Bugünlerde sosyal medyada sözde dinci ya da şeriatçı geçinenler ile onların inancını sorgulayan ve mevcut tutarsızlığa baş kaldırarak kendi ile din arasına duvarlar ören gençlerin tartışmalarına şahit oluyoruz.
Bu tartışmaların dini sorgulayanlar açısından kayda değer bir yönü varken kendi kuruntularını din zannedenler açısından hiçbir önemi yoktur. Çünkü onlar zanna uyanlardır.
Şöyle ki, bir Müslümanın Rabbine karşı dindar olup, devletine ve öz kültürüne kindar olması batılın ta kendisidir.
Dinin esas ve usul olmak üzere iki temel dayanağı vardır. Esas itikadi, usul ise muamele yönüdür. Esas evrensel, usuller ise esasın teşkil ettiği kültürel ve ahlaki muamelelerdir ki, yöreseldir.
Dini hak ya da batıl kılan, Tanrı ile kul arasındaki diyaloğun her iki tarafın da haklarını gözetebilmesi esasıdır.
Tanrı'nın varlığı ve tek oluşu hakikatine inanmak dinin esası, bu esasa uygun olarak kulun her türlü şirkten gönlünü, aklını ve muamelesini ayıklaması usuldür.
İnsan kalben ebedi, aklen ise ezeli bir âlemdir. Varlığı gelişi güzel bir şekilde veya başıboş bir halde evrilen tesadüfi bir varlık değildir. Çünkü insan diğer tüm canlıların aksine yaşamını tesadüflerle değil eğitim, öğretim, bilim, sanat, kültür gibi değerlendirme, plan ve programla yaşar. Bu yaşam formu insanın cüzi iradesinin marifeti olduğu gibi ona muhatap olan külli iradenin yani Tanrı'nın varlığının en temel ispatıdır.
Duyu organları ile Allah'ı kavrayamadığı halde dinin esasını, inandığını iddia eden insanların iddiasındaki tutarsızlıklardan yola çıkarak usulü sorgulama ve kavrama aşamasındaki aklın, O'nun varlığını sorgulaması ve yok hükmü vermesi teknik olarak ihtimaldir.
Kalp Allah'ı tanımada, akıl ise anlamada esas ve usul mesabesindedir.
İnsanın anne karnında 9 aylık oluşum sürecinden sonraki fiziksel doğumu gibi hakikatleri kavrama ve kabul süreci de akli ve kalbi birer doğum sürecidir. Ancak bir manadaki, kalbi ve fikri doğum ihtiyari iken fiziki doğum ilahidir. Yani ilk adımı atarak insanı yoktan var eden, ona bir beden ve o bedenin yaşayabileceği alemi ikram eden Allah, Tanrı olma vasfını icra etmiştir. Artık bu ilmi ve hikmeti incelemek aklen, idrak ederek kalben muhatabıyla tanışmak, kulun, esas ve usul kaideleri içerisinde görev ve sorumluluğudur.
Lakin kulun bu seyrinin ihtiyari olması bu manada kalbi arayışın ve akli buluşun da meşruiyetinin ispatıdır.
Bu meşruiyet de kişinin esas ve usule uyumudur.
Dinin esas (itikadi) bakımından evrensel olması ile kuşatıcılığı, usul bakımından yöresel olması, uygulanabilirliği ile teşvik ediciliği, insana muhatap olması bakımından da takdir ediciliği vardır.
O halde Allah'ın varlığının ve kudretinin ispatı O'nun kuşattığı, teşvik ve takdir ettiği insan iken insanın varlığının ispatı ise Rab'ına her türlü şirkten arınmış olarak yönelebileceği, can, mal, namus, din ve vicdan emniyeti içinde yaşayabileceği bir ekosistem bir düzen bir devlet inşa ederek yaşayabileceği ve geleceğini, gelecek nesillere miras kılma imkân ve kabiliyetidir. İşte bu varlık-yokluk sebebi ve mücadelesidir ki, imtihandır.
Çünkü aklın yolu birdir, Hakk'ın yolu da birdir ve meşruiyeti esastır.
Gayrimeşru yolların (diğer dinlerin) ve yolcularının tamamı bu meşruiyete düşman olmuş ve savaş açmıştır. Bu savaşın adına da ilahi cephede hak-batıl savaşı denmişse de beşeri cephede askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, sosyolojik veya psikolojik harp de denilmektedir.
İnsan doğar ve ölür ama milletler için her ölüm bin doğum, her doğum bir varoluştur.
- Davet / 03.06.2024
- Algı yönetimi / 04.05.2023
- Küçülen insanı yüceltmek! / 09.04.2022
- Empati / 07.04.2022
- ‘Baba’ devlet! / 05.04.2022
- Her doğum bir tecellidir! / 01.04.2022
- Sözüm esnaf kesimine! / 28.01.2022
- İlm-i siyaset’te laiklik! / 18.09.2021
- Özgürlük mü esaret mi? / 11.09.2021