip Fazıl'ın "Tanrı" kelimesini tercih etmesi siyasi konjonktüre de uygun da bir harekettir. Şiirin ilk yazıldığı halinden "Fatih" ibaresini kaldırıp yerine "Tunç" ifadesini kullanmasını ise şöyle açıklayabiliriz: Bu şiiri yazma serüveninde şiir yazmayı kabul ederken, "Benden herhangi bir isimde bulunmamı beklemeyin!" gibi bir şartla yazmaya başlamıştır. Daha sonraki yıllarda Büyük Doğu dergisine alırken ise bu ifadeyi kaldırmış ve "Tunç" kelimesini oraya yerleştirmiştir. (Bu hadiseleri "Bâbıâli" eserinde bulabiliriz).
Yaşanan hadiseler bize farklı pencereler de açar. Necip Fazıl bir dönem Atatürk'ün ve Cumhuriyet'in en önemli savunucusu durumundadır. "Kubilay'ı Anma" toplantısında "Türkiye'nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar…" sarfedilen sözler N. Fazıl'a aittir. Hatta 1940 yılında CHP'den milletvekilliğine adaylığını koymuş fakat seçilmemiştir.
Büyük Doğu dergisinin 9. sayısında "Atatürk'ün Altın Anahtarla Açtığı Son Fabrika Kapısı… Şimdi Onun Ruhu Aynı Anahtarla Atatürk'ün Zafer Kapısında" adlı bir yazı yazmıştır. Derginin 10. sayısında yazdığı yazının başlığı ise "Atatürk Dirilecektir"dir.
Belirli bir tarihten sonra yaşananlardan anladığımız kadarıyla belki siyasi hayatından, belki değişen düşüncelerinden belki yaşadığı dini hadiselerden kaynaklı (bilmiyoruz) ofansif bir biçimde Atatürk'ün ve Cumhuriyet'in karşısında durmuştur.
Necip Fazıl büyük bir şairdir. Edebiyat tarihine adını altın harfler yazdırmıştır. Dergicilik faaliyetlerini ısrarla devam ettirmesi takdir edilmelidir. Yazdığı Çile kitabı başyapıt ölçüsünde bir kitaptır. Yazdığı tiyatroları o günün aynası olabilecek kalitededir. Sadece şair ve sanatçı kimliğiyle değil ayrıca sanatın ne olduğu ve ne olması gerektiği konusunda da az sayıda kafa yoran isimlerden biridir. Edebiyat geçmişini ve eserleriyle edebiyat tarihimizde çok önemli bir yeri vardır.
Bizler bazı isimlere hakkını teslim etmekte çok başarılı bir geçmişe sahip değiliz. Tam tersi hakkının olması gerekenden daha fazlasını verdiğimiz şahsiyetler de hiç de az değildir. Özellikle siyasi olarak düşüncelerinden dolayı olduğundan çok daha fazlası gibi gösterilen insanları yakından tanırız. Başka bir siyasi görüşe sahip olduğu için de birtakım insanların değerinin verilmediğini de hem geçmişte yaşamışızdır hem de bugün yaşamaktayız.
M. Akif kendi devrinde kendi üslubunda eşi benzeri olmayan bir şairdir. Yazdığı eser "Safahat" onun hem dini kimliğini, hem milletine bağlılığını ortaya koyar. Aruz ölçüsü gibi tamamen teknik bir ölçüyü günlük yaşamın diline ustalıkla uygulamıştır. Fransızların yerel halkının kullandığı Fransızcaya kadar anlayabilecek bir Fransızca bilgisine sahiptir. Bunların dışında en önemlisi şudur ki Mehmet Akif bu vatan için canını siper etmiş, istiklal mücadelesi yıllarında en ön safta yer almıştır.
Yazdığı şiirler askerlerce ezbere okunmuş, askere cesaret aşılamıştır. Ülkenin dört bir yanında çalışmalarda bulunmuş; bu vatanın korunması, kurtulması ve daha ileriye gitmesi için canını dişine takmıştır. Kısacası Akif'in adının geçmediği bir istiklal mücadelesinden kesinlikle söz edilemez. İstiklal Marşı'nın ruhuna indiğimizde şu an yaşayan herkesin o vatan bilincinde, o millet bilincinde olması gerekir.
Kişinin hakkı neyse fazlası ona zulümdür. Bizlere düşen kişinin hakkı neyse onu ona teslim etmektir. Ne fazlasını ne de azını…
Mehmet Akif Ersoy'un en yakın arkadaşlarından biri Mithat Cemal Kuntay bir şiirinde şöyle der:
"Elbet put olur öpülen eller etekler/Elbet öpen oldukça olur öptürecekler"
Rahmet ve minnetle…
- Kişi toplumu doğurur, toplum da şiiri / 22.03.2021
- Kişi toplumu doğurur , toplum da şiiri / 21.03.2021
- Alternatif bir şiir-II / 05.01.2021
- Nâbî kimdir? / 21.11.2020
- Mevlana ve Hümanizm / 20.12.2014